|

10 Ağustos: Yeni fırsatların habercisi

Yedi yıl önce, Recep Tayyip Erdoğan yerine Abdullah Gül''ün Cumhurbaşkanı olması konusu parti içerisinde bir sorun haline getirildi mi? Bakanlık dağılımlarında beklentiye girmiş olanlar genel başkanlarıyla hiç ters düşüp küskünlük yaşadılar mı? Ana soruyu soralım o zaman: On üç yıllık bu siyasi hareket, yukarıdakilere benzer yüzlerce tefrikaya sebep olabilecek örnekler yaşamış olmasına rağmen, şimdi ne değişiyor ki farklı bir siyasi gelenek ortaya çıkarabilsin?

Prof. Dr. Selahattin Bekmez
00:00 - 21/08/2014 Perşembe
Güncelleme: 22:10 - 20/08/2014 Çarşamba
Yeni Şafak
10 Ağustos: Yeni fırsatların habercisi
10 Ağustos: Yeni fırsatların habercisi

Türkiye Cumhuriyeti tarihi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daima sancılı süreçlere şahit oldu, lakin bu sefer alışılagelmiş geleneklerden çok farklı bir seçim süreci yaşandı. Çünkü 10 Ağustos seçimi iki açıdan farklılık arz ediyordu. Birincisi, her ne kadar seçime katılım oranı nispi olarak düşük olsa da, Cumhurbaşkanını kendi oyuyla seçiyor olmanın verdiği farklı bir heyecan vardı seçmenler üzerinde. İkincisi ve daha önemlisi ise, muhalefet partilerinin imkansızı başarmış ve tek aday üzerinde uzlaşmış olmaları idi.

Bu iki yenilik dışında zorlu ama rutin çekişmelerle geçen seçim kampanyaları sonucunda beklenen oldu ve seçim sonuçları, gelecek nesillere siyasette suni ittifakların asla ama asla başarılı olamayacağına dair çok kıymetli deneyimler armağan etti. Sonuçta, Başbakan sıfatıyla seçime giren Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla seçimden çıkmış oldu.

SİYASİ FIRSATLAR

Devleti halka, halkı da devlete yaklaştıran demokratik açılımlar daima ileri demokrasinin ve demokratik olgunluğun kaynağı olmuştur. Konuya bu bağlamda bakıldığında, daha önce dolaylı yoldan belirlemiş olduğu Cumhurbaşkanını, halkın direkt olarak kendi oylarıyla belirliyor olması hasebiyle Türkiye demokrasisinde bir kalite farkı yaşanacağı ve ülkeye daha olgunlaşmış bir demokrasinin yerleşeceği muhakkak. Ayrıca, her ne kadar Anayasal yetkilerde bir artma olmasa da, halk tarafından seçilmiş olan bir Cumhurbaşkanı, bu durumun verdiği siyasi ve diplomatik özgüvenle daha rahat hareket etme, gerek ulusal gerekse uluslararası konularda daha etkin rol alma ve oyunun kurallarının belirleyicisi olma şansına sahip olacaktır.

Ayrıca, adayların kendilerini halka anlatma ve inandırma zorunluluğu meydana çıkacağı için, sadece karalama ve kötüleme tarzı politikalar yeni Türkiye''de artık prim yapmayacaktır. Bunun yerine, siyaset üreten, çözüm önerilerinde bulunan, halkın taleplerine kulak tıkamayan ve aynı zamanda bir sonraki seçimde halka hesap verilebilir bir yönetim anlayışıyla idare edilen bir Türkiye ile karşı karşıya kalacağız. Hal böyle olunca, siyasi partiler tarafından bir ''tik'' haline gelmiş olan istemli ve istemsiz, yerli ve yersiz sistem tıkayıcı eleştiriler de otomatik olarak ortadan kalkmış olacaktır.

EKONOMİK FIRSATLAR

Konu ekonomik açıdan değerlendirildiğinde ise, siyasal istikrarın ekonomik istikrarı da tetikleyeceği gerçeğini ortaya çıkaran bir seçim sonucundan bahsedilmesi gerekmektedir. Türkiye ekonomisi, AK Partinin iktidara geldiği on iki yıl önceki durumu ile kıyaslandığında kayda değer ekonomik ilerlemeler kat etmiştir. Milli gelir rakamlarındaki reel artışlar, enflasyon oranlarındaki ciddi düşüşler ve sürdürülebilir büyümenin yakalanmış olması gibi unsurlar bu duruma sadece birkaç örnek olarak sunulabilir. Ancak, son bir yıl içerisinde iki seçim birden yaşanmış, hükümetin siyaset dışı bazı etkenlerle uğraşmak zorunda kalmış ve Ortadoğu''daki jeopolitik risklerin artmış olması dolayısıyla ikinci plana itilmek zorunda kalınmış olan ekonominin tekrar ön plana alınması için ciddi fırsatlar ortaya çıkarmaktadır bu seçim sonuçları. Birçok açıdan güçlü olan Türkiye ekonomisi dünya konjonktürünün de etkisiyle bazı kırılganlıklarla karşı karşıya kalmıştı. Örneğin, petrol fiyatlarındaki oynaklık ve kuraklık/don gibi mevsimsel etkenler birer maliyet artırıcı unsur olarak enflasyondaki düşüşe bir nebze engel oldu; FED''in daraltıcı para politikaları dolayısıyla tüm gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye de olumsuz etkilendi; IŞİD''in Irak''ta uyguladığı terör dolayısıyla ihracatımızda ciddi azalmalar meydana geldi.

