|
Entelektüel G-Point’ler ve bir özyıkım hikayesi

İnsanoğlu entelektüel yeteneklerini kullanarak, yeryüzü mâceralarını hikâyeleştiren bir varlıktır. Bunu elbette ki dil üzerinden yapıyoruz. Dil, mâceralarımızı anlamlılaştıran ve bize kavrayışlar bahşeden bir dünyâ. Hattâ, yaşadığımız dünyâların birer dil-dünyâ olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yaşanan hayâtların dil üzerinden hikayeleştirilmesinin, bir tarafıyla son derecede ilham verici olduğu açıktır. Biz sâdece dil aracılığıyla yaşadığımız tecrübeleri değil, yaşayacağımız tecrübeleri de şekillendiriyoruz.

Dil, bize sağladığı sayısız kolaylık yanında en büyük sorunlarımızın da kaynağıdır. Çünkü, dilde sağlanan anlamlı dünyâların standardı yoktur. Yâni, dil- dünyâlar çok farklı anlamlandırmaları içerir. İnsanlararası bir çatışmada, önce dil-dünyâlar çatışıyor. Bu, farklı anlam setlerinin çatışmasıdır. Daha beter ve daha sık olarak karşımıza çıkan bir başka örüntüde ise, aynı terimin farklı algılama ve anlamlandırılmasından doğan çatışmaları izleyebiliyoruz.

Paul Valéry gibi bazı düşünürler buna bir noktadan îtiraz eder. Bu îtiraza göre, meselâ, bir yerde birbirini hiç tanımayan bir grup insana “mutluluk” kelimesini verelim. Bu insanlar kelimeyi, hiç konuşmadan belirlenen süre kadar zihinlerinden geçirsinler. Daha sonra, izlenimlerini kağıda döksünler. Göreceğiz ki birbirine çok yakın şeyler yazacaklardır. Ama, tecrübeyi bir tartışma konusu olarak bu insanlara versek, muhtemelen büyük anlaşmazlıklar ve tartışmalar doğacaktır.

Eğer Valéry’nin îtirazı doğruysa, dil bir aşamadan sonra bizi, belki de kendi hâline bırakılsa barış içinde çözülecek bazı şeyleri savaş sebebine çeviren bir etki doğurabiliyor. Bir olguyu adlandırmanın riski, bir yerden sonra artık olguyu değil, bizâtihî adlandırmanın kendisini tartışmak zorunda kalmamızdır. Bu, dalgıçların yaşadığı “derinlik sarhoşluğu” gibi garip bir etki de yaratabiliyor. Entelektüel şehvet de burada neşv-ü nema buluyor. Bu şehvet içinde yapılan tartışmalarda, tartışılan bir adlandırma üzerinden onun somut hayâttaki karşılıkları değil, bizzat “adların” kendisi oluyor. Gâliba Orta Çağlardaki ünlü adçı (nominalist) akımının, asrî zamanlarda karşılığı daha etkili bir şekilde temâyüz ediyor.

Adçı şehvet, düzeyi ve derinliği azalan entelektüel hayâtın en önemli göstergesidir. “Ağzı olan konuşuyor”, “eline kalem geçiren yazıyor” gibi ifâdelerin anlatmaya çalıştığı da bu olsa gerekir. Dikkat edilecek olursa burada, tartışmayı sürükleyen ve “entelektüel öz sermâye” yi oluşturan kavramlar, terimler giderek hayâttan kopuyor.

Aslında ben bu durumu, sermâyenin tarihindeki temel süreçlerin bir yansıması olarak görüyorum. 19.Yüzyılda (1789-1945) sermâye, doğurduğu dev sorunlarla birlikte büyük bir üretim patlamasına yol açtı. 19.Yüzyıl'ın, meselâ Dickens’ın harika anlatımıyla neden bütün zamanların en büyük yüzyılı olduğunu ve entelektüel-sanatsal derinliğinin neden bu kadar şaşırtıcı olduğunu sermâyenin şekillenişi ve yapılanması üzerinden anlıyoruz.

20.Yüzyıl (1945-1989) ise, sermâyenin yeniden-bölüşümcü bir karakter kazandığı yüzyıldır. Konformist sonuçlar doğuran bu cüce yüzyılda, entelektüel dünyânın, 19.Yüzyıl'ın moral tartışmalarını yürütenler hâriç, ideolojik olarak neden bu kadar ortodokslaştığını da yine sermâyenin bu fonksiyonu üzerinden anlıyabiliyoruz.

Elyevm idrak etmekte olduğumuz 21. Yüzyıl'da ise sermâye, ağırlığını finansal niteliği üzerinden hissettirdi. Keynes finansal sermâyenin bir “gölge sermâye” olarak, reel üretimin küçük bir düzeyde üzerinde olmasını mâkul bulduğunu yazıyordu. Ama 21.Yüzyıl'da, finansal varlıklar reel üretimin karşılığının 10 katına çıktı. Bu fazlalılık, FED’in onca kararına rağmen hâlâ emilebilmiş değil. Finansal sermâye çılgınlığı 21.Yüzyıl entelektüel hayâtının neden bu kadar adçı(nominalist) olduğunu açıklamamıza elveriyor. Entelektüel hayâtın ortodoksluktan heterodoksluğa evrilmesi büyük bir dönüşüm olarak gösterildi. Doğrusu ben öyle düşünmüyorum. Çünkü bu dönüşüm, zâten entelektüel hayâtı teslim almış olan adcılığın, eskiye göre biraz daha renkli(şenlikli) yeni formlarını doğurdu. Entelektüel dünyânın öz şehvetinde yeni g-point’ler türetti.

Türkiye’deki entelektüel-sanatsal hayâtın, tüketimle eşlenen, ucuzlaşarak köpüren nitelikleri neo-liberal sermâye davranışının fonksiyonudur. Bu sermâye, son 15 senedir Türkiye’de eskisi kadar rahat değil. 2000’li senelerin başında yarattığı tahribatı toplum çok iyi gördü ve tasfiye etti. Bunu, ne “sağ” ne de “sol” gibi bir siyasal adcılık kavgası üzerinden yapmadı. Entelektüel dünyâ ise âdeta “off-side”da kaldı. Özellikle de kendisini liberal değerlerle heterodokslaştıran, yâni melezleyen “sol”, tercihini sermâyenin en lümpen tarafından yana koydu. Şimdi, artık hayâtta karşılığını bulmanın giderek zorlaştığı kendi kavramlarının fetişi ile yaşıyor. Bunun bir öz yıkım doğuracağı çok âşikâr. Göreceğiz....

#Paul Valéry
#Dickens
#FED
#Entelektüel
9 yıl önce
Entelektüel G-Point’ler ve bir özyıkım hikayesi
Çin’den ithalat meselesinin aslı astarı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü