T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 1 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Akif EMRE

Seküler ahlak mümkün mü?

Aylardır siyasette şiddet üzerine konuşuyor, siyasal kültürümüzün nasıl şiddet ürettiği üzerinde 'entellektüel iştahamız'ı tatmin edecek yazılar yazıyoruz. Oysa toplumun çok daha derinlerine işleyen, olanca acımasızlığı ile tezahürlerine şahit olmaya başladığımız şiddetin farkında değiliz. Simgeler üzerinden yürütülen siyaset uğruna heba edilen bir neslin ruhundaki boşluğun toplumsal dokumuzdaki fay hattını ortaya çıkaran bir depremle karşı karşıyayız.

"Babamın işini bitirdin mi?" diye soran kız ve arkadaşının işlediği cinayet üzerine Türkiye'de sorumluluk, vicdan sahibi herkesin yeniden oturup düşünmesi gerekir. 16 yaşında bir kızın babasını, anne ve ablasını planlı bir cinayetle göz kırpmadan öldürmeyi göze alabilecek olmasının bireysel bir vahşet olmaktan farklı bir anlamı, derinlerdeki bir bunalımın habercisi olduğunu görmek lazım... Lise düzeyinde işlenen cinayetler, ilk okullara kadar inen uyuşturucu alışkanlığı gibi görünür planda hissedilenler aslında birer sonuç.

Bu cinayetin ortaya çıkardığı toplumsal manzara, 'insan teki' üzerinde, onu anlamlandıracak 'değerler sistemi'nden hayat tarzına, kimlik sorunlarından ahlak bunalımına kadar insan oluşumuzu anlamlandıran temeller üzerinde yeniden düşünmek zorundayız.

Çocuk yaşta insanların okul basıp arkadaşını öldürdüğü, en küçük tartışmada çeteleşen tarafların birbirine kurşun yağdırdığı, hayatın başlangıcında gençlerin hiçbir insanilikle bağdaşmayan tasarlanmış cinayetlere giriştiği bir nesille karşı karşıyayız... Her toplumda görülen suç türünden farklı olarak, kültürümüzde, toplumsal yapımızda karşılığı olmayan yeni bir durumun habercisi aslında olup bitenler.

Her birinin işleniş tarzı bakımından insan havsalasının kavramakta zorlandığı bu cinayetlerin ortaya çıkardığı 'yeni insan tipi' üzerinde durmak zorundayız. Birer sonuç olarak önümüzde duran bu cinayetler, bu toprakların daha önce tanık olmadığı bir muhtevaya sahip. Hemen hepsinin daha çocuk yaşta veya gençlik dönemine yeni adım atmış insanların daha hayatı tanımadan vahşet denilecek derecede kan dökmesi, babasına bile kıyacak hale gelmesi sıradan bir cinayet olarak geçiştirilecek türden değil.

Ortaya çıkan manzara, yeni insan tipi sadece göç, varoşlardaki kültürü, toplumsal uyumsuzluk gibi sosyolojik açıklamalara sığmayacak, yüzeysel bir sorun olarak geçiştirilemeyecek kadar derin bir bunalımın habercisi... Bununla toplumsal faktörleri küçümsediğim anlamı çıkarılmasın; ancak sorun çok daha derinlerde insan ve insanın varoluş sorunuyla iç içe olduğunu gösteriyor. Elbette, modernleşmenin doğasında var olan parçalayıcı etkisi, bireysellik adına atomize edişi hele bizim gibi toplumlarda ithal modernliğin postmodern sosla buluşup her türlü değer ve anlamdan fertleri koparmasının etkileri üzerinde dürüstçe düşünmek zorundayız. Batı modernliğinin gelenekle olan ilişkisi, her ne kadar tümüyle bağımsız hatta karşı gibi görünse de Batı toplumları, bu süreçte kendilerine özgü dengeyi kurarak, bir bakıma modernlikle birlikte anılan özellikle dine karşı tepkiselliğini dengelemesini bildi. Hatta din farklı bir formatta sistemle uyuşarak da olsa daha güçlü biçimde geri geldi, 19. yüzyıl Avrupa tarihi bir bakıma dinin geri geliş tarihidir de. Ancak tüm kutuplaşmalara karşın Avrupa toplumları, din ve gelenek karşısında tutumu ne olursa olsun bireylere bir medeniyet aidiyeti vermesini bildi. Habermas'ın işaret ettiği gibi "Batı'daki, (zaten Batı-dışı modernliklerin olduğu da pek söylenemez) modernlik geleneksel değil ancak geleneği olan" toplum modeli çıkarmasını bilecektir.

Türkiye'nin yaşadığı modernlik tecrübesi geleneği inkar/imha eden/etmeye çalışan ama hiçbir gelenek üretemeyen, tüm aidiyetleri yıkan ucube bir model olarak; çarpık insan tipi ve her an patlamaya hazır, temel konularda ortak referansı/hatırası/tarihi/ paydası olmayan kitlelere özgü çatışmacı bir toplum görüntüsü sergilemektedir. Siyasetin tepesinde yapılan çağdaşlaşma tartışmalarının, gerilimlerin temelde bireye akseden bu aidiyet sorunu üzerinde durmak zorundayız. Bu zamana kadar bunca tahribata rağmen bu toplum ayakta kalabilmişse eğer, hâlâ irtibat halinde olduğu değer ve aidiyetini hissettiği medeniyet birikimi nedeniyledir.

Çağdaşlaşma adına geliştirilen modellerin imha etmeye çalıştığı gelenek ve kültür doğrudan var olan dini muhtevaya bilinçli bir karşıtlığa yöneldi. Din ve dini muhtevadan bağımsız olmayan toplumsal doku ve kültür yerine 'seküler ahlak'a dayalı seküler insan tipi önerildi. Bu insan ve toplum modeli derin kimlik sorunlarıyla karşılaşacak, birey 'toplumsal dönüşüm'ün tüm sarsıntıları karşısında var oluşsal bunalıma girecektir. Sorun bir varoluş sorunudur.

Dinin yerine sekülerliği yerleştirmeye çalışan Türk seçkinleri ruhunu boşalttığı insanımıza bir şey verememiştir. Dinle irtibatı kesilmiş bir ahlak sisteminin mümkün olmadığı, hele hele seküler ahlak gibi ucube modelin, kurgusal bir toplum fantezisinden ibaret olduğunu anlamak için gelinen noktaya bakmak yeterli...

Sonuç, medeniyet aidiyeti elinden alınmış, dinle irtibatı kesilmiş, değerler sistemi çökmüş bir insan tipi yetişiyor. Ve siyaset irtica üzerinden şiddet üretmeye devam ediyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi