|

Alevi açılımının geleceği

Dersim için devlet adına özür dileyen partinin bu aşamada Alevilerle daha sıcak temas kurmasını bekliyor insan. Ancak bu konuda partiden gelen açıklamalar ne yazık ki umut verici değil.

Şenol Kaluç
00:00 - 7/12/2011 Çarşamba
Güncelleme: 21:16 - 6/12/2011 Salı
Yeni Şafak
Alevi açılımının geleceği
Alevi açılımının geleceği

Başbakan Erdoğan'ın Alevilerle birlikte 2009 Ocak ayında Muharrem iftarına katılarak fiilen başlattığı ve Alevilerin sorunlarını çözme vaadinde bulunan Alevi açılımı yine bir Muharrem vaktinde bu kez Başbakan Yardımcısı Bozdağ'ın açıklamaları ile tartışmaya açık olmayacak bir şekilde fiilen bitmiş görünüyor. Ve yapılan onca çalıştaya ve harcanan onca emeğe rağmen gelinen nokta en azından AK Parti açısından “Benim oğlum bina okur, döner döner bina okur” misali oldu. Geçmiş iki dönemde AK Parti Türkiye'de kimsenin hayal bile edemeyeceği adımlar atarak zihinlerdeki duvarları zorlamış, vesayetçi-statükocu düzenin temellerini sallamış, Kemalist ideolojinin deforme ettiği zihinleri sarsmışken, ustalık dönemindeki beklenti bu adımların artarak devam edeceği ve Türkiye'ye ayak bağı olan prangaların kırılacağı yönünde idi. Ve bu yönde “Dersim özrü” ile de büyük bir adım atılmıştı.

AK PART'NİN HER ŞEY OLMA HALİ

Dersim özrünün amasız bir şekilde kabulünün önemini düşünürken, maalesef Sayın Bozdağ'ın talihsiz açıklamaları bu özre mesafeli yaklaşan çevreleri haklı çıkarırcasına AK Parti'nin kendi kalesine attığı bir gol oldu. Uzun süredir demokrat çevrelerde oluşan, AK Parti'nin belini kırdığı vesayetçi -statükocu düzeni yeniden kendine göre reforme ederek kullanışlı hale getirmeye çalıştığı; demokratikleşme adımlarını kendi işine yaradığı sürece devam ettirdiği, yaramadığını düşündüğünde yüz üstü bırakabileceği kuşkusunu doğrulayıcı tavırların son örneğiydi bu açıklama. Ustalık döneminin bir özelliği olmalı, AK Parti'nin tüm siyasi rakiplerinin argümanlarını büyük bir ustalıkla kendi söylemine katması. Bazen MHP kadar “milliyetçi”, BDP kadar “Kürt”, CHP kadar “sosyal demokrat” oluyor. Bu eklektizme, son olarak, İhsan Dağı'nın “Kemalizm öldü, hepimiz Atatürkçüyüz” yazısında açıkça ortaya koyduğu gibi Atatürkçülüğü de ekledi. “Atatürkçülük yapılacaksa onun da en iyisini biz yaparız” tarzında sözler sarf etmeye başladı. Böyle bir terkibin sonunun nasıl olacağı ise gerçekten bir muamma. Atatürkçülük yaparken Kemalizm'in aydınlanmacı-pozitivist dünyasına teslim olmamak, bu tuzaktan kaçmak mümkün görünmüyor.

AK Parti de bilerek/bilmeyerek Kemalizm'in bu eğilimlerine teslim oluyor. AK Parti kurmaylarının 10 Kasım mesajlarında, İçişleri Bakanı'nın Kürt sorunu ile ilgili açıklamalarında ve son olarak 3 Aralık'ta Sabah gazetesine Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın açıklamalarında bu teslimiyetin büyük ölçüde tamamlandığını görülüyor. Dersim özrüne rağmen AKP çok eleştirdiği tek parti CHP'sini hatırlatmakta ve -belki ağır bir yorum olacak ama- çoğunluk diktasına doğru yol aldığı yönündeki suçlamaları haklılaştırıyor. Böylece bir kere daha Kemalist eğitim sisteminin başarısız gözükürken bile aslında ne kadar güçlü olduğunu sağcısından solcusuna, muhafazakârından batıcısına, Türkçüsünden Kürdüne hepimizin zihniyetini nasıl iğdiş ettiğini bir kere daha açıkça tecrübe etme fırsatı yakalamış olduk. Bozdağ'ın açıklamalarını okurken büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı belirtmek isterim. “Kur'an kursları” yasağı ve YAŞ konusunda ki o çok demokrat çıkışları ile ümit vadeden Bozdağ'ın, Orhan Kemal Cengiz'in “Alevi'ye Kemalist olmak neden bu kadar kolay?” yazısını doğrularcasına Alevilerin talepleri konusunda demokratlığını rafa kaldırması ve Kemalistleşmesi gerçekten çok ilginç. Karşımızdakinin bir AKP kurmayı olduğunu bilmesek, konuşanın tek parti döneminin bir CHP kurmayı olduğu hatasına rahatlıkla düşebilirdik. Bozdağ'ın, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı “Atatürk kurdu” diyerek meşrulaştırması, cumhuriyetle eşitlemesi, “Türkiye'nin çimentosu” olarak görmesi ve son olarak da dini görünür sosyal hayattan söküp atmak isteyen ve onu zincirlemek isteyen Kemalistlere özgü bir ruh hali ile “Diyanet'te tarikatlara, mezheplere yer verilmiş olsa nasıl bir tablo çıkar...” şeklindeki yaklaşımları, onunla imanlı bir Kemalist arasındaki farkı siliyor.

SORUNU TEOLOJİ Mİ SİYASET Mİ ÇÖZECEK?

Daha da kötüsü, “Kuruma ne Alevilerle ne de başka mezheplerle ilgili görev verilmiş” derken, sanki Diyanet'in geçmişini ve ne işe yaradığını hiç birimiz bilmiyormuşuz gibi konuşması da ayrıca yanlış. Türkiye'deki dinin zevksizleşmesi ve tüm estetiğini kaybetmesine yol açan bir kurumun bu denli övgüye değer görülmesi ise Süleyman Demirel'in popülizmini hatırlatıyor. Cemevleri konusunda “Hiçbir dinde iki ibadethane yok” şeklindeki yaklaşımı ise insanı “Acaba Sayın Bozdağ, İslam tarihini bilmiyor mu?” şüphesine düşürüyor. Binlerce yıldır mes-citlerin yanı başında yer alan tekke ve zaviyeleri her halde “cümbüşevi” olarak görüyor olmalı ki böyle bir iddiada bulunabiliyor. Bu tavır açıkçası yüzlerce yıllık İslam kültürüne ve yeryüzünü mescit gören birikime, en azından bihaber olmak demek. Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi isteğini “Bu tartışma siyasi bir tartışma olsa kanunla çözeriz. Bu teolojik bir tartışma” sözü ise topu taca atmak anlamına geliyor. “Bunu o dinin kutsal ki-tapları ve peygamberleri tayin eder, devletler karışmaz” demesi ise hem doğru hem de yanlış. O zaman cesaretiniz varsa “Tekke ve zaviyelerin kapatılması” hakkındaki kanunu kaldırın derler insana. “… nüfusun yüzde 99'unun benimsediği bir dini devlet 'ben öğretmiyorum derse' din yerin altına girer, Talibanlaşır, El Kaideleşir” tespiti ise değme Kemalistlere taş çıkarmak değilse nedir?

AK PARTİ'NİN KULLANMADIĞI ŞANS

Ancak Bozdağ'ın açıklamalarını tek başına ele almakta haksızlık olur. Alevi açılımına rağmen 12 Eylül referandumu sürecinde bizzat Başbakan tarafından başlatılan Alevilere cephe alma siyaseti seçimlerde de devam etti ve Bozdağ ile son noktaya ulaştı. Bozdağ'ın açıklamaları esef verici ve tamiri güç bir sürecin habercisi. Bu son açıklama ile birlikte Alevilerin CHP ile olan ilişkisinin “Stockholm Sendromu” şeklinde nitelendirilmesinin hiçbir anlamı kalmadı. Diyalog kapılarını kapatan bir AK Parti var. Ve kanımca AK Parti CHP'yi Aleviler üzerinden vururken asıl amacı Sünni-muhafazakâr çevreleri kendi etrafında kenetlenmek. Aleviler üzerinden CHP'ye vururken kapıların Alevilere şiddetle kapatılmasının başka bir izahı görünmüyor. AK Parti'nin bir an önce bu oyundan vazgeçmesi ve Alevilerle samimi bir şekilde buluşması gerekiyor. Ancak görünen köy kılavuz istememesine rağmen, bugün varılamayacak kadar uzak.

AK Parti demokratikleşme vizyonundan kaçar adım uzaklaşırken bu sürecin sonunda hiç ummadığı bir yenilgi ile karşılaşması şaşırtıcı olmayacak. Alevileri küstüren, başörtülülerin umutlarına ilaç olamayan, Kürtlerin demokratik vatandaşlık isteklerine tuhaf yaklaşımlar sergileyen bir iktidarın uzun süre devam edemeyeceği açık. Ve bugün ona oy veren kitlelerin yarın terk etmeyeceğinin de hiçbir garantisi yok. AK Parti'den daha demokrat ve Türkiye'nin önünü açıcı bir zihniyete sahip samimi siyasi bir alternatifin ortaya çıkması her şeyi değiştirir. Şimdiye kadar pek çok yazımda belirttiğim gibi AK Parti'nin şansı karşısındaki muhalefetin düşük kalibresinde. Ancak bunun hep böyle gideceğini düşünmek yanlış. Başbakan'ın geçirdiği rahatsızlık bir uyarı olmalı. AK Parti'nin “gururlanma padişahım senden büyük Allah var” diyecek samimi dostlara ihtiyacı var. Ama onlar da öylesine az ki.

* LDT Alevî-Bektaşî Araştırmaları Merkezi Direktörü
12 yıl önce