Tüm bunlara rağmen, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda halkın ekonomik ve siyasi istikrara oy verdiği ve bunun dışındaki faktörleri pek önemsemediği tescillenmiş oldu. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının, söz konusu istikrarı olumlu değerlendirmeleri gerekirken, buna tepkisiz kalmaları, hatta hükümet politikalarının öngörülebilirliğindeki kırılganlığın devam ediyor olduğunu hemen seçim sonrasında vurgulamış olmaları bir tarafa bırakılırsa, Türkiye ekonomisi seçim sonuçlarını oldukça olumlu yönde fiyatladı aslında.

Bir başka unsur olarak, Türkiye ekonomisindeki büyümenin hizmetler ve finans sektörü ağırlıklı olarak gerçekleştiği, tasarrufa dayalı bir büyümenin ise henüz oluşmadığı savının ortadan kaldırılması için yeni politikalar üretme zamanının geldiği de, seçimle birlikte bir fırsat olarak ortaya çıkmış oldu.

Tüm bunların yanında, belki de en önemli konu olarak vurgulanması gereken husus, başkanlık sistemine geçişin güçlü bir ekonomiye bağlı olduğu gerçeğidir. Bunun için de, küresel riskleri de dikkate alarak, ekonomik reformlara odaklanmak ve genel seçimlere kadar olan 10 aylık süreci bir fırsata çevirmek gerekmektedir. Zira Cumhurbaşkanlığı seçimlerine endekslenmiş olan bir siyasi belirsizlik, ekonomik belirsizliği de beraberinde getiriyordu. Şimdi bu durum ortadan kalkığına göre, tasarruf artırıcı ve ihracat odaklı büyümeye endekslenmiş politikalar üretilmesi için oldukça uygun zeminlerin ortaya çıktığını görmekteyiz.

Konu Avrupa Birliği düzleminde değerlendirilecek olursa, yine önemli gelişmelerin sağlanabileceği bir platform oluşturulabilir. Uzun zamandır AB ile hiçbir yeni faslın açılamamış olması da söz konusu belirsizliklerin varlığı dolayısıyla gerçekleşmiş sonuçlardır. Seçim sonuçlarıyla birlikte, AB''nin ekonomik ve siyasi kriterlerine uygun politikalar üretmek için daha ciddi politikaların ve müzakere ortamlarının oluşturulması için de daha sağlam zeminler ortaya çıkmış oldu.

AYRIŞMA OLUR MU?

AK Parti''nin siyasi vizyonu analiz edildiğinde kısa ve orta vadede ayrışma ve bölünme beklemek tamamen bir ''siyasi miyopluk'' olarak değerlendirilebilir. Zira kurulduğundan bu yana geçirmiş olduğu 13 yıllık süreçte belki yüzlerce badireler atlatan AK Parti yöneticileri hep fikir birliği içerisinde hareket ederek bu badireleri atlatmışlardır.

Söz konusu badirelerin bazıları AK Parti''nin tüzel kişiliği ile ilgi iken, birçoğu da görev dağılımıyla alakalı konulardı. Gerekli istişareler yapıldı, fakat hep kol kırıldı yen içinde kaldı. Bu tarz bir ''siyasi ketumluk'' parti içi disiplinin ciddi bir şekilde sağlanmasına neden oldu. Örneğin, yedi yıl önce, Recep Tayyip Erdoğan yerine Abdullah Gül''ün Cumhurbaşkanı olması konusu parti içerisinde bir sorun haline getirildi mi? Bakanlık dağılımlarında beklentiye girmiş olanlar genel başkanlarıyla hiç ters düşüp küskünlük yaşadılar mı? AK Parti''nin ağır topları olarak nitelendirilebilecek onlarca kişinin gelecek genel seçimden itibaren ''siyasi emekli'' konuma düşecekleri üç dönem kuralı bu kişiler tarafından hiçbir şekilde problem konusu yapıldı mı?

Ana soruyu soralım o zaman: On üç yıllık bu siyasi hareket, yukarıdakilere benzer yüzlerce tefrikaya sebep olabilecek örnekler yaşamış olmasına rağmen, şimdi ne değişiyor ki farklı bir siyasi gelenek ortaya çıkarabilsin? Daha zor koşullarda tefrikaya düşmeyen bu dava bilincindeki insanlar şimdi neden mevcut koşullarda da, bu bilinçli davranışlarını tekerrür ettirmesinler ki?

10 yıl önce