|
Hisseli harikalar koalisyonları (1)
Artık zaman hayli azaldı. Hızla 7 Haziran Seçimi'ne yaklaşıyoruz. Bu köşede defâlarca yazdığım gibi, sürecin AK Parti iktidarını değiştirecek bir sonuca gebe olduğunu düşünmüyorum. Bana daha çok sonrası heyecan veriyor. Ama eğer yanılıyorsam; yâni eğer AK Parti oyları bazı çevrelerin öngördüğü gibi %39'a kadar düşmüşse ve Türkiye'yi koalisyonlar bekliyorsa, bunu hayra yorabileceğimi sanmıyorum.

Türkiye'de koalisyonların târihinin, Batı demokrasilerinde olduğu gibi işleyebileceğinden emin değilim. Zâten bunun tecrübeleri, hâfızalarda hiç de hoş izlenimler bırakmamıştır. Biraz geçmişe bakalım: 1970'lerde CHP-MSP ve Milliyetçi Cephe koalisyonlarının Türkiye'ye yaşattıkları ve âkıbetleri ortadadır. 1990'lardaki DYP-SHP ve diğer koalisyonlar da insanları canından bezdiren olayları hâfızalara nakşetmiştir.

Şüphesiz hiçbir tecrübe, geleceği bağlamaz. Ama bu tecrübeler yaşanmamış gibi düşünmek ve konuşmak da olmaz. Esas mühim olan, bizde neden koalisyonların umulanı ve bekleneni vermediğini kazâsız ve belâsız tartışabilmektir. Bunun için de yapılması gereken, Türkiye'deki siyâsal çoğulculuğun târihini kültürel düzeyde ele almaktır.

Siyâsal çoğulculuk esasta bir bölünmenin üzerine kurulur. Türkiye'deki siyâsal çoğulculuğun köklerinin İT(İttihad ve Terakki) ve Hİ(Hürriyet ve Îtilâf) Fırkalarına kadar uzanan bir siyâsal bölünmeden neşet ettiğini biliyoruz. Bu bölünme, aradaki TCF ve SF gibi uçucu tecrübeleri ihmâl etmek pahasına söyleyecek olursak, II.Genel Savaş sonrası CHP-DP ayrışmasında pekişti ve yerleşti. Ben, doğrusu kurucu kadroların bu ayrışma konusunda hayli açık fikirli ve vizyoner davrandığını; gerek Gâzi Mustafa Kemal, gerek İsmet Paşa'nın, doktriner olarak sıkı sıkıya bağlandıkları Kıt'a Avrupası Cumhuriyetçiliğini başarmak için bunu öngörmüş olduklarını düşünüyorum. Bu, BAAS ile CHP arasındaki en temel farklardan birisini de ortaya koyuyor. Bu fark; ilkinin parti-devlet özdeşliğini en rijit temelde işletmeye çalışırken, ikincisinin kurmak istedikleri vesâyetçi yapıları iki vitesli olarak çalıştırmayı tasarlamış olmasıydı. İlk tecrübe, yine otomobil mekaniğinden hareketle, motoru boğan sonuçlar doğururken; ikinci tecrübe bu riski ikinci vites üzerinden hafifletmeyi kâbil hâle getiriyordu. Daha sonraları merkez sağ ve merkez sol ayırımına oturacak olan bu bölünme, temelde aynı olan bir siyâsal doktrinin iki yüzü gibiydi. DP, taşraya uzanan onun sempatisini kazanmış kökleri îtibârıyla CHP'nin katı modernizmini ve ağır bürokratik yapısını yumuşatmaktaydı. Ama, nihâî tahlilde DP de vesâyetçiliğin ve devletçiliğin versiyonu olan paternalist bir siyâsal dünyâ görüşüne sâhipti. Türkiye'de DP'nin temsil ettiği merkez sağ farkı, Hegel'in; siyâsal bir tasarımın “târih”, “inanç” ve “gelenek” tematikleri üzerinden buudlandırılması anlamına gelen, ünlü sittlichkeit kavramıyla ortaya konabilir.

1950'lerdeki siyâsal yüksek tansiyon, CHP-DP husûmeti, bugünden baktığım zaman sıfır toplamlı bir bölünme olarak gözüküyor. 1970'lerin başında merkez sağ içinde, siyâsal kültürel yeni bir çatlak ortaya çıktı. Bu dönem, 1973 Petrol Krizi'yle zirve yapacak olan bir kriz dalgası îtibârıyla DP-AP geleneğinin taşrayı taşımakta artık zorlanmaya başladığı bir dönemdir. MHP zâten vardı ve taşranın milliyetçi-devletçi ve anti-komünist damarını, örgütlediği bir gençlik hareketi üzerinden elinde tutuyordu. Buna yine taşranın dinsel hassasiyetlerini daha inandırıcı bir şekilde işleyen ve azımsanmayacak bir başarı sağlayan MSP izledi. Yine aynı dönemde CHP, TİP'in artmaya başlayan etkisini tasfiye etmek amacıyla doktriner bir yenilenme yaşadı ve sol bir profil kazandı. 1973 Seçimi sonrasında kurulan CHP-MSP Koalisyonu tuhaf bir iç kırılma, savrulma ve rastlaşmanın eseridir. Vesâyetçiliğini sosyal duyarlılık öncelemesiyle perdeleyen bir CHP ile, devletçiliğini paternalist taşra İslâmı öncelemesiyle perdeleyen MSP'nin buluşmasıdır bu. Savrulmaların eseri olan rastlaşmalar ve kesişmeler uzun ömürlü berâberlikler doğurmuyor. Kıbrıs Savaşı'nın rantı üzerinden birbirlerine girdiler ve zâten entipüften olan bu koalisyon da târihe gömüldü.

Bu değerlendirmeyi 1970'lerdeki MC (Milliyetçi Cephe)- CHP gerilimi için de tekrarlayabiliriz. MC Koalisyonu, AP'nin önderliğinde, taşranın; ilki dinsel (MSP), diğeri milliyetçi-dinsel sinir şebekesini elinde tutan (MHP) partileri biraraya getirdi. Bu blok, Türkiye'ye hiçbir şey kazandırmadı. Sâdece komünist tehlikeye kucak açmakla ithâm ettikleri CHP'ye karşı bir direnç oluşturdu. Binlerce gencin ölümüyle sonuçlanan bir 5-6 sene yaşadık.

AP'nin zihniyetinde ılımlı-dindâr, MSP'nin zihniyetinde İslâmî, MHP'nin zihniyetinde ise “Türk-İslâm” ülkülü bir devlet modeli yatıyordu. Bu modellerin elbette taşrada bir karşılığı vardı. Ama bu karşılıklar, bir düzey sosyolojik-kültürel bir derinlik taşımakla birlikte, siyâsal-ilkesel derinliği yoktu. Dolayısıyla herbiri ayrı bir vesâyet tanımına açılıyordu. Genellikle amaçlanan “devleti” ele geçirmek, bürokrasiye yandaşları doldurmak ve iç talanın musluklarını yandaşlardan yana akıtmaktı. Devâm edeceğiz…
#seçimler
#ak parti
#chp
#Milliyetçi Cephe
9 yıl önce
Hisseli harikalar koalisyonları (1)
Özlenen bir imamın temel vasıfları 2
İslâmcılığın "varlık vergisi"
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı