T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 1 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE | ||
Biri size aksini söylemedikçe, bilin ki suçlusunuz. Bilelim ki, suçluyuz. Şarkıdaki gibi, "Masum değiliz, hiçbirimiz..." Çünkü yokolmakta, çürümekte, parçalanmakta, anlamından çözülmekte olan bir 'şey'i hayat yerine koyarak yaşamaya devam ediyoruz. Ona meşruiyet sağlayan, bizim kalbi sıkıntılı, ama günleri rutin geçen insanlıklarımız... Asıl hayat, içimizden geçen oysa... İçime kilitlediğimiz demek daha doğru... Onu artık birbirimizle bile paylaşamıyoruz. Paylaşsak yalanımız, yalanlığımız ortaya çıkacak. Kalbi bir türlü öldürülememiş insanlığımız çırılçıplak yakalanacak. Ruhumuz, tutulup kollarından bu yalan döngünün dışına, çöplüklerine atılacak. Gerçekten acınacak haldeyiz, gerçeği biliyor, hissediyor, ama bildiğimiz ve hissettiğimiz anlaşılmasın diye asla kalbimizden dışarı çıkaramıyoruz. Kalbimizi hayat için bir sığınak haline getirmişiz. Kim bilir ne zaman? Hayatın yalanlarca istilasının başladığı, gerçeğin bu hoyrat saldırılar karşısında yavaş yavaş mevzilerini kaybettiği zamanlarda olmalı... Zaten adil bir savaş olamazdı bu şartlarda, biz insanlar, hayatın sahipleri, bu kadar seyirciyken her şeye... Bildiğimiz, tanıdığımız, yaşadığımız şeylerin içi boşaltılırken, anlamlarından arındırılırken, masumiyet kucaktan kucağa atılıp kirletilirken... Bu kadar seyirciyken her şeye... Hayatın kaçıp kalplerimize sığınması, bütün anahtarları çevirerek kendini ruhlarımızın yedi kat derinine kilitlemesi boşuna mıydı? Savunmadık hayatı, oysa o olanca gücüyle savunmaya çalıştı bizi. İşte o savaş, anlamlıydı ama bitti. Çoktandır esir insanlıklarımız yalanın elinde. Yıldızlı ya da yıldızsız bir gecede, sağanak halde ya da seyrek düşen yağmur damlalarının altında, güneşin yaktığı ya da soğuğun dondurduğu bir günde, kendinizi yalnız ya da çok kalabalık hissettiğiniz bir anda durup bir bakın kendinize, o esareti bütün acısıyla birlikte hissedeceksiniz. Yenildik ve hâlâ maç bitmemiş gibi davranıyoruz. Ne kadar acıklı bizim bu üstü başı toz duman hallerimiz... Yenildik, bırakıp debelenmeyi, elimizin can kulağını bileklerimize koyarak nabzımızı dinlemek uzun uzun... Yerinde olmaz mı şimdi? Çünkü kalbimiz sıkıntılı ve hayat bir seğirmeye daha çok benzese de sadece orada atıyor artık! Biliyorum tam kendi nabzımıza yaklaştığımızda araya hep birileri giriyor. Yine girecekler. Yine plastikten imal edilen bir sürü sevgi sözcüğü söyleyecekler. Sevginin bu kadar çok sözü edilir bir şey olması hazin bir arızaya işaret etmiyor mu zaten! Sevgimizi göstermek için özel günler tertip ediyor, gösterişli merasimler düzenliyoruz. Her şey abartılı ve kötü yazılmış bir insanlık parodisinin sahnede kalması için... Hayat değil bu! Hayat içimizde kilitli... Küçük bir sızı, bir ruh sıkıntısı olarak hatırlatıyor sadece bize kendisini. Biz ondan vazgeçtik ama, o henüz bizi bütün bütüne bırakamadı. Ne buluyor bizde, orası da meçhul. Renkli değiliz, zevkli değiliz, derin duygularımız kalmadı, anlamsız koşturmacalarla geçiyor günlerimiz, birbirimize sağır, kendimize bile sağırız. Bizim insanlığımız ölü, sadece kalp ölümümüz gerçekleşmedi. Bu bir umut olabilir mi yeniden hayata dönmemiz için... Kalbimizdeki tohumdan yeniden hayat bulabilmemiz için... Anlamı yeniden içimize çekebilmemiz için... BİR DAKİKA!.. Burası bir gazete, bu bir köşe yazısı!... Ne anlatıyorum uluorta ben böyle!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |