|
Avrupa titre ve...

Avrupa modern târihin beşiğidir. Modernleşme târihi, şafak sökümünden en ileri gelişmelerine kadar Avrupa’dan sorulması gereken bir târihtir; ta ki II.Genel Savaş'ın sonuna kadar. 20. Yüzyıl'ın gerçek başlangıcı, târihçi Hobsbawn’ın da işâret ettiği gibi 1945’tir ve bu, 1989’da duvarın yıkılmasıyla biten güdük bir yüzyıldır. Bu güdükleşme aslında târihsel olarak Avrupa’nın büzüşmesidir. Bu yüzyılda dünyânın sıklet merkezi ve yeni dinamikleri, Atlantik’ten çıkmış; Anglo-Sakson dünyâ ile Uzakdoğu’yu birleştiren Pasifik’e kaymıştır. Yâni, Avrupa ülkelerinin, 19.Yüzyıl'a (1789-1945) özgü militarist geçmişlerini gömmeye karar verip, barışçıl Avrupa değerleri üzerinden bütünleşmeye dönük (AB) irâdesini hayâta geçirirken aslında kendi târihsel büzüşmesini de ortaya koymuş oluyordu.

Keynesgil 20.Yüzyıl dünyâsında bunun fazlaca farkına varılmadı. Hatta kalıcı bir dünyâ barışı adına bu birliğin büyük bir ilerleme olduğuna ve insanlığın geleceğini Avrupa modelinin sağlayacağına inanıldı. Halbuki toplumsal olarak bunun ardında bambaşka şeyler vardı. Târihsel devrimci enerjisi iğdiş edilmiş bir işçi sınıfı ve ekonomik olarak olağanüstü güvencelerle donatılmış olsa da, kaba bir rutinleşme içinde, ev, araba, tatil ve emeklilikten başka bir ideali olmayan huysuz orta sınıflarla “târih nasıl dönüşür” diye kimse sormadı.

21.Yüzyıl'ın dinamikleri Avrupa’yı her açıdan tehdit eden gelişmelerle yüklüdür. Pasifik’in sıklet merkezî rolü her geçen gün pekişiyor. Bu arada Brezilya gibi Lâtin Amerika ülkeleri, Yakındoğu’dan Türkiye, Asya’dan ise Çin ve Hindistan bu yeni dünyâda palazlanıyor. Avrupa’da ise Almanya dışında bir üretim gücü neredeyse kalmadı. Fransa ve İtalya tökezledi. Makine ve kimya dışında kalan yeni üretim standartlarında Avrupa’nın söyleyecek fazla bir sözü yok. Nüfûsu yaşlanıyor ve işsizlik yaygınlaşıyor.

Avrupa’nın dâima kendisini merkezî hissettiği kültürel durumu; yâni dünyânın taşıyıcı değerlerini kendisinde topladığı yolundaki hâkim yargısı, yukarıda özetlemeye çalıştığım aktüel-reel durumlar karşısında direniyordu. Evet, ekonomik olarak Avrupa eski ihtişâmına sâhip olmayabilirdi, ama kültürel üstünlüğü ondan kimse alamazdı. Hakikaten de, 21.Yüzyıl ekonomik olarak büzüşen Avrupa’nın kültürel şişmesine sahne oldu. AB idealleri bu şişmenin taşıyıcısıdır. Gelin görün ki, Avrupa’nın 1990’larda Balkanlar’da tökezlemesi bu iddiayı tartışmaya açtı. Daha önemlisi Fransa’da yaşanan ve çok sayıda insanın ölümüne sebep olan son olaylar, bu tartışmayı en keskin noktaya getirdi. Paris’de yaşananlar öylesine bir kriminal ya da terör olayı değildir. Önümüzdeki senelerin, Avrupa için, ekonomik büzüşmesinin yanında, onun kültürel büzüşmesine de işâret etmekte olduğunu düşünüyorum.

Avrupa değerleri yaşanan gelişmelerde artık Avrupa için ne büyük bir sorun, ya da ayakbağı olduğunu gösteriyor. Avrupa on seneler boyu üretimde, üstelik insanlık dışı koşullarda kullandığı büyük bir “Avrupalı olamayan Avrupalı” nüfuslarla nasıl başa gelecek? Bugüne kadar yaygın beklenti, hiç değilse 3.kuşakların kültürel olarak Avrupa değerleriyle uyumlulaştırılacağı yolundaki beklentiydi. (İşlerine gelince nasıl da asimilasyon terimini lûgatlerinden atıyor ve kibar uyumlulaştırma terimini seferber ediyorlar). Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. Zaten târihin en hesaplanamaz tarafı kültürel durumlarda yatıyor. Hiçbir kültürleme ya da kültürel aşılama umulan sonucu vermiyor. Dahası büyük tepkilere ve mevcut uyumsuzluklardan daha büyük yol açıyor. Baudrillard bu durumu seneler evvel yazmıştı: ”Farklılığın doğru kullanımı yoktur...İnsanlığı birleştirme amacı, farklılığı birleştirme amacı her yerde açmazdadır ve açmaz evrensellik kavramının da açmazıdır...Dünyânın dört bir yanına götürdüğümüz bu yanılsama tanınamaz; İslâmcı, köktenci ve ırkçı biçimde bize geri geliyor;akıldışı ve ortadan kaldırılamaz ötekilik olarak bize geri geliyor..” (Kötülüğün Şeffaflığı s:124). Başka bir yerde de şunu söylüyor Baudrillard: ”Kötülüğü dile getirmeyi bilmiyoruz artık. Bildiğimiz tek şey, İnsan hakları söylemini tekrarlamak; zayıf , ikiyüzlü, iyiliğin doğal çekimindeki aydınlıkçı inanca ve insan ilişkilerinin ideallerine dayanan bir söylem..”(Kötülüğün Şeffaflığı s:83)

Fransa, Paris’in gettolarına tıktığı yabancıları durduramıyor. Geçen senelerdeki büyük protestolardan ve araba yakma eylemlerinden ders alınmadı. Bunlar sert metodlarla bastırıldı. Ama, son olaylarda daha büyük kayıplarla hortladı. Evet sonuçta Cezayir kökenli terörist kardeşler öldürüldü. Ama, onları kurtarmak için bir marketi basan kişi daha önemli bir ipucu veriyor. Demek ki, Cezayirli kardeşler o kadar da yalnız değil. Hele hele, 3 terörist için binlerce polis ve askeri seferber edip, akıllara zarar bir operasyonda 4 mâsumun da ölümüne yol açan bir fiyasko için kazananın devlet değil, teröristler olduğunu düşünmek için çok sebep var. Bu teröristlerin Paris gettolarında nasıl kahramanlaştırılabileceği hesaplanıyor mu acaba?...

#Avrupa
#20. Yüzyıl
#21.Yüzyıl
#Fransa
9 yıl önce
Avrupa titre ve...
Van"a gelecek turistin zekatı AB"ye yeter
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü