|
Siyasal vaadler
Siyâsal iktidâr ilişkileri toplumsal değerlerin tahsisi ve paylaştırılmasına adanmıştır. Siyâset, siyâset olalı bu böyledir. Modern siyâsetin geleneksel siyâset yapımından farkı, bu işi kimin, nasıl yapacağına dâir, genel oy prensibine dayalı “eşitlikçi” bir seçimi içermesidir. Hâl böyle olunca iktidâr adayları olan partilerin siyâsal vaadlerini nasıl geliştirecekleri ve hangi öncelikler üzerinden yapacakları hayâti bir önem kazanmaktadır. En az bu kadar dikkat çekici olan diğer husus ise, bunların ne kadar inandırıcı olabileceğidir.

Aslında burada belirleyici olan, siyâsetin nesnel ve öznel dünyâları arasındaki ayırımdır. Siyâsetin öznel dünyâsı, aktüel durumların eleştirisinden yola çıkarak ileriye yönsemeli olarak şekillenir. Siyâsetin idealleri olarak bildiğimiz de aslında budur. İdeallerini kaybetmiş ve rutinleşmiş siyâsetler güven vericidir. Ama burada siyâset büyük ölçüde de ruhunu kaybetmiştir. Meselâ refah toplumu sendromlarından birisi de bu kayıp üzerinden insanların siyâsete olan ilgilerini kaybetmeleridir.

Siyâsete doğru ilgi kaybının hem olumlu, hem de olumsuz tarafları mevcuttur. Olumlu tarafın, siyâset dışı ilgi alanlarının zenginleşmesi; olumsuz tarafının ise siyâsal moral kayıplar ve nasırlaşmalar üzerinden yaygınlaşan kitlesel bir sorumsuzluk olduğunu söyleyebiliriz. Burada kayda alınması gereken husus a politik durumun veri bir kriz ortamında, siyâsete ilgisini kaybetmiş ve konformizme alışmış kitlelerin savrulma riskidir. Weimar Cumhuriyetinin konformist kitlelerinin Nazizme savrulması bunun tipik göstergesi olarak anılır. J.P.Sartre'ın sorumluluk ahlâkı vurgusu veya Hannah Arendt'in siyâseti ve siyâsal insanı yeniden inşâ etmeye dönük çabaları bu riskin bir daha yaşanmaması adınadır. Bugün, merkez çekirdek dünyânın yaşadığı durgunluğun siyâsal faturasının yabancı düşmanlığında kabarması da bu açıdan bir kere daha düşündürücüdür. Hâsılı, siyâsetin nesnel ölçülere kavuşması ve rutinleşmesi her zaman da istenen sonuçları doğurmuyor.

Refah toplumlarının dışında kalan yarı-merkez veya kenar toplumlarda, siyâset her zaman daha sıcak bir dünyâ olarak kalmıştır. Bu, siyâsete dönük ilginin kitleselleşmesi anlamına gelir. Refah toplumlarının gerisinde kalan toplumsal değerlerin nerelere tahsis edileceği veya nasıl paylaşılacağı belirsizdir. Tabiatıyla, bu belirsizlik her zaman bir siyâsal spekülasyon dünyâsı doğurur. Siyâseti yarı-merkez ve kenar dünyâlarda ısıtan, şişiren de budur.

Tahsisât temelde, toplumsal değerlerin artığını geliştirmekle âlâkalıdır. Biz bunu kalkınmak, gelişmek olarak görürüz. Bölüşüm ise mevcut artığın nasıl dağıtılacağı meselesidir. Siyâsetin gönül hanemde pek yeri yoktur ama, benim gözümde başarılı siyâsetler nihayetinde “tahsisât” ve “bölüşüm” ilişkileri arasındaki dengeyi kuran siyâsetlerdir. Bunun kolay bir iş olduğunu söyleyemeyeceğim. Hele ki, yarı-merkez ve kenar dünyâlar için bu çekirdek refah dünyâlarda olduğundan daha zordur. Çünkü, tahsisât ve bölüşüm birbirini dışarıda bırakmak isteyen etkilere sahiptir. Refah toplumlarının sağladığı başarı bu iki alanı kısa devre yapmayacak bir şekilde otonomlaştırmak olmuştur. Hâlbuki yarı merkez ve kenar dünyâlarda bu iki küre arasındaki mesâfe hayli dardır. Sık rastlanılan tablo tahsisâtların, bölüşümü domine ettiği tablodur. Devletçilik, devlet bağımlı veya bürokratik sermâye olarak bilinen örüntü de aslında budur. Burada olan, bölüşümün tahsisâtın fonksiyonu olmasıdır. Vesâyet rejimlerini, doğuran da budur.

AK Parti'nin sağlamış olduğu başarı tahsisât –bölüşüm ilişkilerini, kamu sektörünü by pass ederek “belediyecilik” üzerinden dönüştürmüş olmasıdır. Türkiye'de, Ak Parti iktidârı döneminde belediyeler tahsisâtın en önemli odaklarından birisi hâline geldi. Pek çok yatırım belediyeler üzerinden yürüdü. Belediyelerin kaynakları arttırıldı. Bu kaynakların kayda değer bir kısmı da bölüşüme aktarıldı. Bu, tahsisât ve bölüşüm ilişkilerini hem görece yataylaştıran ve doğrudanlaştıran, hem de başka bir zeminde kuran bir dönüşümdür. Mevcut vesâyet ilişkilerini zora sokan ve AK Parti'ye persona non grata muamelesi doğuran yine bahsedilen dönüşüm olmuştur.


2015 Seçimine doğru siyâsal partilerin seçim vaadlerini izlerken bu ilişkileri dikkate almak gerekiyor. Mukayeseli olarak bakıldığında AK Parti'nin vaadleri, CHP veya HDP'ninkiler kadar parlak gözükmüyor. AK Parti'nin görece yataylaştırıp doğrudanlaştırdığı tahsisât-bölüşüm ilişkileri toplumun siyâsal beklentilerinde “istikrar” çizgisini oluşturuyor. AK Partinin seçim stratejisi öncelikle “istikrar” beklentilerini pekiştirimi ile ilişkilidir. Bunun üzerine “Yeni Türkiye” söylemini kuruyor. Neticede siyâsetin “nesnel” ve “öznel” dünyâsını belli bir dengede tutuyor. CHP ile HDP'nin yaptığı ise bölüşüm konusunda beklentileri arttıran bir spekülâsyon olmaktan ileri gitmiyor. Bu ne kadar başarılı olabilecektir? Benim öngörüm bunun başarısının çok sınırlı kalacağı yolundadır. (İki anahtar fiyaskosu ve en krizli dönemde Genç Parti'ye verilen desteğin %7'de kalması bunun ilk anda akla gelen kanıtıdır.) CHP'nin rejim bekçiliği profilinden çıkıp bölüşümcü siyâsetler geliştirmesi olsa olsa ,”Acaba bu defa HDP'ye mi oy verelim?” diye düşünen kemik seçmenlerini yeniden partiye kazandırabilir, ama AK Partinin kitlesinden CHP'ye bir geçişi sağlayabilemez.
#ak parti
#seçimler
#seçim vaatleri
9 yıl önce
Siyasal vaadler
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle