T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 1 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Özlem ALBAYRAK

Özgürlük ölüme karşı

İnsanoğlu öteden bu yana doğaya karşı obsesif bir inatla sürdürdüğü "hakimiyet" mücadelesinde, mutlak ve nihai ölüm realitesine boyun eğmeye yanaşmıyor bir türlü. Hele de, sacayakları daimi bir hırs, özgüven ve tahakküm kodları üzerine kurulu, gençliğin ve güzelliğin hakim paradigma olmaktan, ideolojiye evrildiği modern zamanlarda...

Yaşlanma ve ölümün dünyanın seyr-ü seferi üzerindeki can sıkıcı tahakkümüne karşılık, insanoğlu yeni hayat nizamında sağlık kültü etrafında şekillendirdiği, gençlik iksirleri, güzellik formülleri, form ve dinamizm reçeteleri sayesinde, bir drajelik ferahlama alanı buluyor bulmasına ama, ölüm yine de ölmüyor.

Genç ve güzel olmak, mümkünse sonsuza dek öyle kalmak için tüm çabalar ancak, aniden tüm haşmetiyle insanın ense kökünde biten ölüm, o cümlenin içinden "sonsuzluğu" alıp gidiyor.

Dini "göklere" havale ettiğinden bu yana ölümü ve hakkındaki bütün muhayyileyi, her şeyi seçme özgürlüğünü haiz olan yaşayanların dimağlarından ayıklanması gereken bir tehlike olarak görerek, hayattan savma kabilinden bir unutuşa terkeden Batı'nın, ölülerini son kez yüzüne bakmak için bile kozmetik yardımıyla "yaşıyormuş" gibi görünmesini sağlamaya ihtiyaç duyması, cenaze törenine katılması ama defin işlemini bu işi para karşılığı yapan görevlilere terketmesi, mezarlıkları şehrin mümkün olan en uzak noktasına konuşlandırması anlaşılabilir bir manevra oluyor bu resme bakınca.

Türkiye gibi ne Doğulu kalmış, ne de Batılı olmuş, hem dini göstergeler-gelenek ritüellerinden medet ummuş, hem modernite kıstaslarına bağlı kalmaya and içmiş toplumlarda da, ölümle kontrast göstergelerle yüklü ilişkiler kurulması da, toplumsal davranış kalıbı verilerine göre şaşırtıcı değil.

Dinin emrettiği ibadetleri ifa için yaşlanmayı beklemek, ancak emekli olduktan sonra yani devlet ve kurumlarıyla işi bittiğinde başını örtmeyi akıl etmek, hiç ağzına almadığı "kelime-i şehadet"i mesela bir deprem anında yüksek sesle telaffuz ederken korkudan hatıra getirdiğini farketmek...

İdrake mecbur kalınan ihtiyarlık devresinde ölümü hatırlamak, elbette 'Yaratıcı'ya karşı, bir parça riya ve çıkarcılık anlamına da varmıyor değil. Buna rağmen Doğu'nun ecel karşısında, medeniyet anlayışını "her türlü kısıtlamayı yoketmek" ve "hesap edilemez hiçbir şey bırakmamak" fikri üzerine bina eden Batı kadar asabileşmediği de bir başka önemli ayrıntı noktası.

Habere göre, Rusya'da bir özel şirket, insanı -290 derecede dondurulmuş olarak saklayarak, tıp biliminin ilerleyeceği, çeşitli hastalıklara -belki ölüme- çare bulunacağı varsayımıyla 50 yıl sonra uyandırmayı taahhüt ediyor. Bunun için verilen onbinlerce dolarlık fiyata baktığınızda tabii ki zenginlere hitap ettiğini farkedeceğiniz bu hizmet için, siz uyurken banka hesabınızdan yıllık bakım ücreti olarak da 500 dolar kesilmesi uygun görülüyor. İşin etiği, tekniği, uygulanabilirlik yüzdesi filan bir kenara...

Ama, yaşlılıkla, hastalıkla ve nihai olarak ölümle mücadelede insanoğlunun bu dudak uçuklatan çözüm girişimleri, "her can ölümü tadacaktır" ayet-i kerimesine inanan Müslümanlar cephesinden bakıldığında, beyhude bir çaba olarak görünüyor doğrusu.

Yaşayanın sonunun olduğu ve bu sonun sonrası için günümüz insanının başvuru kaynağı olarak fetişleştirdiği akıl ve rasyonalite ile izahı yapılamayan tevatürler dışında elde yeterli veri olmadığı için, modern zihni ve perspektifi fesih noktasına getiren ölümün, hayatında hiçbir bilinemezlik ve rastlantısallığa tahammülü olmayan birey için ileri derecede korkutucu olabileceği doğru.

Ancak insanoğlunun ölümü yok farzederek, ondan aklın sınırlarını zorlayacak denli büyük bir hırsla kurtulmaya çabalamasının mümkünsüzlüğü kadar, gereksizliği de bir realite. Hayat-ölüm faktörleri, varlık denkleminin biri olmadan diğeri manasızlaşacak iki bileşeni çünkü.

İnsanoğlunun ne gibi dahiyane buluşlara, süper bilimsel başarılara imza atacağını bilemem, 50 yıl sonra burada olur muyum onu da bilmem, bildiğim şu: Gılgamış'lar hiçbir zaman dünya üzerinden eksik olmadı, ölüm de öyle... İyisi, "nasıl sıvışabilirim" derdine düşmek yerine efendi efendi sıraya girmek galiba...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi