T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Üzeyir Garih'e şükranla...

Menfur cinayetin üzerinden bir hafta geçti. Olayın güvenlik alanına giren 'cinâî' bir yönü var; ancak cinayet sonrasında, içinden geçtiğimiz dönem için göz açıcı özellikler taşıyan pek çok ayrıntıdan da haberdar olduk. Yaşarken 'gerçek' peşinde koştuğu bilinen Üzeyir Garih, öldükten sonra da epeydir gözlerden saklanan bazı 'gerçekler'in ortaya çıkmasını sağladı...

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de, en netameli konuların başında, 'Yahudi sorunu' geliyor. Tarih boyunca, dünyanın bir çok yerinde, kitlesel imha (pogrom) hedefi yapılan Yahudiler, 'uygar' bilinen Batı'da, eşit haklara, ancak 20. yüzyılın ortalarında kavuşabildiler. Aynı yüzyılın ilk çeyreğinde, ABD'de, pek çok üniversite Yahudi öğrenci kabul etmezdi. Oysa, Osmanlı devleti, engizisyon zulmünden kaçacak yer arayan Avrupa Yahudileri'ne 'sığınak' teşkil etmişti. İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Berlin'in etkisine açık hale geldiği kısa bir dönem dışında, Türkiye Cumhuriyeti de, 'ırkçı' uygulamalara yüz vermedi. En önemlisi şu: Türkiye, 'Yahudi karşıtı' (anti-semitik) bir hissin hiçbir dönemde halk üzerinde etkili olmadığı bir ülkedir...

Son cinayet, 'anti-semitik' olmakla suçlanan çevrelerin bile, o iddiayı hak edecek keskin bir tavrı bulunmadığını açığa vurdu. Öldürülen kişinin diyaloga açık kişiliği biliniyordu zaten, cinayetten sonra İslâmî kesimlerle ortak pek çok paydaya sahip çıktığı da öğrenildi; bunların ona ihtimamla yaklaşmada önemli bir rolü bulunduğuna kuşku yok... Ancak, bu, söylemeye çalıştığımız gerçeği zayıflatmıyor, tersine perçinliyor: Üzeyir Garih'e gösterilen ve cenaze törenine de yansıyan samimi ilgi, 'Yahudi ırkına düşmanlık' olarak özetlenebilecek bir çarpık hissin İslâmî kesimde var olmadığını ispat etmiştir...

Bu ilgide "Üzeyir Garih gizli din taşıyordu, aslında Müslümandı" türü bir yakıştırmanın rolü olmadığı belli. Böyle bir iddiaya yer yok. Garih'in 'inançlı' bir insan olması ona ilgi duyulması için yetti. Nakşi şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'ye ve Mareşal Fevzi Çakmak'a duyduğu özel yakınlık, belli ki, 'kişisel' ve 'Musevi cemaati' eksenli bir duyarlılığın eseriydi. Bu tür çapraz yakınlıklara semâvî din inançlıları arasında rastlanabilmesi doğal. İslâm'ın çıktığı ve geliştiği coğrafyada üç dinin mensupları sürekli içiçe yaşayageldiler.

Bazıları için cenaze törenlerinin İslâm'da ve Musevilik'te 'dua' anlamı taşıdığı bir yeni keşifti. Canlı yayınlarda, Sinagog'ta, kadınların erkeklerden farklı bir yerde tutuldukları ve başlarını örttükleri de görüldü. Mâbette Musevi erkekler de başlarını takkeyle (kippa) örtüyorlardı. Her dinin (bazısı ortak veya benzer) 'ritüeli', erkekler ve kadınlar için ayrı uygulamaları olabildiği, cenaze töreni sırasında, gören gözler tarafından fark edildi. Üzeyir Garih'in kederli eşinin 'başörtüsü' de, 'sosyal demokrat' işadamı İshak Alaton'un başındaki 'takke' de birer 'siyasal simge' değildi.

Musevi bir işadamı cinayete kurban gittiğinde hemen akıllara gelmesine alıştığımız kolaycılık, bu son menfur cinayet sonrasında sökmedi. Kanal kanal dolaşıp tezviratlarını yaymaya çalışanlar bu defa da oldu; ancak o tipler, yaptıklarının ne kadar yavan kaçtığını kendileri de fark edip kuyruklarını apış aralarına sokup ortalıktan çekildiler. Aklı başında bir kişi bile, "Üzeyir Garih İslâmî kesim kurbanı" diyemedi. Bu serinkanlı tavır, geçmişin 'İslâmcı terör' yaygaraları sırasında da takınılabilseydi, yanlış hassasiyetlere sürükleyip bugünlerde içinde debelendiğimiz krizlere düşüren anormallikler yaşanmazdı...

Hayatını, bir 'başöğretmen' gibi, eriştiği gerçeklerin başkalarına aktarılmasına vakfettiğini ölümünden sonra öğrendik Üzeyir Garih'in... Televizyon ekranlarına yeniden taşınan programlarda söyledikleri uzlaşılacak ortak paydalara çok yakın duran bir bilge kişi olduğunu ispat ediyor. Bir azınlık mensubu olarak çoğunlukla buluşmakta zorlanmayan Üzeyir Garih, 'toplum mühendisliği'ne soyunan nice dayatmacıya örnek olmalı.

Cinayeti işleyenlerin (ve varsa azmettirenlerin) menfur fiillerini işlerken akıllarından bile geçirmiş olamayacakları, Üzeyir Garih'e şükran duymamızı gerektiren müthiş gerçekler bunlar işte...


3 Ağustos 2001
Pazartesi
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED