T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Partiler gerçekten rejim için masraflı mı?

Genelkurmay Başkanlığı 30 Ağustos resepsiyonuna, Meclis'te hayli geniş bir kadroyla temsil edilen Saadet Partisi ve AK Parti'yi çağırmadı.

Buna karşılık Meclis'de temsil edilemiyen CHP resepsiyona davet edilmişti.

Ortaya çıkan garip durum üzerine Genelkurmay yetkilileri, bu iki partinin çağırılmaması gerekçesini 'tasarruf' olarak açıklamak durumunda kaldılar.

Silahlı kuvvetlerin, Türkiye, cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşarken silahlanma harcamalarında fazla bir tasarrufa başvurmazken, kokteyl harcamalarında 'tasarruf' yapmak amacıyla SP ile AKP'yi resepsiyona çağıramaığı anlaşılıyor..

Bu gerekçe ne derece inandırıcıdır ayrı bir konu ama, ortaya çıkan tablo aslında skandaldan çok, rejimin rengini ortaya koyan bir anlayışı sergilemesi açısından önem taşıyor.

Ayrıca, kürsüsünün arkasında, "Eğemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diye yazan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ne kadar küçümsendiğini ve hatta aşağılandığını göstermesi bakımından üzüntü verici bir durum.

Üstelik de sadece Meclis'e yönelik bir hakaret de söz konusu değil. Anayasa'nın 68'inci maddesinde, ' Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez' unsurları olarak belirlenmiş olan siyasi partilere ve kısaca, 'siyasal sistem'in bütününe yönelik bir saygısızlık da söz konusu…

Davette, sedece Meclis'te temsil edilen siyasi partiler arasında değil, Meclis dışındaki partiler arasında da ayrımcılık yapılmış bulunuyor.

Meclis'in neredeyse beşte birini oluşturan iki parti davete çağrılmazken ve Meclis dışında onca parti varken, Meclis'te temsilcisi bulunmayan CHP'nin de resepsiyonun çağrılıları arasında bulunması bu tercihlerin bilinçli yapıldığını gösteriyor.

Yani, gerekçe öyle 'tasarruf'la falan açıklanabilecek gibi değil.

Devletin bir anayasal organı olan Genelkurmay Başkanlığı, bir devlet resepsiyonunda, devletin diğer organlarını ve hatta yasama erkinin önemli bir bölümünü adeta, 'meşru' olmamakla suçluyor.

Bunu yaparken ortaya koyduğu tercihlerle, kendine göre bir 'meşruiyet' anlayışını sergiliyor.

Böylece, aslında tehlikeli bir gelişmenin ve anayasal kurumlar arasında bölünmenin tohumları atılmış oluyor.

Kuşkusuz burada söz konusu olan kurumlar, halkın siyasal tercihlerini Meclis'te temsil etmek üzere örgütlenmiş olan siyasi partilerdir.

Siyasi partiler de yasayla kurulup, yasalara uygun bir şekilde davranmak ve yasalarda belirtilen ilkeler çerçevesinde programlarını oluşturmak durumundadırlar.

Burada belirleyici olan anayasa, yasalar ve yönetmeliklerdir.

Faaliyetleri bu mevzuatın dışına taşan partilerin kovuşturulması ve hatta kolayca kapatılması için sistem her türlü yasal imkanla donatılmıştır.

Bu nedenle Türkiye, demokrasi ile yönetildiğini söyleyip de en fazla siyasi parti kapatan bir ülke durumundadır.

Durum böyleyken, bu sınırlandırmalara ve yasaklara bir de zamana ve zemine göre değiştiği anlaşılan Genelkurmay kriterleri ya da başka devlet kurumlarının ölçüleri girerse, bir türlü demokrasiyi yerleştiremeyen Türkiye, biçimsel olarak da olsa uygulamaya çalıştığı 'temsili demokrasiden de iyice uzaklaşır.

İşin şeklini de kurtaramaz.

Son 30 Ağustos resepsiyonunda Genelkurmay'ın çerçevesini çizmeye çalıştığı 'meşruiyet' anlayışı, başta anayasal kurumlar olmak üzere yargı üzerinde de bir müdahale anlamı taşıması açısından da yanlış ve tehlikelidir.

İşte bu nedenle Atatürk'ün silahlı kuvvetleri bu yaklaşımı ile, yine Atatürk'ün kurduğu ve halkın eğemenliğine dayanması gereken Meclis'i hiçe sayan bir saygısızlık sergilemiştir.

Ortaya çıkan tablo, genel anlamda halk iradesinin, hadi bütününün demeyelim, bir bölümünün dışlanması anlamı taşımaktadır.

Denilecektir ki, fiili durum zaten budur ve kendisini devletin gerçek koruyucusu ve kollayıcısı olarak ilan eden Silahlı Kuvvetler'in, zaten rejim üzerinde bir ağırlığı vardır ve siyasi hayat bu anlayış çerçevesinde belirlenmektedir.

Bir saman alevi gibi parlayan ve tahmin ettiğimiz gibi çabucak sönen 'ulusal güvenlik' tartışmalarını hatırlarsak, Türkiye'de rejim sorununun ne olduğunu, nereden kaynaklandığını daha iyi anlayabiliriz.

TBMM'e ve halk iradesine karşı yapılmış bir saygısızlık olan 30 Ağustos resepsiyonundaki uygulama, 'tasarruf' ilkeleri ile açıklanmış.

Bizim bu açıklamayı kabullenme gibi bir zorunluluğumuz tabii ki bulunmuyor.

Ama, bu uygulamadan, siyasi partilerin sadece Genelkurmay için değil, rejim için de 'masraflı' olmaya başladıkları neticesini mi çıkarmamız gerektiğini bilemiyorum.

Yoksa böyle mi denilmek isteniyor?


3 Ağustos 2001
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED