T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 7 ARALIK 2005 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


MEDENİYET BUHRANINI AŞABİLMEK İÇİN…

Batı'da Rönesans'la geliştirilen seküler meydan okuma, dünyanın dengesini alt üst etti: Toynbee, bu beş asırlık süreçte, küre üzerindeki 26 medeniyetten 16'sının yok edildiğini, 9'unun ise fosilleştirildiğini söyler. Bu meydan okumadan İslâm dünyası da sarsıcı bir şekilde etkilendi ve şu ân, tarihte maruz kaldığımız, ikinci büyük medeniyet buhranının tam ortasındayız. Bu buhranı aşma çabaları çerçevesinde, biri Kırım'da, diğeri İstanbul'da yapılan iki önemli toplantıyı düşünce gündemimize alıyoruz.Kırım'da Türkiye Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen Türkçe'nin 6. Uluslararası Şiir Şöleni'ni şölene öncülük yapan Mehmet Doğan yazdı. İstanbul'da düzenlenen Doğu Konferansı'nı ise Birleşik Arap Emirlikleri'nden Muhammed Said İdris değerlendirdi. Bu yazıyı yarınki Düşünce Gündemi sayfasında okuyacaksınız. İki metinde de, yaşadığımız medeniyet buhranının nedenleri, sonuçları ve nasıl aşılabileceği bütün yönleriyle tartışılıyor.Aynı tarihler arasında farklı coğrafyalarda düzenlenen bu toplantılar, bizim, Batı'dan geliştirilen seküler meydan okumayı yeni bir medeniyet yürüyüşüne soyunarak aşma iradesi, gayreti ve atılımı içinde olduğumuzu gösteriyor.
(YUSUF KAPLAN)


Bir şölen, bin şiven

Kırım Türkleri, 1944'te çağımızın en hunhar tehcirlerinden ve soykırımlarından birine maruz bırakıldı. Türkçe'nin Uluslararası Şiir Şöleni'ni yad ederken, Mehmet Akif'in "Şiven bana ah yadigarın" mısraı dilimizden düşmüyor

  • D. MEHMET DOĞAN*
    Türkiye Yazarlar Birliği'nin ilkini 1992'de düzenlediği Türkçe'nin uluslararası şiir şölenlerinin altıncısı 11-13 Kasım tarihleri arasında Kırım'da (Akmescid/Simferopol) yapıldı. Türkiye (Bursa-Konya), Kazakistan (Almatı), Türkmenistan (Aşkabad), Kıbrıs (Lefkoşe-Girne) ve Fransa (Strazburg) şölenlerinden sonra Kırım'da yapılan şölen, bir dünyaya yönelik sürekli faaliyetlerin önem ve değerini bir daha gözler önüne serdi.

    Türk dünyasının edebî, fikrî ve bediî (estetik) manzarası hakkında konuşabilmek için müşterek zeminlere ihtiyaç olduğu şüphesiz. Türkçe'nin Uluslararası Şiir Şöleni, belki de bu tarife uyan yegâne sürekli faaliyet. 1992'den beri, bu müşterek zemin tanıma ve tanışmaların genişlediği nisbette tesirini sürdürüyor. Altıncı şölen ise, artık gelenekleşme iddiasının ısbatı mahiyetinde. Kırım şöleni, hiç de tesadüf olmayan bir seçim. Türkçe'nin edebî olarak geçmişte klasik ölçülerle de kendini ortaya koyduğu, önemli yerlerden bu coğrafya. Bir taraftan, Gazayî yani Gazi Giray Han gibi divan sahibi önemli bir klasik şairi yetiştiren ve öte yandan da âşık edebiyatının klasiği Âşık Ömer'i coğrafyasına mal eden bir halk, Kırım halkı. Dahası, 19. yüzyılın sonunda zamanın kısıtlı imkânlarıyla Kırım'dan, Bahçesaray'dan bütün Türk dünyasına hitab etmeyi başaran İsmail Bey Gaspıralı'nın memleketi böyle bir şölen için elbette isabetli bir seçim.

    SOYKIRIMI HATIRLAMAK...

    Burada, kolaylıkla, Kırım halkının, son yüzyıl içinde yaşadığı dramın, bütün tarihi geçmişi silecek kadar etkili olduğu söylenebilir. Elbette, Kırım Tatarları (veya Türkleri), önceki yüzyıllarda olanların üstüne, 1944'te çağımızın tanıdığı en hunhar tehcirlerden ve soykırımlardan birine maruz bırakıldı. Ülkenin aslî sahibi olan halk, bir çırpıda, gerçek yurtlarında bir tane kalmamacasına, çok kısa süre içinde hayvan veya eşya nakledilen vagonlara tepilerek memleketlerinden sürüldüler. Yarısı, kendileri için tayin edilen menzile varmadan zayi oldu. Özbekistan'a sağ ulaşabilenler ise, kardeş bir ülkede yeniden hayat bulmanın çaresini aramakla kalmadılar, hiç bir şekilde unutamayacakları vatanlarına kavuşmanın yakıcı hasretini kendilerine "vatan edindiler". Ve bu psikoloji ile onlar için Sovyet diktatörlerince yazılmış tarihin sonunu, yarım asır sonra, yeni bir tarihin başlangıcı yapmayı başardılar. Bugün "Vatan Kırım"da tehciri tersine çevirmiş üçyüz bin Kırımlı var. Onların vatanlarındaki bu olağanüstü varlığı, elbette, bütünüyle yok edilememiş bedenleri yanında, bütünüyle yok edilmiş yazılı kültürlerine rağmen, toplum hâfızalarının sağlamlığından ileri geliyor. İşte bu hâfıza, edebî ve kültürel zemini, bugüne yeni biçimlerle taşımaya devam ediyor.

    GASPIRALI'NIN UFKU

    Türkçenin uluslararası şiir şölenleri, gayesini aşan tezahürlere sahne oluyor. Türk dünyasının şair, yazar ve sanatçıları bu şölen dolayısıyla, içinde bulundukları zor şartları en azından kardeşleriyle paylaşmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yüzden salonda şiir vesilesiyle şiir ötesi fakat şiir gömleği giydirilmiş şivenler kopuyor. Doğudan batıya kuzeyden güneye Türk dünyasının meseleleri bu vesile ile tekrar gündeme geliyor. Bir Kerküklünün söyledikleri ile bir Azerinin veya Kosovalının söyledikleri hemen anlaşılabilecek şekilde örtüşüyor. Buna karşılık Kırgız'ın, Tatar'n veya Çuvaş'ın söyledikleri derecede derece anlama problemleri taşısa da aynı tınıyı veriyor. Dildeki farklılaşma, anlatılanları değiştiremiyor, hatta ifade tarzını da!

    Türk dünyası, Gaspıralı İsmail'in 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başındaki faaliyetleri ile büründüğü birlik muhtevasını, ne yazık ki, yüz yıl içinde büyük ölçüde kaybetti. Oysa Gaspıralı'nın gazetesi Tercüman, Kırım'da okunduğu kadar diğer Türk bölgelerinde ve bilhassa İstanbul'da da takip ediliyordu. İsmail Bey'in, Osmanlı türkçesine yakın duran müşterek türkçesi bütün coğrafyalarda birbirini anlayan, okuyan şair ve yazarların yetişmesine zemin hazırlamıştı. Ortak alfabe olan Arap alfabesi fonetik olmadığı için lehçe ve şive farklarını önemsizleştiriyor, aynı imlâ ile yazılan bir kelime, Türk dünyasının farklı yerlerinde değişik şekillerde okunmakla beraber, anlam değişmiyordu. Türkçenin Uluslarası Şiir Şöleni, bize, yüzyılın kaybedildiğini duyurdu öncelikle. Türk dünyasının müşterek bir dili konuşmaya, anlamaya yöneldiği zamanlar geride kalmıştı. "Parçala hükmet" fehvasınca yeni etnik yapılar ve diller oluşturmaya yönelen Sovyet idaresi, bir taraftan etnik milliyetçilikleri körüklerken, diğer taraftan, bu mahallî dillerin yetersizliğini öne sürerek Rusçayı yerleştiriyordu. Bir süre sonra, yazılı kültürleri çok zengin Azerî ve Özbekler dışında neredeyse Sovyet dünyasında dilini günlük hayat yanında eğitim ve öğretimde muhafaza edebilen kalmadı. Bir zamanlar Gaspıralı lisanıyla anlaşan kardeşler, şimdi rusça üzerinden birbirleriyle konuşabiliyorlar.

    Türkiye, daha doğrusu Osmanlı çevresi, elbette bu zorunluluğun dışında. Türkiye'de yapılan dil devriminin, hem yakın çevresinde hem diğer coğrafyalarda kardeşlerin anlaşmasını kolaylaştıran bir uygulama olmadığı kesin. Türk dünyasının kültür zemini, dilimizin müşterek kelimelerini arkaik türkçe kökler yanında, arapça farsça kelimelerle çoğaltmıştı. Biz, arapça farsça kelimelere savaş açmakla, kardeşlerimizle anlaşma imkânlarını da daraltmış olduk. Elbette bu paradoks, diğer kardeşlerin daha fazla millileşme iddiasıyla desteklenen bir sonuçtur. Daha fazla Kazak, daha fazla Kırgız vb. olunduğunda, daha fazla müşterekliğiniz de kalmıyor zaten. Kırım Tatarlarının bu resimdeki yeri, elbette çok farklı. Bu mazlum (ve mağrur) halk, belki de bizimle Osmanlılık müşterekliğinden dolayı daha fazla zulme maruz kaldı. Dil ve kültür yakınlığı, onları en önce yok edilmesi gereken unsur hâline getirdi. Gaspıralı'nın halkı, Özbekistan'a bu muhteva ile gönderildi. Fakat oradan, günlük hayatta özbekçeyi kullanan, dİğer faaliyetlerinde rusçaya mecbur olan bir topluluk olarak döndü. Bir yaşlı Kırımlı ile, mesela Kırım Tatar Yazarlar Birliği reisi Şakir Selim'le rahatlıkla anlaşabilirsiniz. Yaş küçüldükçe anlaşma, konuşma imkânlarının daraldığını görürsünüz. Bu, 1930'larda, hatta 1940'ların başında Kırım'da konuşulan, yazıya geçirilen türkçenin Türkiye'dekinden çok farklı olmadığını gösteriyor. Fakat, büyük sürgün, Kırımlıların hiçbir şeyini değiştirmediyse bile, dilini değiştirmiş durumda.

    Kırım'da elimize tutuşturulan "Ha ha ha" isimli mizah dergisindeki bir karikatür dikkatimizi çekiyor: Çoçuk babasına soruyor, "1 ekimde sukulga mı mektebe mi?" Yani Rusça ders yapılan okula mı, Tatarca öğretilen mektebe mi? Kırımlılar, anadillerini çok az sayıdaki mekteplerle güçlendirmeye çalışıyorlar.

    GÜR BİR AĞAÇ DİKMEK…

    Şölen, eskiden "ziyafet" dediğimiz anlamı karşılamak için kullanılıyor. Fakat ziyafeti aşan bir tarafı var. Belki biraz toy, düğün bayram da var işin içinde. Sevinç, sürur, mutluluk şölenin tabiatında yer alıyor. Fakat, 21. yüzyılın başında şölen için bir araya gelen kardeşlerin sadaları daha çok şiveni (ağıt) andırıyor. Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni'ni yâd ederken, Mehmed Âkif'in "Şiven bana âh yadigârın" mısraı dilimizden düşmüyor. Kırım Hanlarının merkezi Bahçesaray'ı, İsmail Bey'in yaşadığı ve yayın merkezini kurduğu tarihî şehri gördükten sonra, bilhassa Han Sarayı'nın mimarî dilinin ne kadar Topkapı Sarayı'yla aynı olduğunu da yakînen müşahade ettik. Böylece Gaspıralı'nın dilinin sırrını kavramamız zor olmadı. Bahçesaray şivesi, İstanbul şivesinin bu coğrafyadaki adı olmalıydı! İsmail Bey'in evi ve matbaası olan binadaki tasviri, rümuzlarını gözünüzün önüne sermekte aslâ hasis davranmıyordu.

    Geri planında yeşil bir Türk peyzajı, yer yer kubbe ve minare silüetleri; önde İsmail Bey, kırmızı Osmanlı fesi başında. Arkasında iyice budanmış, fakat sağlam gövdeli gürbüz bir ağaç.

    Her dalından yeni filizler fışkırıyor… Şölenin kapanış resmi bu olmalı…İsmail Bey, 20. yüzyılın başında Türk dünyasında yeni tarz öğretimin, "ceditcilik" hareketinin babası idi. Onun açtığı yeni tarz mektepler kısa zamanda bütün Türk dünyasına yayılmıştı. Yüz yıl sonra yine "cedit", yani yeni olmak, bugünün dünyasına sözümüzü böylece söylemek! "Tarih devam ediyor" demek…

    Her dem yenileriz, bizden kim usanası!
    *D. Mehmet Doğan, Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi