T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 15 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE | ||
Gidip marketten büyükçe bir saksı aldım. Onu toprakla doldurup içine maydanoz ve nane ekeceğim. Daha önce bir başka saksıya da domates ekmiştim. Yeşillenip büyüdüler, domatesler de yolda. Bir saksıda yetişen birkaç domatesin, birkaç demet naneyle maydanozun birkaç öğünlük ömrü olduğunun farkındayım. Ama bunu yapmak istiyorum. Üstelik yakın çevremden gözlüyorum ki, bunu yapmak isteyen sadece ben de değilim. Evine ziyarete gittiğim kayınbiraderimin (Adı Mustafa, selamı var) balkonunda da güneşe selam duran domates ve biber fideleri gördüm. Çevremde vakit buldukça gidip toprakla uğraşabileceği, bir şeyler ekip dikebileceği küçük bir bahçesi olsun isteyen epeyce insan var. Bu arzu ve özlemin, geçtiğimiz on yıla hakim olan doğal çevre arayışlarını aşan, çok daha naif bir çıkış noktası olduğu kanaatini taşıyorum. Basit, çocuksu ve dolayısıyla çok hesapsız kitapsız, çok samimi, çok gerçek... Domatesin tadını arıyoruz bence hepimiz. Çileğin, salatalığın, patlıcanın, diğerlerinin... Geçenlerde kokusuyla eski zamanlarda yediğim çilekleri hatırlatan ve az çok lezzeti olan bir çilek yedim. Gözlerim yaşardı desem yeri... Sanki yıllarımı uzay boşluğunda bir yıldızın askısına asılı geçirmiş ve sonra bir allem kullem sonrası dünyaya dönmüşüm gibi... İşte öyle kelimeleri kifayetsiz bırakan tarifsiz bir sevinç... Nasıl bir trajedinin tam ortasında olduğumuzu farkediyor musunuz? Bir insan olarak ben, 2006 yılında, yediğim çileğin çileğe benzer bir tadı ve kokusu olmasından dolayı bir duygu sağanağına yakalanıyorum. Tamam, ben balık burcuyum ve suluzırtlak taraflarım var. Zaman zaman bu adım başı duygu seli hallerinden kendim bile sıkılıyorum. Ama itiraf edin, benim bu yaşadığım bu hal, sizin başınıza gelse, ölmüş bir yakınınızı hayırlı bir rüyada görmeye benzer duygulara kapılmaz mısınız? Böyle düşününce bütün bunlar size de çok trajik gelmiyor mu? İnsanlık olarak belki de bu yüzyılın başında, olmadı en azından elli yıl öncesinden başlayarak "Biz ne yapıyoruz?" sorusunu kendimize ciddi ciddi sormalıydık. Bugün hepsi birer plastik tatsızlık numunesi haline gelen domatesler, salatalıklar, biberler, çilekler, kirazlar, elmalar, armutlar geçen yüzyılın egemen karakterine fena halde sinmiş olan bilimsel destekli kapitalist düşüncenin çiftliğinde yetişmiştir. Toprağın insana sunduğu nimetleri pazarın talep, dayanıklılık ve verimlilik gibi kriterleriyle kendi nizamına uymaya zorlayan o kafa, dünyanın tarımsal havzalarında tam bir biyolojik terör havası estirmiştir. Bugün pazarın istediği dayanıklı, verimli, para eden, talebe göre dengeleriyle oynanabilen meyve ve sebzeler önümüze konuyor. Ama canımızın istediği tatlı, kokulu, çeşidi bol, yemeye doyulmaz nimetler canımızı acıtan nostalji sofralarındaki birer hatıraya dönüştü. İşte saksıya ektiğimiz umut, hayatımızın bir köşesinde o aziz hatırayı yeşillendirecek bir vaha oluşturma arzusudur. Bunun hem bir vaha, hem bir serap olduğunu elbet biliyoruz. Ama olsun, domatesin tadını yok eden muhteris bilime inat, neredeyse bir avuç içine sığabilecek bu ilkel bahçeleri çoğaltacağız. Tadı ve kokusu olan tek bir domates, tek bir biber, tek bir çilek tanesi verse bize o bahçeler, mutlu oluruz, gözlerimiz yaşarır, ne kaybettiğimizi hatırlarız. Bu hiç de az bir şey değil. Herkese tavsiye ediyorum, lütfen balkonlarınıza birer irice saksı alın, içine umut ekin ve başında tadı olan, kokusu olan evvel zaman domateslerinin olgunlaşacağı o güzel günü bekleyin. Sonra belki, bilimin kollarını uzatamayacağı bahçeleriniz de olur. Hay Allah, yine gündem dışı söz aldım değil mi ben!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |