|
Ürkütücü dünya sendromu
George Gerbner, 1968'de başlayarak 40 yıl süren bir araştırma projesiyle, başta ABD televizyonları olmak üzere dünya televizyonlarının içeriklerini sayısal olarak çözümledi. İzleyici kitlelerinin tutum, görüş ve kanaatlerini ölçerek, televizyonda seyrettiğimiz dünya ile yaşadığımız gerçek dünya arasındaki fark ne sorusuna cevap aradı. Şiddet indeksi, kötü dünya sendromu, mutlu şiddet, anaakımlaştırma ve rezonans gibi iletişim kavramlarının yaratıcısı Gerbner'in, günümüzde halen geçerliliğini koruyan makaleleri asistanı Michael Morgan tarafından derlendi, öğrencisi Veysel Batmaz'ın açıklayıcı notlarıyla Türkçe'ye çevrildi. Aşağıda okuyacağınız satırlar George Gerbner'in Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan Medyaya Karşı isimli kitabından alınmıştır.

Televizyon dünyasındaki karakterlerin şiddet ile karşılaşma ihtimalleri bir hayli yüksektir. Ana karakterlerin yarısından fazlası her hafta şu ya da bu şekilde şiddet olayına karışır. Çok televizyon izleyenler, televizyon dünyasına ağır şekilde maruz kalanlar, herhangi bir hafta içinde şiddete karışan insan sayısında abartılı bir orana sahip kültivasyona uğrar, çeşitli suç ve hukuk uygulamaları konusunda doğru olmayan inançlara sahip olurlar.

Televizyon dünyasının hakikatleri oldukça iyi öğrenilir. İzleyicilerin televizyonda gördükleriyle ilgili inanışların veya gerçek ile kurgu arasında yaptıkları ayrımın ifade edilmesi de durumu değiştirmez. Televizyondan öğrenilen durmadan tekrarlanan dersler, çocukluktan başlayarak daha geniş bir dünya görüşünün temellerini oluşturur. Televizyon; genel değer, ideoloji, perspektif, özel varsayım, inanış ve imgelerin kurucusu olur. Televizyonun bu rolü değerler sisteminin kültivasyonu olarak adlandırılır. (Kültivasyon, kültive etmek; ekmek, beslemek, yetiştirmek anlamında kullanılıyor.) Buna en iyi örnek ürkütücü dünya sendromu olarak adlandırılan durumdur. Mesaj sistemi verileri, kişilerin bencilliği veya diğerkâmlığı üzerine çok az şey ifade eder. Ve ne yazık ki insanların insanlara ne kadar güvendiklerine dair gerçek hayat istatistikleri bulunmamaktadır. Televizyona uzun süre maruz kalındığında televizyonda sıklıkla yer alan şiddet görüntülerinden kurtulmanın imkansız olması sebebiyle görece ürkütücü ve tehlikeli bir dünyada yaşanıyor olduğu imgesi beslenir.

Televizyonu çok izleyenlerin cevapları eşit özellikteki az seyreden gruplarla karşılaştırıldığında; daha fazla korunma ihtiyacı, çoğu insana güvenilmeyeceği inancı ve büyük bir çoğunluğun sadece kendi çıkarına göre hareket ettiği bir gerçeklik kavrayışını içerdiği görülür.

Tarihte imgelerin ve mesajların en yaygın paylaşıldığı kaynak televizyondur. Televizyon çocukların içine doğduğu ve hepimizin tüm hayatını yaşadığı ortak sembolik çevrenin aktığı anaakımdır. Kitle ritüeli olarak tarihinde hiçbir zayıflama belirtisi göstermezken, sonuçları tüm yerkürede giderek artan derecede hissedilir. Birçok izleyici için kablo, uydu, dijital platform, internet yoluyla video paylaşımı gibi yeni televizyon taşıyıcısı teknolojiler, daha derin bir nüfuza, egemen imge ve mesaj örüntülerinin gündelik hayatla daha da bütünleşmesine işaret eder.

Televizyon hikaye anlatan merkezi bir sistemdir. Dramatik programları, reklamları, haberleri ve diğer programları ile her eve görece ahenkli bir imaj ve mesaj sistemi iletir. Bu sistem bebeklikten başlayarak, başka temel kaynaklardan edinilen bireysel eğilim ve tercihleri kültive eder, bu nedenle de diğer medya üzerinde yapılan araştırmalarda temel öneme sahiptir.

Kültivasyon öğelerinin kökeni televizyonla başlamaz veya boşlukta şekillenmez. Toplumsal, kişisel ve kültürel bağlam tabakaları televizyonun olası katkılarının biçimlerini kapsamını ve derecesini belirler. İzleyen kişinin cinsiyeti, yaşı veya sınıfsal aidiyeti kişisel görüş açısında farklılık yarattığı halde, televizyon izleme miktarına göre benzer ve bilişimci etkileşim yaratır. Etkileşim kültivasyonda olduğu gibi süreklilik arz eden bir süreçtir, çocukluktan başlar beşikten mezara devam eder.

Televizyon sadece basitçe imajlar, kanaatler ve inançlar yaratmaz, yansıtmaz. Tersine dinamik bir sürecin tümleşik parçasıdır. Kurumsal gereksinimler ve hedefler kitlesel üretilen mesajların yaratımını ve dağıtımını etkiler; bu mesajlar kitlesel kamunun gereksinimlerini değerlerini ve ideolojilerini sürdürebilir hale getirir, onları istismar eder, onlara uygunluk sağlar ve sonuçta onları yaratır. Mesaj akımlarına maruz kalma karşılığında özgün kimlikler edinilir.

Televizyon izlemek hayat tarzlarının ve dünya görüşlerinin hem biçimlendiricisi hem de süre giden parçasıdır. Bireyi sentetik bir dünyaya bağlar, televizyonun kendi marifetiyle oluşturduğu bir dünyaya.
#George Gerbner
#Televizyon izlemek
#Dramatik programları
#reklamlar
9 yıl önce
Ürkütücü dünya sendromu
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî