T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 1 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Davut DURSUN

Olağanüstülüklerin olağanlaşması...

Ülkemizde pek çok şeyin yolunda gitmediğini ve devamlı bir "olağanüstülükler" yaşadığımızı herkes yakından fark ediyor. Türkiye'nin siyasi hayatında "kriz politikaları"nın nasıl bir işlev gördüğüne çeşitli vesilelerle dikkat çekmeye çalışıyoruz. Bir bakıma pek çok toplum için olağanüstülük olarak görülen gelişmeler ülkemizde olağan olarak görülmektedir. Bundan dolayıdır ki olağanüstülüğün olağanlaşmasından söz etmemiz söz konusu olmaktadır.

Bu durumun gerisinde ne tür gelişmelerin olduğu, ne tür olayların bu geleneğin oluşmasında müessir olduğu konusu üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Ben olağanüstülüğün olağanlaşmasında, bir başka ifade ile Türk siyasetinde kriz politikalarının, bir bakıma, kurumsallaşmasında belli periyotlarla gerçekleşen darbelerin ve darbe sonrasında sivil yönetimlere geçilirken yaşanan kendimize özgü bir takım hususların etkili olduğunu düşünmekteyim.

Mesela yıldönümünü hafta başında yaşadığımız 27 Mayıs darbesini ele alalım.

27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül ile kıyaslandığında Türk siyasetinde meydana getirdiği sonuçlar bakımından etkileri daha derin olan bir travma olarak görülebilir. Öncelikle çok partili dönemde demokrasi sürecine son veren ilk müdahale olması bakımından önemlidir. Zaten bir geleneğin oluşmasında ilk olanlar her zaman önemli olmuştur. Eğer ilk olanın süreklilik kazanması istenmiyorsa olayın arkasından onu sürekli hale getirebileceklerin önlenmesi, benzer olayların tekerrürü halinde ilkinde olduğu gibi benzer davranışların gösterilmemesinin sağlanması gerekir.

Demokratikleşme veya otoriter sistemden demokratik sisteme geçme uğraşısı veren bir toplumun demokrasi sürecini hızlandıracak davranış ve eylemleri özendirmesi, bu süreci olumsuz etkileyecek veya kesintiye uğratacak nitelikteki eylem ve davranışları da yerinde ve zamanında cezalandırması, bu tür eğilimler içerisinde olanları etkili yöntemlerle caydırması gerekir.

Sanıyorum Türkiye'nin bir türlü başaramadığı veya başarmakta yetersiz kaldığı temel sorun işte buradadır. Türkiye demokratikleşme yönündeki adımları ve eylemleri yeteri kadar cesaretlendirme konusunda cömert olmadığı gibi demokrasi sürecini kesintiye uğratan darbe, müdahale ve benzeri eylemleri gerçekleştirenleri de caydırma, pişman etme ve cezalandırma konusunda etkin değildir.

Bu belirttiğim hususun gerçekleştirilmesinin kolay olmadığı açık. Zaten işin zorluğu da burada. Ancak eğer demokratikleşme gibi bir büyük sorununuz varsa ve millet olarak sağlıklı işleyen bir demokrasiyi kurmaya arzulu isek, zorluk ne olursa bunu başarmamız için adımlar atmamız gerekiyor.

En iyi darbelerin olmaması veya ülkenin bir darbe ortamına sürüklenmemesidir. Zaman zaman yaşanan krizlerin ve ciddi sıkıntıların demokratik yöntemlerle aşılabilmesi olması gerekendir. Demokratik toplumların sorun yaşamadıkları veya hiçbir sorunları olmadığı gibi gerçek dışı bir anlayış söz konusu değil. Her sistemde ve toplumda her zaman aşılması gereken ciddi kolektif sorunlar ve krizler vardır. Her sistemin de bu tür kriz ve sorunları aşabilmek için geliştirdiği belli çözüm yöntemleri bulunmaktadır.

Bizim sıkıntımız zaman zaman yaşanan ciddi kriz ve sorunların demokratik yöntemlerle aşılmasına hazır olmamamız ve demokrasi dışı yöntemlere sarılmamızdır. Mesela yaşanan krizlerin ordunun müdahalesini gündeme getirmesi ve silahlı müdahaleyle iktidar değişikliğinin gerçekleştirilmesi bir kriz çözme yöntemidir, ancak asla demokratik bir yöntem değildir. Demokrasi dışı sistemler için bu yöntem geçerli olabilirse de demokrasiler için asla düşünülemez.

Bir kez demokrasiye rağmen demokrasi dışı bir yöntemle kriz çözme yoluna gidilmişse de o topluma düşen bunun bir daha tekrarlanmaması için tedbirler almaktır. 27 Mayıs 1960 öncesinde yaşanan kriz bir grup subayın gerçekleştirdiği silahlı darbe ile aşılmak istenmiştir. Darbeciler tarafından kurulan yönetim ülkeyi yeni bir anayasal yapıya kavuşturmuş ve arkasından da sivil yönetime geçilmiştir. Peki yürürlükte olan anayasayı güçle değiştirip seçilmiş hükümeti iktidardan uzaklaştıran -ki bu eşlem anayasal bakımdan ciddi bir suçtu- ekip bu eylemleri nedeniyle tecziye edilmişler midir? Yoksa adeta taltif edercesine yaptıklarından dolayı ödüllendirilmişler midir?

İşte Türkiye'de olağanüstülüklerin olağanlaşmasının arkasındaki temel espri burada saklıdır. Demokratik düzene kasteden, krizlerin demokratik yöntemlerle aşılmasına müsaade etmeyip antidemokratik yöntemleri yürürlüğe sokanların ödüllendirilmeleri bu mekanizmayı kurumsallaştırmaktadır.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi