T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 13 HAZİRAN 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


BİR FACİANIN HİKAYESİ

Hayat, göründüğü gibi değildir. Hele de medya, hayatı yansıtmaz; yansıtıyormuş gibi yapar yalnızca. Ve bize olması, varolması istenen bir hayatı dayatır.

Bize hayat diye gösterilenler, hayatın görünen ve gösterilen yüzüdür. Yüzeydir sadece. O yüzden yüzeyseldir. Ama asıl hayat, daha derinlerde köksalar ve yürür.

Dolayısıyla, hayatın bir görünen / arızî, bir de görünmeyen / aslî yüzü vardır. Görünenleri / arızî olanı değiştirmek, sadece görüntüyü değiştirmekle sonuçlanır. Aslolan hayatın görünmeyen / aslî yönünü değiştirebilmektir.

Türkiye'de yaşanan onca gerilim ve tartışmalar, aslında, sürekli arızalar üreten ve bizi taarruzlara maruz bıraktıran arızî / görünen sorunlardır.

Peki, bu ülkenin görünmeyen / aslî sorunu nedir? Türkiye, kimdir? Türkiye'nin bir ruhu, bir ideası, bir rüyası var mıdır? Türkiye, sürükleyen (özne olan) bir ülke midir; yoksa bir yerlere sürüklenen (nesne olan) bir ülke mi?

Kimse, bu soruları sormuyor. Sormuyor çünkü bu soruları soracak ve cevaplarını bihakkın verebilecek, bizi rahat nefes alabileceğimiz, emin ve emniyetli bir düzlüğe çıkarabilecek yolları işaret edebilecek asîl ve sahih bir entelijansiyası yok bu ülkenin.

Oysa, Türkiye'nin asıl meseleleri bu soruların işaret ettiği meselelerdir. Asıl meselelerini kavrayamayan, dolayısıyla entelijansiyası olmayan bir ülke, denizin ortasında su almaya başlayan bir gemide herkesin sadece "paçasını kurtarmaya" çalıştığı, yangından mal kaçırma hesapları yaptığı bir ülkedir.

Demek ki, büyük bir faciayla burun burunayız ama farkında bile değiliz bunun!

Cemil Meriç, işte bu facianın hikâyesini sarsıcı bir dille anlatmıştı bize. Ama o da başka bir facianın kurbanı bugün: Külliyatı yok. Külliyatının neden basılmadığına ilişkin hesap verebilecek birileri yok; kimden hesap sorulacağını da bilmiyoruz. Bugün düşünce gündeminde size, hayatını Cemil Meriç'in anlaşılmasına vakfeden Emine Arslaner'in bu facianın hikayesine ilişkin sunduğu tedirgin edici bir enstantane aktarıyoruz.

  • (YUSUF KAPLAN)


    Cemil Meriç külliyatı, ne zaman?

    Cemil Meriç, bir aslan terbiyecisi edasıyla kelimeleri iradesine ram eden kelam ustası. Onunla bir dem olsun teşrik-i mesaide bulunmamış, buna rağmen son çeyrek yüzyılın Türk düşünce ve edebiyat tarihinin onur fihristine adını raptiyeleyebilmiş tek münevver yok gibidir.

  • EMİNE KARAHOCAGİL ARSLANER
    Cemil Meriç, bir aslan terbiyecisi edasıyla kelimeleri iradesine ram eden kelam ustası. Onunla bir dem olsun teşrik-i mesaide bulunmamış, buna rağmen son çeyrek yüzyılın Türk düşünce ve edebiyat tarihinin onur fihristine adını raptiyeleyebilmiş tek münevver yok gibidir. Böyle muteber bir düşünürün bıraktığı mirasın müstakbel mütefekkir ve müeddibler için taşıyacağı paha biçilmez değer malumumuz olmalıdır.

    GÖNÜL BURUKLUĞU

    Kurulduğu günden bu yana, sanal asumanda, adını taşıdığı şahsiyete yakışır vaziyette, münzevi bir yıldız mütevaziliğiyle ışığını kendine yaklaşanlara taşımaya çalışan Cemil Meriç sitesi, kuruluş gayesini bihakkın yerine getirebilmek, yani daha fazlasını yapabilmek için bundan bir yıl önce İletişim Yayınları'yla iletişime geçerek 'Bir Facianın Hikâyesi' kitabını Meriç severlerin istifadesine sunmak istediğini bildirdi. Verilen cevap kısa ve netti: Telif hakları yasası gereğince böyle bir girişime izin verilemeyeceği, aksi hareketin para ve hatta hapis gibi hırpalayıcı müeyyidelerle karşılık bulabileceği söyleniyordu. Cevabi mesajın devamında mezkûr kitabın Mahmut Ali Meriç tarafından diğer eserlerle kaynaştırıldığı, dolayısıyla böyle bir kitabın artık olmayacağı haber ediliyordu.

    Evet, Cemil Meriç'i 19. vefat yıldönümünde de tarifi muhal bir gönül burukluğuyla yâd ediyoruz. Hikâyemiz uzun, ama özeti mümkün. Kumsaldaki çocuklar, -Meriç'in tabiriyle- emanetinin tevdi edilmesi gereken ehil eller, gözleri ufuklarda, eksik şişelerin sahile vurmasını beklerlerken iki garip kitabın doğuşuna şahitlik ederler: Jurnal-1 ve Jurnal-2. Bir film kahramanının kamera arkası görüntüleri fâş edilirken hayranlarının gösterdiği alakaya benzer meraklı bir ilgiyle sarılırlar kitaplara. Kelimelerin efendisinin itiraflarını, isyanlarını, aşklarını, öfke ve hezeyanlarını, bazen paparazzi kültürüyle yoğrulan yurdum insanının bozuk psikolojisine kapılarak, bazen de bu temaşanın mahremiyete müdahale sayılıp sayılamayacağı tereddüdünün ilzam ettiği suçluluk duygusuyla yüzleri kızararak izlerler. Maziye sadık kalanlar ağlara takılan şişeleri hafızalarının bir kenarına asılı bırakırlar ve sabırla beklemeye devam ederler.

    İtiraf edelim, Bir Facianın Hikâyesi kitabının artık yayımlanmayacağını öğrendiklerinde bir hayli hiddetlenirler ama çok daha yetkili bir ağızdan Kırk Ambar-2. cilt, Işık Doğudan Gelir ve Kültürden İrfana başlıklı kitapların ağlardan kurtulduğunun ve yakında ellerine ulaşacağının müjdesiyle moral bulurlar. Maatteessüf, son haberin üzerinden de aylar geçer ama ortada henüz bir şey yoktur. Sabırsızlık, kafalardaki soru işaretleriyle buluşunca yükselecek sayhaya biraz isyan, biraz şikâyet mesajları karışacaktır.

    BİR FACİANIN HİKÂYESİ NEDEN YAYIMLANMIYOR?

    Meriç'in manevi mirasçısı olmamız hasebiyle, hak ettiğimizi düşündüğümüz paydan cüdâ bırakıldığımız hissine kapılıp, kitabın yayımlanmamasını varisleri nezdinde haklı çıkaran gerekçenin sıhhatini tetkik ediyoruz. Bir Facianın Hikâyesi'nin diğer eserlerle kaynaştırıldığı söylenildiği için, gözlerimiz elimizdeki mevcut eserlerde, bu kitaptan yapılan alıntıları arıyor; ama nafile. Bir Facianın Hikâyesi'nden alıntılanıp diğer kitaplara terkip edilen ve okuyucunun muhakemesine sunulan tek bir paragrafa rastlayamıyoruz. Böyle bir müdahalenin - ne kadar iyi niyet taşırsa taşısın- Üstad'dan onay alıp alamayacağı şüphesini de bir kenara bırakıp, hiç değilse ileri sürülen iddiayı destekleyecek bir ipucu bulmaya çalışıyoruz. Bilakis, Mağaradakiler kitabının 'Anarşi' konusunun işlendiği bölümde ve Umrandan Uygarlığa kitabının Batı uygarlığının çıkmazları üzerine fikri egzersiz yapılan 'Büyücü

    Çırağı' başlıklı kompozisyonun dipnotlarında okuyucunun, artık piyasalarda görülemeyecek bir kitaba, 'Bir Facianın Hikâyesi' kitabına yönlendirildiğini görüyoruz. Son tahlilde, kitabı diğer eserlere dercederken, gerçekleştirilen enstalâsyondan okurları haberdar etmeye gerek duyulmadığını düşünüyoruz ama dipnotlarda yapılan açıklamalarda göze çarpan titizlik bu ihtimali zayıflatıyor. En azından biz, böyle usulsüz bir yönteme başvurulamayacağını, böyle bir cinayete vicdanların izin vermeyeceğini biliyoruz. O halde, bu kitap bilinçli bir şekilde yayımlanmak istenmiyor olabilir miydi? Öyleyse neden?

    Tecessüs engel tanımıyor. Bir Facianın Hikâyesi kitabına ulaşmamı sağlayan sitemizin müdavimlerinden kıymetli dostumuz Cüneyt Cesur`a ve Meriç'in yayımlanmayan eserlerini sahaf sahaf, kütüphane kitaplık dolaşarak temin eden Zülfikar Kürüm kardeşime müteşekkirim.

    Cemil Meriç'in artık basılmayacağı söylenen bir eserine sahip olan imtiyazlı okurlarından biri olarak, elimdeki kıymetin idraki ve şükrüyle kitabı masama yatırıyorum. Yine Sindbadhane'deki gibi, kültür ve tefekkürün engin semalarında seyahat ettirmek üzere Fahreddin Razi`nin cümleleriyle buyur ediyor okurunu halvethanesine Üstad:

    "Bütün bu fırkalar birbirini kâfir sayar ve lanetler. Görüşleri başka başkadır. Şiddetli tartışmalar yüzünden birbirlerine düşman kesilirler, sık sık kan dökülür, mallar tebah olur ama tarikatların sayısı gittikçe artar. İnsanlar hırlaşacaklarına, anlaşmak, yardımlaşmak için bir araya gelselerdi, peygamberlerinin emrine uymuş olurlardı."

    Defalarca hatm-ı şeriflerini yaptığımız İletişim markalı 'bütün eserleri serisi'nden irfanlarımıza serdedilen muhteviyattan biraz daha farklı, daha otantik, daha murakıp mülahazalar yansıyor ekranlara. Piyasadaki eserlerinin hiçbirinde olmadığı kadar derinlemesine işlenmiş mevzularla, günümüzün problemlerinin idrakini mümkün kılacak bedialar da nisar etmesi, Üstad'ın paletindeki boyaları tüketmediğini teyid ediyor. Şiddet doktrinleri: Terörizm, siyasi suç, ihtilaller; bunların en önde gidenleri. Şiddet doktrinlerini Abdülaziz ve Abdülhamid dönemine, yani Osmanlı İmparatorluğu'nun son demlerine ışık tutacak malumatlar izliyor. Meriç, kitabını Ali Paşa'nın kırk sayfalık vasiyetnamesinden bölümler aktarıp yorumladıktan sonra, vasiyetnamenin ehemmiyetini deklare eden cümlelerle bitiriyor. (Bu vesikaya Umrandan Uygarlığa kitabında rastlamak mümkün).

    HUZ MA SEFA, DA'MA KEDER

    Bir Facianın Hikâyesi, milenyum çağının potansiyel münevverlerini teyakkuza geçirecek vecdler telkin edebilecek cevahirlerle yüklü bir hazine. Bu hazinenin, taşıdığı isimle müsemma makûs talihini değiştirebilme imkânımız yok. Beşeri nizam tarafından varislerinin inhisarına bırakılmasından ötürü mahrum kaldığımız bu vahadan gelecek nesillerin nasiplenebilmeleri için elimizden gelen her türlü gayreti göstermemiz zinhar gereklidir. Bu Ülke'nin çocuklarının Bir Facianın Hikâyesi'ni dinlemeye, Altın Gözlü Kız'ı seyretmeye, Batı'yı Büyüleyen İslam'la şereflenmeye hakkı vardır. Bazı kitapları, ya da koca bir külliyatı daha insicamlı, daha şümullü hale getirebilmek uğruna, bir parçasını kırpa kırpa kuşa çevirmek ve kafasını koparıp katletmek tam bir faciadır. Bu güncel facianın hikâyesini haykırmak da her serbaz Meriç şakirdinin boynuna borçtur. İnşallah bir "Huz ma sefa, da'ma keder" (hoşuna gideni al, gitmeyeni bırak) zihniyetiyle karşı karşıya değilizdir.

    Külliyatı daha cazip kılmanın başka hâl yolları -üstelik daha dürüst, hiç tepki uyandırmayacağı gibi takdir kazandıracak yolları- var. Kitapların son sayfalarına Meriç'in kullandığı yabancı sözcüklerin anlam olarak karşılıklarını verecek sözlükler iliştirmek, eserlerin fahiş fiyatlarının aşağı çekilmesini sağlayacak önlemler almak bunlardan bazıları.

    Hâsıl-ı kelam, bizim nazarımızda Cemil Meriç imzalı her satır kıymetlidir. Meriç'in kaleme aldığı her kelimenin bu ülkenin insanlarının mahkeme-i irfanlarına sunulması da zaruridir.

    Vefatının 19. yıldönümünde bu güzide mütefekkirimizi rahmetle anıyoruz. Mekanı cennet olsun... (www.cemilmeric.net)

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi