T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 15 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE | ||
|
Yalnızlığın bir ortak dili var mıdır dersiniz? Bir yalnız başka bir yalnızla hangi dili konuşur? Belki bir tehlikenin ortak paydası iki yalnıza eşlik ederse, orada, bir kelimesiz dil oluşabilir. Benizlerin sararması, kulak çınlaması, ellerin koltuğun topuzuna yapışarak uyuşuncaya değin sıkılı tutulması, dişlerin kenetlenmesi, bu ortak dilden haber verebilir belki. Ama bu ortak dil bir konuşmaya dönüşebilir mi? Dişleri kenetlenmiş olarak birbirine bakan iki kişi, dudakları kelimeleri biçimlendirmekten uzak duruyorsa, belki bir çevirmene ihtiyaç duyar bir anlaşma zemininde buluşmak için. Çünkü yüzleri bir yanlış anlaşılmanın aynasına tutulmuş olabilir. Ve birileri onları uyarmadıkça onlar birbirini yanlış anladığını ebediyen bilmeden kalabilir. Uçağınız saatte 700 küsur kilometre hızla seyrediyor. Siz, yeryüzünden dokuz kilometre yukarda bir mesafede uçtuğunuzu unutmuşsunuz. Uçağın hemen dışında, başınızı dayadığınız lombozun hemen ardında, yani ancak otuz santimetre kadar uzağınızda, ısının eksi elli, eksi altmış dereceye düştüğünün farkında bile değilsiniz. Saatlerce kabinin rehavet veren ısısında yüzüyorsunuz. Derken bir sarsıntı, sizi silkeliyor. Ayağınızın altında sarsılan bir yol var: ama birden uyanıyorsunuz ve, hayır, ben bir otomobil gezisinde değilim, ben havadayım ve uçuyorum.. öyleyse bu takırtı, bu beklenmeyen taciz edici sarsıntı da neyin nesi? Ama bütün bunlar bir saniyelik zaman aralığında olup bitiyor. Silkeleniyor ve kendinize geliyorsunuz. Sarsıntı devam etse de, bunun sebebini artık biliyorsunuz. Bunu, yanınızdaki koltuk arkadaşınıza anlatabilirsiniz. Onun sıkılı yumruklarının koltuğun topuzunu eritircesine sardığını fark ediyorsunuz. Onun teselliye ihtiyacı var. Onun yatıştırılmaya ihtiyacı var. "Geçti" diye mırıldanabilirsiniz. Ancak o, sizin bu sözünüzü kendisini sarakaya almak için söylediğinizi düşünebilir. Çünkü sarsıntılı yol devam ediyor. Kaptanınız, kemerlerinizi bağlamanız için sizi uyarmıştır. Uyarı ışıkları gözünüzün önünde pırıl pırıl yanıyor. Ve ilgili merciden yeni bir uyarı gelmiyor. Biliyorsunuz ki, yeni bir uyarı gelmedikçe tehlike devam etmektedir. Ancak acemi yolcu buradaki ihtiyat payını düşünecek bir zihin rahatlığını henüz bulamamıştır. "Türbülans!" Bu kelime işitildiğinde ortalık büsbütün karışacak. Yolcu, birden bu kelimenin sözlükteki karşılığını aklından geçiriyor: Rüzgârın beklenen hızından farklı bir biçimde ve beklenmeyen yönlerden gelen şiddetli hava akımı. Öyle mi? Peki bu uzay derinliğindeki boşlukta bu beklenmeyen yönlerden hücum eden şiddetli hava akımı nasıl durdurulacak? Eyvah mı.. Gelsin öteki çağrışımlar: Ters akıntı, çevrinti! Hayır, teselli vermiyor. Tersine kaygıyı çoğaltıyor. Ya karmaşa? Demek ki, yalnızın dili, yalnızca gövdenin diliyle iletişim kurmada değil, lafızlarda bile acze düşüyor. Demek ki, anlaşabilmek, giderek uzlaşmaya ulaşmak için dilin de dibine inmek gerekiyor. Türbülansa çevrinti, anafora burgaç demek yetmiyor.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |