T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 27 HAZİRAN 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

'Bir sen eksiktin!'

Kötü habercilik diliyle söylersek, siyaset hareketleniyor. Bu hareketliliğin mimarı mütekait Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'se, "hınk deyicileri" ise "Cumhuriyete sahip çıkıyoruz" temelinde yeni bir siyasi cephe oluşturmaya (oluşturmaya ve çıkacak siyasi kaostan iktidar devşirmeye çalışan) Deniz Baykal ve ardılları...

Ülkedeki kötü gidişe 'dur' diyecek kutsal formüle göre, kendisini "laik" ve "cumhuriyetçi" hisseden herkes (sanki laik ve cumhuriyetçi olmak dışında bir seçenek varmış gibi) mevcut iktidara karşı tek çatı altında birleşecek.

Fakat "çatı"nın niteliği konusunda ihtilaflar var.

Bu iş, bir tür "istenmeyeni engelleme konsorsiyumu" olan merkez sol çatısı altında mı, yoksa merkez solla hedef ortaklığını ilan etmiş ve daha büyük bir oy çoğunluğuna seslenen merkez sağ çatısı altında mı olmalı?

Bir sürü de isim atıldı ortaya; Mehmet Haberal'dan "genç siyasetçi" Yılmaz Büyükerşen'e, İlhan Kesici'den niçin böyle bir oluşum içinde yer alma ihtiyacı duyduğunu anlayamadığımız Süheyl Batum'a... (İlhan Bey de çıkış yapmak için niye "çarşının karışmasını" kollar, anlayabilmiş değilim!)

Mevcutlar yetmezmiş gibi, bir de nur topu gibi bir "Mesut Yılmaz sorunsalımız" oldu. Bu, hem kutsal oluşumcuların kafasını karıştıracak, hem de temiz siyaset sinyalleri veren Erkan Mumcu'nun canını sıkacak bir sorunsal.

İnsanın, "Bir sen eksiktin" diyesi geliyor!

Başkaları nasıl değerlendirir bilmem ama, ben bu "dönüş"ün Türk siyaseti adına bir talihsizlik, hem de büyük bir talihsizlik olduğunu düşünüyorum.

Belki de şu soruyu sormanın zamanı geldi de geçiyor bile:

Mesut Yılmaz olarak bugüne kadar siyasette ne yaptın? Yüzde 35'le devraldığın partinin oy oranını önce yüzde 25'e, ardından yüzde 19'a, kademeli olarak yüzde 14'e ve 11'e düşürmek, nihayetinde baraj altında boğulmasına seyirci kalmak dışında ne yaptın?

Bu soruya verilecek cevap şudur: Hiçbir şey.

Baykal için yapacağımız analoji, muhalefet avantajıyla girdiği tüm ana, ara ve yerel seçimleri kaybeden, ANAP'ın çok sesli, çok renkli, çoğulcu yapısını bozarak partinin varlık nedeni olan "83 ruhu"nu da öldüren Mesut Yılmaz için de geçerli.

Dün, "Basın Kulübü"ndeki açıklamalarını izledim.

Hem de çok iddialı geliyor.

Kendisini bir partinin, hazır oluşumlardan birinin bir parçası olarak görmüyor. Siyaseti yalayıp yutmuş, yarı-bilge ve siyaset duayeni havalarında. Partiler ve siyasetler üstü bir konum biçiyor kendisine. Belki de Cumhurbaşkanı olmak istiyordur. Baykal'ı yetersiz buluyor: "Bu iş Baykal'la olmaz"mış. Olması gereken "iş"in ne olduğuna ilişkin bir fikri yok, ama Baykal'a ve soldaki kutsal ittifakçılara görünüşte prim vermiyor.

Şimdilik bir partide yer almayı, hele eski partisine dönmeyi hiç düşünmüyor; Erkan Mumcu iyi çocukmuş, güzel konuşuyormuş filan da... Eh işte, sadece güzel konuşuyormuş. Belki bir "çatı partisi" kurulabilirmiş. Bunun olabilirliğini tartışmalıymışız.

Hayır, kendisi için bir şey istemiyor.

Hayatından çok memnun.

Ülkesi kendisine ihtiyaç duyduğu için elini taşın altına koymaya karar vermiş.

Ülkenin Mesut Yılmaz gibi, 83 ruhundan çok Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'in temsil ettikleri siyasi anlayışla imtizaç etmiş bir "kurtarıcı"ya ihtiyacı var mı? Ben böyle bir talep olduğunu bilmiyorum. Bugüne kadar elini taşın altına koyacak bir icraat sergilediğini de hatırlamıyorum:

En büyük fırsat olan (elini taşın altına koyma fırsatı olan) 28 Şubat sürecinden mahçup ayrılmıştı.

Bir vakitler, "Türkiye'yi 70'li yılların karanlığına götürmek isteyenler"den bahisle, partisinin kurulduğu günden beri "demokrasi" ve "özgürlük" kavgası verdiğini, bu kavgada aynı zamanda "topyekûn sivil siyaseti müdafaa ettiklerini" söylüyordu. Ama, 28 Şubat yaptırımlarına karşı muhalefetten destek isteyen dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ı, "Bu adam sivil mutabakat arıyor" gerekçesiyle elinin tersiyle itip "Ara rejim Başbakanlığı"na tamah eden yine kendisiydi.

Ne diyelim, vatana millete hayırlı olsun!

Bir de tabii Rahşan Ecevit sağolsun!

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi