AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Bir tercüme üzerine tartışmalar

Tanıdığımız bir tartışma

TBMM de, 17 Aralık Brüksel Zirve kararları üzerinde tartışma yapılıyor. Muhalefet lideri Baykal, orada alınan kararlara ait bazı maddeleri okuyor ve hükümeti bu şartları kabul ettiği için tenkit ediyor.

Buna karşılık Başbakan Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Gül, Baykal'ın elindeki belgede bazı maddelerin atlandığını ve yanlış tercüme yapıldığı cevabını veriyorlar. Tartışmanın temelinde, Türkiye'nin üyeliğinin önü açık mı kapalı mı yani Türkiye üye olabilmek için gereken bütün şartları yerine getirdiği zaman AB ye üye olmayı garantiledi mi, değil mi?

Bu tartışmayı seyrederken aklımıza 1980 yılı Ocak ayında Adalet Partisi Meclis Gurubunun bir toplantısı geldi. Sanki o gün yapılan toplantının bir benzerini TBMM de tekrar ediyor gibiydik.

Hatırlanacağı üzere, 1979 yılı Aralık ayının son günlerinde Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren, Cumhurbaşkanı Korutürk'e bir mektup göndermişti. Bu mektupta bazı uyarılarda bulunuluyordu. Adeta bir muhtıra niteliğindeydi. Ülke 12 Mart 1971 de de ordunun üst kademelerinden bir muhtıra almış ve istifaya mecbur kalmıştı. Bu mektup ta ona benziyordu fakat mektubun muhatabı belli değildi. İşte bu konu, 1980 yılının Ocak ayında yapılan iktidardaki Adalet Partisinin Meclis Gurubunda tartışılıyordu.

Garip bir yorum

Mektuptaki şikâyetler yıllarca yapılan uygulamalara karşıydı. Oysa Adalet Partisinin hükümeti devralmasının üzerinden sadece iki ay geçmişti. Mektubun ifadelerinden de, kime karşı olduğu açıkça belirtilmemişti. Mektup Genel Kurmay Başkanı tarafından yazıldığı için, bunun manasını da AP. Gurubunda bulunan asker kökenli Milletvekilleri anlardı.

General rütbesinden emekli olmuş milletvekilleri sıra ile söz alıyorlar bu mektubun muhatabının Adalet Partisi olmadığı tezini savunuyorlardı. Gösterdikleri gerekçeler de mektupta kullanılan ifadelerdi. Konuşanların tamamı, mektupta şu, şu ifadeler kullanıldığına göre bizi muhatap almamıştır. Biz muhatap alınsaydık, böyle değil de şöyle ifadeler kullanılması gerekirdi. Mektubun muhatabı Bülent Ecevit'tir.

Üç saati geçen tartışma sonunda biz Adalet Partisi milletvekili olarak kendimizi muhtıraya muhatap kabul etmedik. Huzur içinde evlerimize dağıldık.

Gene hatırımızdadır ki, bu mektubun verilişinden dokuz ay sonra 12 Eylül 1980 günü ordu parlamentoyu dağıttı ve idareye el koydu. Hem Adalet Partisi, hem de Ecevit'in partisi CHP kapatıldı.

Başka bir anlamsız tartışma

Buna benzer bir tartışma da, Büyük Türkiye Partisinin kapatılması olayında cereyan ediyordu. Gene hatırlanacağı üzere, 12 Eylül sonrası siyasi partiler kapatıldıktan sonra yeni partiler kurulmaya başlamıştı. Bunlardan bir tanesi de Büyük Türkiye Partisi idi.

Bu parti Milli Güvenlik Konseyi kararıyla kapatıldı. Bu komite, Genel Kurmay Başkanı ve dört Kuvvet Komutanından teşekkül ediyordu ve beş kişiydi. Milli Güvenlik Konseyi kendi çalışma düzenine dair bir Anayasa çıkarmıştı. Buna göre, kurul ancak ittifakla verilecekti.

Duyumlarımıza göre Büyük Türkiye Partisinin kapatılması kararına ise iki üye muhalefet etmişler ve bu suretle karar çoğunlukla alınmıştı. Bu karar Konsey Anayasasına aykırı idi ve hükümsüzdü. Eski millettekilerden bazı arkadaşlarımız, fikrimi sormak için beni ziyarete gelmişlerdi. Anlattıklarına göre bu konuyu Demirel'in de huzurunda tartışmışlardı. Ben Anayasa Komisyonu Başkanlığı yapmış olduğum için benimle istişareye gelmişlerdi.

Gelen arkadaşlar uzun uzun konuyu anlattılar. Milli Güvenlik Konseyinin "çoğunlukla" kapatma kararının geçersiz olduğuna karar verdiler. Ve bana ne diyorsun diye sordular.

Verdiğim cevap çok kısa idi: Askerler meşru bir parlamentoyu dağıttılar. Bunu önleyebildik mi ki partinin kapatılması kararının kanunsuz olup olmadığını tartışıyoruz. Alınan kararın kanuna aykırı olduğunu ispat etmekle ne kazanacağız? Kararın uygulanmasını önlemeye gücümüz yetiyor mu?

Aynı olayı iki kez yaşamak

TBMM de 17 Aralık zirve kararına ait tercümenin yanlış yapıldığı, bazı maddelerin veya kelimelerin atlandığı konusunda tartışmaları dinlerken kendimi 1980 Ocak ayında yapılan AP. Gurup toplantısında hissettim. Tartışma üslubu aynı... Zirve kararında kullanılan deyimler üzerinde duruluyor. Şu deyim mi kullanıldı, bu deyimi mi? Böyle denildiğine göre üyelik sürecinin ucu açık mı, kapalı mı?

Düşünmüyoruz ki karşımızda yıllarca bize karşı yükümlülüklerini yerine getirmemiş bir AB var. Bunlar, Güney Kıbrıs devletine bir şey söylemiyor. Türkiye'ye bu konuyu çöz de öyle gel diyor. Türkiye ve Yunanistan'ın üye olmadığı bir kuruluşa Kıbrıs devletinin üye olamayacağına dair uluslar arası anlaşma olduğu halde, Güney Kıbrıs'ı üye yapıyor.

Böyle bir ortamda, onların aldığı kararlarda şu veya bu deyimleri kullanmasının ne kıymeti var? Anadolu da bir söz vardır: "Değirmen suya gitmiş… Siz şakıldağı(*) arıyorsunuz." Yapılan bir kanunsuzluğu önlemeye gücünüz yetmiyorsa, onu tespit etmenin pratik bir yararı var mıdır?

Karşımızdaki Avrupa Birliği bu olduğuna göre bu yolda yürümekten vaz mı geçelim? Elbet te hayır. Ancak bulunduğumuz ortamı iyi tanıyalım. Hesaplarımızı ona göre yapalım.

17 Aralık AB Zirve kararları Türkiye için bir zafer mi, yoksa hezimet mi? Bizce ne zafer, ne hezimet... Sadece yıllarca bize karşı takınılan tavrın bir tekrarından ibaret.

- Hep bir ağızdan şunu söylüyoruz: Türkiye'nin AB ye üye olamaması dünyanın sonu değildir… Bir gün gelecek Avrupa Birliğine üye olacağız; Ancak bazılarının lütfü ile değil, varsa kendi gücümüzle.

(*) Şakıldak: Değirmende buğdayın yavaşça dökülmesini sağlayan alet.


27 Aralık 2004
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED