|
Paris’te müphem terör ve yerli İslamofobikler

Paris’teki katliamla ilgili iki gündür yazılanlara, söylenenlere bakınca gördüğüm, Avrupa’daki İslamofobiyi körükleyeceğini düşünerek endişe duyduğumuz olayın, jet hızıyla Türkiye’deki İslamobobiyi patlattığı oldu. “Müslümanlar, hele de gazetelerde, yayın organlarında yer işgal eden entelektüeller tepkilerini açıkça ortaya koymalı” ilenmeleri almış başını gitmiş. Hatta, Charlie Hebdo olayını Madımak’a benzetmeye çalışan yazıları okuyup, “bu kadar da kasılmaz ki” dediğim vaki...

Oysa, durum Madımak’tan bir parça farklı, olayın ulus-üstü bir tarafının olması kuvvetle muhtemel, çok profesyonel ve organize bir terör eylemi görüntüsü var önümüzde; gelen bilgiler doğruysa teröristlerin kökeni de Fransa’nın eski sömürgesi Cezayir’e dayanıyor. İlle de bir kıyas yapılacaksa, 1-Hıristiyan dünyasında meydana getirdiği öfke ve şok etkisi, 2-Sembolik bir şekilde ülkenin kalbine açıktan darbe indirme metodu, 3-Olası sonuçları, şeklindeki üç nedenle 11 Eylül’le kıyaslanabilir, kaldı ki bu üç faktörün aynılığı ihtimali bile, 11 Eylül’le 07 Ocak Paris olaylarını tümden benzer kılmaz. Dolayısıyla, Fransa’daki katliamı tüm ölçüleri zorlaya zorlaya Madımak’a benzetebilmek için, herhalde radikal laisistler dışında ülkedeki her şeye ve herkese nefret duyan bir Türk yarı-aydını olmak gerekiyor. Geçelim.

Bu yazının yazıldığı saate dek, teröristlerin IŞİD’e mi, IŞİD’in gölgesinde kaldığı için PR yapma hevesine kapılmış olma ihtimali bulunan El Kaide’ye mi, Cezayir’deki silahlı örgüt GIA’a mı bağlı oldukları, yoksa bağlantısız mı oldukları belirsizdi. Bu belirsizlik, çeşitli komplo teorilerini de beraberinde getirdi.

Bu durumlarda, geniş perspektif için, geçmişe bakmak evladır. Çünkü bu tür terör eylemlerindeki bağlantı ve niyetler ya hiç ortaya çıkmaz, ya da çok uzun zaman sonra –o da kısmen- çıkar. Sözgelimi ABD’ye yapılan 11 Eylül terör saldırısıyla ilgili gerçekleri bile hala tüm detaylarıyla bildiğimiz söylenemez. Biz bugün sadece El-Kaide’nin 1979’da Sovyetler’in Afganistan’ı işgaliyle bağlantılı olarak CIA, Pakistan İstihbarat Servisi ve Suudiler tarafından desteklenerek büyütüldüğünü biliyoruz. Obama döneminde yakalanan ve ölüsünün denize atıldığı söylenen Bin Ladin’in liderliğini yaptığı El Kaide’nin ilk temellerinin, Pakistan’da Sovyetlere karşı oluşturulan kamplardaki askeri ve doktriner eğitimle atıldığı artık açıktan telaffuz ediliyor. Bu grupların, Sovyetler’in Afganistan’da yenilmesi ve soğuk savaşın bitişiyle derinleşen bir radikalleşme sürecine girdiği de konuyla ilgili sosyologların yaptığı yorumların başında geliyor. ABD’nin Taliban’la ilişkisi de çok farklı değil. Bizler, kızların eğitim hakkını savunduğu için Taliban tarafından başından vurulan Pakistanlı Malala Yusufzay’ın ne kadar cesur olduğunu teslim edip, 2014’ün Nobel Ödülü’nü almayı nasıl da hak ettiğini konuşaduralım, ABD’nin çeşitli sebeplerle Taliban’a 2000’li yıllara kadar örtülü destek verdiği de sır değil.

Yani, Taliban ve El Kaide’nin Batı tarafından radikalleşmekle ve küresel çapta İslami terör örgütü haline gelmekle suçlanmasının tarihi, bu örgütlerin rotasını Batı’ya çevirmesinden sonra başlıyor. Elbette 11 Eylül’ün ortamı, “büyüttüğünüz Frankenstein tarafından vurulduğunuz halde, nasıl bütün Müslümanları hedef gösterebilir, nasıl ‘haçlı savaşı’ ifadesini kullanabilirsiniz” demek için fazla trajikti. Bunu birçok entellektüel yapamadı; aksine El Kaide’nin günahlarından dolayı bütün Müslümanlardan, 11 Eylül tövbesi etmesi beklendi. Oysa 11 Eylül’de –eğer gerçekten El Kaide tarafından gerçekleştirildiyse elbette- ABD’nin sorumluluğu bulunduğu kadar; o kızlar, o ülkelerde kafasından vuruluyorsa, bunun sebebi de aşırı radikal grupları kullanışlı birer maşa gibi görenlerin kirli politikalarıydı.

Paris’te yaşanan ve belli ki eski kıtadaki İslamofobiyi daha da derinleştirecek olan terör eyleminden Fransa’nın sorumlu olabileceğini düşünmüyorum, hayır. Ama bu ve benzeri terör olaylarının dinamiklerinin de, parmağın gösterdiği yere bakılarak bulunacağını sanmıyorum. Sonuç, çabuk karara varmamak ve beklerken de, Fransa’nın Suriye tezleriyle Türkiye’nin tezlerinin büyük oranda örtüşmesini; Fransa’nın Türkiye’nin Suriye konusundaki taleplerini destekleyen ilk Batı ülkesi olmasını ve tasarı kabul edilmemiş olsa da, Fransa’nın 31 Aralık 2014’te BM’de oylanan İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi önerisine onay veren tek Batı ülkesi olmasını göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Ve elbette terörü kınamak, telin etmek.

Çünkü görüldü ki, fanatikliğe yönelten basit ve düzayak suçlamalarla; art niyetli ideolojik argümanlar ne Türkiye’de, ne de dünyada “karşıtını üretmek”ten başka bir sonuç vermiyor.

#Paris
#Avrupa
#Madımak
9 yıl önce
Paris’te müphem terör ve yerli İslamofobikler
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle