|
O "dev adam"ların attığı adımlara borçluyuz

''Geç kalmak'' deyince, yine şiir.

Yunus''un şiiri olduğu söyleniyor. ''Geç kalmak''ların en ''şiddetli''sini beyan ediyor, ilk dizesinde.

“Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.”

Buradaki geç kalmak, varoluşsal.

Herkes, kendisi hesap edecek, neye geç kaldığını, nasıl geç kaldığını.

Herkes, kendisi feryad edecek geç kalmışlığına...

Bedri Rahmi Eyüboğlu''nun ''Üç dil''i geç kalmaya dair değildir aslında.

“En azından üç dil bileceksin

En azından üç dil

En azından üç dilde

Ana avrat dümdüz gideceksin”

Diye başlayan Bedri Rahmi, üç dili niçin bilmemiz gerektiğini şiirin taa sonunda söyler.

“Oğlum Mernuş, sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.”

Bu, varoluşsal değil, ''milli'' bir geç kalış. Muasır medeniyete bir gönderme yani.

Ben, bütün geç kalma türlerine dahilim. Ama şu şiirlerde geçen geç kalmaların bu yazıyla ilgisi sadece çağrışım.

Beni galiba, yazarken ve yaşarken, böyle çağrışımlar yönlendiriyor.

Anlayan birisi tahlil etse, içimdeki ıslah olmaz ''kaderci''yi bulur.

Geçenlerde Rahmet-i Rahman''a erişen ''Kutuz Hoca''yı yazmakta geç kaldığımı düşünürken oldu bu çağrışımlar.

Sadece iki tanesini yazdım ''çağrışan'' şeylerin. Hepsini yazmaya kalksam işin içinden çıkamazdım.

İsmail Kara''yı uzun zamandır görmüyorum. İsterlerse ''rüşvet-i kelam'' saysınlar, yazacağım, o bilir rüşvet-i kelam olup olmadığını.

Özledim.

Mustafa (Kutlu) Abi''yi seyrek de olsa görüyorum. İsmail Kara''yı çok zaman oldu görmedim.

''Kutuz Hoca''nın Hatıratı'' çıktığı zaman bir solukta okumuştum. Harikaydı.

O hatıratta, biraz da babamı görmüştüm. Hatta kendimi.

Ben, kendimi, en çok o Kutuz Hoca''nın ve babamın anlattığı insanlara medyun hissediyorum.

Yazmayı en çok arzu ettiğim şey, o insanlardır.

Diplomaları yoksa da, ''icazet''leri olan, şimdiki ''bilmeyen'' profesörlere karşılık, bildiklerini gerçekten bilen, ilim sahipleri.

Hiçbir dünyevi menfaat gözetmeden, sadece ''Rıza-i Bari'' için dağ başlarında, ağaç diplerinde ders okutan hocalar.

Pervanenin ateşe doğru koşması gibi, hayatta bir karşılığı olup olmadığını bilmeden, dünyevi bir karşılık hesap etmeden, o hocaları arayıp bulup, önlerinde diz çöken, yoksul, üstü başı yamalı, karınları çoğu zaman aç çocuklar.

''Dört sene Şükrü Hoca''nın evine gittik, Arapça okuduk'' diyor babam. “Bir kere olsun yüksünmedi. Yeri geldi hane halkı bize hizmet etti. Bir kuruş menfaatleri yoktu.”

Şükrü Hoca dediği, Düzce''den, merhum ve mağfur, Şükrü Gündoğdu hoca.

Bana sorarsanız, bu büyük, isimsiz adamların herbirinin hikayesi, birer destandır.

Bu adamların hepsi birer kahramandır.

Kutuz Hoca, kitabında, kendi tahsil hayatını anlatıyordu. Babamın hikayesine benzer bir hikayeydi işte. Anlattığı hocalardan bazıları, mesela merhum Çifaruksalı Aşık Kutlu Hoca, babamın da hocasıydı.

O kitabı okuduğum sıralar, babama da, hatıralarını yazmasını söylemiştim. Yazdı, şimdi elimin altında. İnşaallah hazırlanıp basılacak.

O kitaptan sonra, birkaç hocanın daha hatıratı yayımlandı. Ben bazılarını okudum. Hepsi çok güzeldi.

Kutuz Hoca''yla, o kitabın dışında bir alışverişim olmadı.

Olmadı mı gerçekten?

Hocayı görmedim. Onunla iki kelam etmedim.

Ama, Kutuz Hoca''yla başka alışverişim olmadı desem, eksik söylemiş olurum.

Kutuz Hoca''nın iki oğlunu tanıdım.

Biri İsmail Kara, biri Mustafa Kara.

İkisinden de bir şeyler öğrendim.

Bir şey öğrenmemiş bile olsaydım, bu iki insanın varolmaları başlıbaşına değerli bir şeydi(r).

Şu Pazar günü, şu sessizlikte, gönlümden koptu Kutuz Hoca''yı anmak ve bunu vesile ederek gönlümdeki bir şeyi paylaşmak.

Şöyle bir şeyi:

Ben, kendimi, Kutuz Hoca''nın (ve başka yüzlerce büyük insanın) bir harf, bir kelime, bir kelam öğrenmek için, yağmur altında veya güneş altında, kimi zaman jandarmadan korka korka, kimi zaman ana baba şefkatinden feragat ederek, Rize''nin veya başka bir şehrin kimbilir hangi dağında, hangi ormanında taban tepmesine borçlu hissediyorum.

İşte paylaştım.

Kutuz Hoca''nın kitabı çıktığı zaman, (en az on yıl önce) Yeni Şafak''ta haber yapmıştık.

İsmail Abi, haberi görmüştü. Teşekkür etti. Ama, haberin bir yerinde Kutuz Hoca''ya ''merhum'' demişiz. Bunu da hatırlattı.

Tabii ki bir hataydı.

Şimdi bir hatıra oldu.

O ''Rahmet'' bugün Kutuz Hoca''ya erişir inşallah.

Geç kaldım ama yazdım. Geç de olsa yazmak, hiç yazmamaktan evladır.

12 yıl önce
O "dev adam"ların attığı adımlara borçluyuz
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle