|
Hisseli harikalar koalisyonları (2)
12 Eylül askerî darbesinin kendisini meşrulaştırırken başvurduğu en mühim iddialardan birisi, memleketin sol-sağ kavgasına yol açan “beceriksiz” siyâsetlerle “felâketin” eşiğine getirilmiş olmasıydı. Bu, zâten askerî ve sivil bürokrasinin hep başvurduğu; güdümlü bir merkez sağ ile güdümlü bir merkez solun başarısızlıklarını bahane kılarak, devletin sâhib-i aslîsi olarak müdahâlelerde bulunmak senaryosudur.

Koalisyon târihimizin son halkası, 90'lardaki Restorasyon Koalisyonlarıdır. 90'lar, ANAP'ın tek parti iktidârını sona erdirmişti. Ama merkez partiler, tek başlarına iktidâr boşluğunu doldurabilecek durumda değildi. Târihsel uzlaşma adı altında merkez sağ ve merkez sol biraraya geldi. Aslında bu uzlaşma, sonradan sağlanan değil, zâten örtük olarak varolan; ama kayıkçı kavgalarıyla perdelenen bir uzlaşmaydı. Bütün olup biten, zorunluluklar yüzünden bunun açığa çıkmasıydı. Son bir iç talan hamlesine girişildi. Bu da Türkiye'nin iflâsıyla sonuçlandı. Doğrusu, özellikle v de 99 Depreminin ardından, ordunun tekrar müdahâle etmesinin “nesnel” şartları mantıken olgunlaşmıştı. Ama “öznel” şartlar, meselâ “sağ-sol” kavgası gibi, yoktu. Sağ ve sol uzlaşmıştı. Tabanları kavgalı değildi. Kürt sorunu ise Apo'nun yakalanmış olmasıyla göreli bir çatışmasızlık dönemine girmişti. Nasıl müdahâle edebileceklerdi ki?

90'ların sonunda merkez çürüme, RP'yi güçlendirdi. Belki nesnel şartları olgunlaşmış, ama öznel şartları eksik kalan darbecilik; merkez standartların dışında bir din-siyâset bağını temsil eden RP'nin yükselişini değerlendirmek istedi. Akıl almaz TV programlarıyla ana tehlike olarak “irticânın” işlenmesi, Sincan'da tankların yürütülmesi gibi sansasyonel girişimlerle öznel şartlar olgunlaştırılmaya çalışıldı. Asker sivil bürokrasi ve lümpen sermâye RP'yi engelledi, ama AK Partinin çıkışını durduramadılar.

AK Partinin, kendisini konumlandırırken sık sık tuzağa düştüğü noktalardan birisi de kendisini DP ve ANAP çizgisindeki bir sürekliliğe oturtmaktır. Hâlbuki DP, AK Partinin selefi olamaz. Çünkü DP'nin siyâsal kültürü, devletçiliği popülizmle yorumlayan tipik bir merkez sağ kültürdür. Toplumsal dayanağı ise taşra hassasiyetleri ve pragmatizmidir. ANAP'ın sorunu ise askerî darbenin gölgesinde gelişmesidir. Bu bağlamdaki bir ısrar, AK Partiyi kolaylıkla 60'lardaki tek parti iktidârı kuran AP ile de örtüştürebilir. Dahası RP çizgisinden ayrışma irâdesini anlamsızlaştırır. AK Parti taşranın temsilcisi olan sağ vesâyetçi gelenekten çok farklı bir sosyolojiye oturuyor. Bu sosyoloji, çevrenin demografik olarak kentleştiği, orta sınıflaştığı bir dinamizmi ifâde ediyor. Bu sosyoloji merkez-sağ bir vesâyet kaldırmaz.

Bugün CHP, eski ayırımlar düşünüldüğünde, zâten eski merkez-sol ve merkez sağı içine alan bir koalisyonun partisidir. AK Parti ile olan ilişkisi bağlamında bakıldığında tablonun sol-sağ ayırımına oturtulması doğru olmaz. Türkiye'de siyâsal kültürün dönüşümü sağ-sol ayırımlarını dışarıda bırakan bir dönüşümdür. Artık bütün mesele kimin merkezi denetim altına alacağı meselesidir. (HDP'nin Türkiyelileşme girişimini de sol koalisyon kurmak üzerinden değil, siyâsetin merkezdeki sıklet artışına yormak gerekir.) Bu aslında global siyâsal bir kültürel dönüşümün bizdeki bir yansımasıdır. Yeni siyâsal kültürel sermâyeler merkezdeki beklentileri karşılama kapasitesine göre şekilleniyor. Koalisyon meselesi de buna göre gerçekleşiyor. Değilse Almanya'daki Hristiyan Demokrat-Sosyal Demokrat koalisyonunu bir sol-sağ koalisyon olarak okumak biçimsel bir değerlendirme olur. Buna benzer olarak Yunanistan'daki Syriza -ANEL koalisyonu da anlamını kaybeder.

Yeni global siyâsal kültürel dönüşümün riski merkez siyâsetlerin hangi vasatlar üzerinden işleyeceğinin alabildiğine belirsiz olmasıdır. Bunu belirsiz kılan, sermâyenin teknolojik ağırlığıdır. Keynesyen dünyâda emek yoğunluklu bir sermâye yapılanması mevcuttu. Dolayısıyla yatırım ve bölüşüm sorunları belli bir düzenlilikte çevrimselleşebiliyordu. Merkez sağ-merkez sol yapılar ve ayırımlar bu düzenlilikte anlamlı ve işlevsel olabiliyordu. Sermâyenin teknolojik bir ağırlık kazanması, yatırım ile bölüşüm süreçlerini biraraya getiren ilişkileri dağıttı. Teknolojik yatırımların kaçınılmaz sonucu yaygın işsizliktir. Üstelik yeni işsizlik, orta sınıf beklentilerinin kırılması üzerinden yaşanıyor. Marx'ın dediği gibi “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar” artık siyâsetin öznesi değil. Tam tersine, siyâsette son sözü orta sınıf düş kurmalar ve yine orta sınıf düş bozumları söylüyor. Bu, işsizliği çok daha tehlikeli hâle getiriyor. Çünkü siyâsette bunun yansıması, uzlaşması ve yatıştırılması zor kültürel değişkenlere oturuyor. Sağ ve solu bize hâlâ varmış gibi gösteren, bu akımların yerleşik tematiklerinin sıvılaşarak kültürel kavgaların diline aktarılması; yâni siyâsetin dilinin sun'i bir şekilde “sağcılaştırılması” ya da “solculaştırılması”ndan başka bir şey değil. Bugün Avrupa'da ister merkez, ister aşırı sağ temel alınsın, sağ sanılan oluşumun sosyolojik arka plânı ağırlıklı olarak yabancı düşmanlığı, İslâm endişesinden başka bir şey değil. Sol ise başka bir noktadan, yine orta sınıf hoşnutsuzluklar üzerinden, üstelik lümpenleşerek bu kültür mücâdelelerine eklemleniyor.

AK Parti, bütün sorunlu taraflarına rağmen halâ merkezî beklentileri ve onun vasatî değerlerini karşılıyor. Onu kuşatan muhâlefetin sermâyesi ise eski orta sınıfın yeni orta sınıfların yükselişi karşısında yaşadığı yoksunlaşma duyguları. Bu duygular pejoratif bir keskinlikte “Anti-Erdoğanizm” olarak ifâdesini buluyor. Hiç sanmıyorum ama, eğer AK Parti'nin oyları düşüp, AK Parti karşıtı bir koalisyon ihtimâli doğarsa, bu, koalisyon târihimizin en hastalıklı aşaması olarak târihe geçmeye adaydır.
#12 Eylül
#ANAP
#CHP
9 yıl önce
Hisseli harikalar koalisyonları (2)
Gazze’yi unutmayın!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü