T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 14 HAZİRAN 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


LAİSİZMİ SOĞUKKANLILIKLA TARTIŞMAK...

Sekülerlik veya laiklik, insan-yapımı bir şeydir; ve tartışılabilirdir. Batı'da bugün akademinin en gözde konusu sekülerliktir. Batı düşüncesinin, 19. yüzyıldan bu yana bütün tartışmalarının odağında sekülerlik vardır: Sekülerlik, modernlikle birlikte aklı mutlaklaştırmış; ama mutlaklaştırılan akıl, araçsallaştırılarak aklamacılık yapmakta kullanılmış, hem dünyayı, hem de bizzat Batı dünyasını büyük felaketlerin, savaşların ve katliamların eşiğine fırlatmıştır.

O yüzden, bütün postmodern düşünürler, bu anlayışın, vicdanı, ruhu, insanın insanî özelliklerini yok ettiğini haykırıp duruyorlar Husserl'den Nietzsche'den bu yana. Bugün, sekülerliğin anavatanı Batı'da seküler aklın ötesi gibi arayışlar hız kazanmıştır. Bu arayışlar, marjinal arayışlar değildir; bütün bir postmodern literatüre hâkimdir.

Batılıların, sekülerliğin din hâline getirilmesi tehlikesine karşı büyük bir bilimsel literatür geliştirmelerine rağmen, bu ülkede sekülerlik, -laiklik formuyla- din hâline getirilmekte ve Türkiye'de inanılmaz, akıl almaz baskıların, ayırımcılıkların, yapay gerilimlerin kaynağı yapılmaktadır. Sekülerliği / laikliği, anavatanı Batı'da kanunlarla korumak hiç kimsenin aklından bile geçmezken, Türkiye'de akıl almaz uygulamalar yapılabiliyor.

Bugünkü düşünce gündemimizde Mehmet Akif Ak, Türk laisizmini Batı'daki uygulamalarla da karşılaştırarak soğukkanlı ve imajinatif bir şekilde irdeliyor. Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk'un ve sosyal teorisyen Berat Demirci'nin yazılarıyla bu tartışmayı sürdüreceğiz ve Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı köklü sorunların nedenleri ve çözüm yolları konusunda diyalojik bir konuşma gerçekleştirmiş olacağız. Bu sayfanın, münhasıran laiklik-karşıtı yazılar yayımlamak gibi bir saplantı ile hazırlanmadığını, laiklik yanlısı yazılara da açık olduğunu hatırlatmak isterim.

  • (YUSUF KAPLAN)


    'Laisizm', ulusun dini mi?

    Anayasa gerekçesindeki "Laiklik, dinsizlik değildir" mesajının adresi, laikliği "dinsizliğin dini" haline getirmek isteyenlerdir. Bu ifadesle esas olarak, laisizmi dinsizliğin dini yapma yolundaki çabaların Anayasa'ya aykırı olduğu anlatılmak isteniyor

  • Mehmet Akif AK
    Türkiye için büyüyen tehlike, bir siyasi rejim adı olan "Laisizm"in gittikçe bir ideoloji, hatta bir din haline gelmekte oluşudur. Türkiye'de laiklik, İslâm'ın (diğer dinlerin asla değil) tam karşısında konuşlandırılıp, oradan sürekli İslâm'la uğraştırılarak farkında olunmadan yeni bir dine dönüştürülmeye başlanmıştır. Bu süreçte "Türk Laisizmi", anlamsız ve temelsiz bir inatla sürdürdüğü "savaşım"ın sonunda karşı çıktığı şey ile benzeşme yoluna girmiştir. Artık yeni bir din ile karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz.

    Böyle bir oluşum ve dönüşüm süreci, dünyada ilk kez oluyor da değildir. 19. yüzyılda Pozitivizm ve Marksizm, total birer ideoloji olma niteliklerini o denli abartmışlardır ki, kısa zaman içinde kiliseleri, rahipleri, iman esaslarıyla sakramentleri olan dinlere dönüşmüşlerdir. Orada da "tekfir", "aforoz", "engizisyon" kurumları oluşmuş ve en katı şekilde çalıştırılmıştır.

    TÜRK LAİSİZMİ, BÖLÜCÜDÜR

    "Türk Laisizmi"nin girdiği zorlu sınav işte budur. Bu konuyu yeterince anlamak, hiç şüphesiz son zamanların başlıca gündem konusu olan siyasi komploları ve çete olaylarını kavramayı da kolaylaştıracaktır.

    Tarihe, topluma, ülkeye ve insanlığa karşı zerre kadar olsun sorumluluk hissi duymayan bir kısım devlet erkânı, siyasetçi, gazeteci ve yargı mensubu, "oligarşik" iktidarlarının devamı uğruna Türkiye ile oynuyor ve "laisizm"i tarihimizin hiç bir döneminde görülmemiş bir şekilde bambaşka bir alana taşıyarak, onu çağdaş bir dine dönüştürüyorlar.

    Sapkınlık, "laik çevreler", "laik kesim" gibi dini kimlik ve aidiyet anlamları yüklenmiş kelimelerin benimsenmesi ve ısrarla benimsetilmesi gayretleriyle başlıyor, bazı mekânların yine kendilerince tanımlanmış "laik olmayan kesim"e (laisizmin ötekileri, "kâfirleri" durumundaki kesimlere) kapatılması ile devam ediyor. Sonra eşine az rastlanır bir hokkabazlıkla devlet dairelerine "kamusal alan" levhası asılması için uygun bir zaman kollanıyor.

    Dünyanın tüm ülkelerinde "herkesin girebileceği, umuma açık mekanlar -park, çarşı, pazar, sokak, halka hizmet veren tüm işletmeler- olma dışında herhangi bir anlamı bulunmayan "kamusal alan", yalnızca bu ülkede "devlet daire"si anlamında kullanılmak isteniyor ve insanların bu cambazlığı fark etmedikleri sanılıyor.

    Dünyanın hiçbir ülkesinde "laiklik", bizdeki gibi kılık-kıyafet biçimlerine indirgenmedi. Yine dünyanın hiçbir "dâhi"si, burada olduğu gibi "laikliği", "insanın dinden arındırılması" siyaseti olarak görmedi. Dine karşı olunabilir, hatta dine karşı mücadele de verilebilir; ama bizdekiler gibi hiçbir din karşıtı kişi, bu karşıtlığına "laikliği" alet etmedi ve her vatandaşın aynı ölçüde sahibi, eşit vatandaşı olduğu devleti, bu bölücü, parçalayıcı siyasetin bir baltası, kılıcı olarak kullanmadı.

    ANAYASA, 'LAİSİZM DİNİ'NE KARŞIDIR

    "Laiklik, dinsizlik değildir" gibi bir ifadenin bugünkü Anayasamızın gerekçesine kayıt düşürülmüş olması, sadece laikliği böyle algıladığı varsayılan halka verilmiş bir garanti değildir; orada bundan çok daha ötede bir amaç ve anlam vardır. "Laiklik, dinsizlik değildir" mesajının asıl adresi, bu ülkede laikliği "dinsizliğin dini" haline getirmek isteyenlerdir. Anayasa gerekçesindeki "Laiklik, dinsizlik değildir" ifadesiyle esas olarak, laisizmi dinsizliğin dini yapma yolundaki çabaların Anayasa'ya aykırı olduğu anlatılmak istenmiştir.

    Bir kısım bürokrat, "ulema" ve medyacı tarafından halkın bir kesimin "laik kesim", "laik çevreler" şeklinde ayrılması ve bölünmesi cinayeti, iki asırlık Batılılaşma tarihimizde ilk kez rastlanan bir durumdur ve bunu yapanlar korkunç bir suç işlemektedirler. Böyle bir bölücülük ileride fiziksel bölünmeyi ve gettolaşmayı da getirecektir; ayrı mahalleler, semtler, kilise-cami arası, ayakkabıyla girilebilen, sıra, sandalye konmuş mabetler...

    Al sana "Dinde Reform", al sana "Protestanlaşma"! Böyle haince düşüncelerin bilinçsiz pek çok taraftarı olduğu kadar, bilinçli militanlarının da bulunduğunu Göztepe Camii etrafında yaşanan tartışmalar dolayısıyla görme imkânı bulduk. Aynı çevreler, "Kutlu Doğum Haftası"nın karşısına 19 Mayıs kutlamalarıyla birlikte düzenlenmiş "Mutlu Doğum Haftası"nı koymaktan zerre kadar irkilmediler. Dine karşı din, dini törene karşı dini tören!

    Konunun bu tarafına bir başka yazı ile yeniden döneceğiz. Şimdilik laisizmin "dine karşı din" şeklinde uygulanması garabetine dünyada yalnızca bu ülkede rastlandığı iddiamızın dayanaklarını göstermekle yetinelim.

    LAİKLİĞİN AVRUPA SERÜVENİ

    Laikliği Avrupa'nın ana rahmine düşüren güç, bizatihi Vatikan'ın kendisi olmuştur. Kilise hiyerarşisinin, insanların özgürlük arayışlarını kışkırttığı hadisesi ne kadar doğruysa, Endülüs örneği başta olmak üzere, İslâm dünyasında yaşandığını gördükleri dini çoğulculuk ve özgürlük uygulamalarının da Avrupalıları cesaretlendirdiği de o denli doğrudur.

    Avrupa Hıristiyanlığındaki ilk büyük kopuş, Protestanlıkla gerçekleşir. Vücudun kocaman bir kısmı büyük bir gürültü ile Vatikan'dan ayrılır. Kilise hiyerarşisi ve mutlak otoritesi, sonunda zıddını hasıl etmiştir: Bunun adı, sekülarizmdir.

    Protestan isyanlarla birlikte Batı Avrupa, iki büyük parçaya bölünür. Toplumsal sistemin Kilise tarafından belirlendiği ve yönetildiği geleneksel Katolik dünya ile toplum düzeninin dini hiyerarşiden bağımsızlaştığı modern Protestan dünya. Ortaya çıkış nedeni ve ruhu itibariyle laik bir yapılanma olan Protestanlığın "laiklik için savaş" gibi ayrı bir gündemi hiç olmadı. Onun zaten biricik hareket noktası, varlık nedeni, laiklikti (sekülarizmdi).

    Dolayısıyla laiklik için savaş, Katolik ülkelerle sınırlı kaldı. Adına "aydınlanma" denen ve sadece bizim gibi üç beş ülkenin köle ruhlu aydınlarınca dini bir hareket gibi yüceltilip "asr-ı saadet" muamelesi gören laikleşme sürecinin Katolik ülkelere özellikle de Fransa'ya münhasır olduğu çok açıktır. Katolik ülkeler aydınlanmasının bütün insanlık için yepyeni ve nurlu bir çağ olduğu iddiasını bu ülkelerde bile aklı olan hiç kimse savunmaz. Aydınlanmayı yeni bir din olarak kutsama eğilimlerine sadece bizim gibi bir kaç ülkede rastlanır. İskoç aydınlanmasının, Anglo-Sakson demokrasi hareketlerinin Fransız aydınlanmasından asırlar öncesinden başladığını ve Protestan kopuşla birlikte bütünüyle farklı bir yolda ilerlediğini herkes bilir.

    Özetle "laiklik için savaş", yalnızca Katolik dünyaya mahsus bir süreçtir. Toplumsal düzenin, bilimin, siyasetin Kilise otoritesinden yalıtılması ancak böyle bir savaşla mümkün olabilirdi. Vatikan'ın akıl almaz sınırlara ulaşmış, benzersiz gücünü ve otoritesini kendi rızasıyla terk etmeyeceği belli bir şeydi. Savaş, kaçınılmazdı. Böyle bir savaş verilmezse bugünün Fransa'sı olur muydu, İtalya'sı, İspanya'sı, Avusturya'sı ve diğerleri? Papalık, ancak Vatikan gibi ufacık bir kara parçasına hapsedildikten sonradır ki bu ülkeler bugünkü statülerini elde edebildiler.

    Ortodoks alemine gelince... Bu Hıristiyan camianın laiklik diye bir sorununun olması zaten mümkün değildi. Orada Kilise sistemi, dinin toplumsal düzendeki yeri, Katoliklikle kıyas bile edilemeyecek derecede farklıydı. Bilindiği üzere, bu mezhep, üstelik Hıristiyan da olması gerekmeyen herhangi bir siyasi otoriteye bağlı olmadan var olamazdı. Ortodoks din bürokrasisi bulunduğu ülkenin devletine bağlı ve bağımlıydı. Ekümenik bir Ortodoks teşkilatlanma hiç var olmadı.

    AZINLIK OLİGARŞİSİNİN BAHANESİ

    Demek oluyor ki, bugünlerde bazı devlet erkânı, siyasetçi ve aydın tarafından savunulmaya çalışan garip laikliğin;

    - Fransa da dahil olmak üzere, Avrupa laikliği ve sekülarizmi ile isim benzerliği dışında hiçbir ilgisi yoktur.

    - Keza bu laiklik anlayışının Osmanlı döneminde başlayan 19. yy boyunca yoğun bir şekilde reformlara konu edilen ve aynı temeller üzerinde cumhuriyet döneminde de sürdürülen karakteristik Türk laisizmi ile de bir benzerliği yoktur.

    - Bazı çevreler tarafından gürültülü ve törensel bir üslupla ortaya konan laiklik anlayışı, "tüp bebek" yöntemiyle üretilmeye çalışılan "yeni ulus" için tasarlanmış bir "dindir". Bu din, kendini zıddına (İslâm'a) bakarak tanımlama dışında hiçbir şey üretmediği için tümüyle dini retorik ve argümanların içinde kalmış, zıddının şeklini alarak, din olmaya başlamıştır. Kendilerini "laik kesim" olarak ayıran ve tanımlayan bu yeni dinin mensubu, mü'mini kişiler, "laikliği" sadece dinle özellikle de İslâm'la birlikte anıyorlar. Onlara bakılacak olursa Tük laikliği, sadece İslâm'ın karşı kutbu, onun zıddı bir ideoloji, teoloji ve siyasettir.

    - Son olarak şunu söyleyebiliriz: Günümüz Türk laisizmi, hem "yeni ulusun çağdaş dini", hem de özü itibariyle bir azınlık oligarşisinin iktidarda kalma, iktidarını güçlendirme aletidir.

    *Araştırmacı-yazar

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi