T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 27 HAZİRAN 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Toplumla bütünleşmiş ve geleceği kuracak bir vizyon

Halkın gelenek ve görenekleriyle, manevi değerleriyle çatışan, çatışmasa bile bu değerlere bağlı isteklere duyarsız kalan hareketler halk tarafından ezalandırılmaktadır. O nedenle halkın manevi değerleri maddi değerlerinin önündedir.

  • Recep GARİP (*)
    21. yüzyıla girerken dünya ülkeleri ve Türkiye, yeni yüzyılı milenyum diyerek önceki yıllara nazaran daha umutla ve daha çılgınca kutladılar. Beklentiler, iyi dilekler ve temenniler en alt düzeyden en üst makama kadar hemen herkes tarafından ifade edildi. Ne var ki 20. yüzyılın alışkanlığıyla 21. yüzyıla sanki veraseten intikal eden savaşlar, entrikalar, sömürgeci anlayışlar hükmünü icra etmeye devam ediyor.

    YARINLARI DÜŞLEMEK

    Bu noktada, insani bir değişim ve dönüşüm için "Hiçbir şey göründüğü kadar değildir." düsturuyla hareket etmek; dünü iyi okumak, bugünü eylemlerimizle, ortaya koyduğumuz anlayışlarımızla şekillendirmek ve yarın için entelektüel manada düşünce ve proje üreten topluluklar oluşturmak lüzumu ortaya çıkıyor.

    Bilgi çağında ve bilgi toplumunda yapılması gereken şey, sürekli merak ve araştırmadır. Yapılan çalışmalar birey ve toplum arasında yeni anlayışları, yeni değişimleri yeni söylem ve duyuşları birbiri içerisinde besleyerek büyütmelidir. Burada merak, çaba ve gayretin yanında mutlak surette yarınlar için hayaller ve düşler olmalıdır. Bu düşler bizim için yarına dair bilgileri toplamamıza, yarınlar için hazırlıklı olmamıza yardımcı olur. Bu çalışmalar, sadece aydının görevi değil, ulusuna , toplumuna ve uygarlığına karşı bir sorumluluk ve aidiyet duygusu içerisinde olan bütün bireylerin üstlenmesi gereken görevleridir.

    Demokrasinin temel kavramları, hedefleri, Türkiye tarihindeki süreci, bu süreçte yaşanan kopukluklar, gerçek demokrasi gibi konular, bu zeminde ele alınması gereken asıl meselelerdendir.

    Siyaseti demokrasi ve hukuk kuramları içerisinde gerçekleştirmek; büyük gayret ve fedakarlıklara ihtiyaç duymaktadır. Siyaseti entelektüel bir anlayışla yapmak; kavgasız, entrikasız, yalansız, belli kesimlere ve bireylere yönelik değil bütün ulusun menfaatini önde tutan bir anlayış doğrultusunda şekillenecektir. Bir çok anlayış aslında köhnemiş, çoktan miladını doldurmuştur ve siyasi alanda entelektüel siyasetçiler beklenmektedir. İçinde bulunduğumuz yüzyılın toplum ve siyaset eksenindeki hedefi de demokrasiyi bütün sosyal tabakalara nüfuz ettirmek ve hukukun üstünlüğünü bütün bireyler için eşit manada uygulanır hale getirmek olmalıdır.

    Siyasetteki değişim, toplumsal değişimle doğru orantılıdır. 21. yüzyılı yeni anlayış ve yeni yaklaşımlarla, yeni söylem ve bakış açılarıyla şekillendirmek mecburiyeti ortadadır. Çünkü 20. yüzyılda dünyaya ve Türkiye'ye egemen olan siyaset ve toplum anlayışının dünya ülkelerine neler getirdiğini bütün insanlık olarak biliyoruz, bunu hep beraber yaşadık... Bu yüzyılda yükselen değerler olarak demokrasi, eşitlik, özgürlük, hak ve hukuk gibi kavramlar siyasi ve sosyal hayatta yerini aldığı halde, insana ve hayata özünden bakamayan; daima dışarıdan bakan yönetici ve aydınlar sebebiyle toplumların ölümü demek olan umutsuzluk ve güvensizlik meydana gelmiştir.

    TOPLUMLA BÜTÜNLEŞMEK

    Hayatla bütünleşmeden hayatı anlamak ve hayata olumlu bir katkı sağlamak mümkün olur mu? Elbette ki hayır. Kendi toplumuyla bütünleşemeyen, kendi halkının duygu ve hislerine, keder ve sevincine, inanç ve geleneğine, sıkıntı ve refahına yabancılaşan bir siyasetin veya siyasetçinin o toplumu anlaması ve o topluma olumlu bir katkı sağlaması düşünülebilir mi? ...O halde bir yenilenme ihtiyacından söz ediyorsak, daha önceki yanlış düşünce ve uygulamaları doğru tespit ederek yeni ve doğru tedaviler ve yöntemler de ortaya koymak zorundayız..

    Tarihi, coğrafyayı, toplumu şekillendiren siyasal düşünceler; bulundukları toplumun nabız atışlarını, istek ve arzularını, hayat kaygılarını, ekonomik beklentilerini, inanç özgürlüklerini, geleneksel bağlayıcı unsurları ve buna benzer bir çok değerleri kendilerine mesnet edinmek ve bu değerlerden yola çıkmak durumundadır. Şu bariz bir gerçektir ki toplumun ortak seslerine, renklerine, eğilimlerine, kanaatlerine dikkat etmeyen siyasal oluşumlar biterken, buna dikkat eden siyasi hareketler kabul görmüş ve toplumu etkilemiştir.

    Toplumun içinde bulunduğu şartlar, bireyleri toplu olarak etkiler. Bu etki, toplumu sağlıklı düşünmeye, güven ve teslimiyete ulaştırdığı gibi toplumun huzurunu bozmaya, güvenin yok olduğu telaş ve huzursuzluk ortamına da sürükleyebilir. O nedenle toplumun eğilimlerine, isteklerine, yüreklerinden geçenlere yaslanmak sizi kalıcı kılar.

    12 Eylül öncesinde Türkiye bütün yönleriyle tıkanmış, çarşı pazarda güven ortamı kalmamış, ekonomik zorluklar alabildiğine çoğalmış, dış politikada sürüngen bir yapı ortaya çıkmış, Kıbrıs Sorunu dokunulmaz duruma gelmiş, AB'ye üyelik çabası uzun yıllar devam etmiş zaman zaman kesintiye uğramış sorunlar aşılamamıştı. Komşu ülkeler ve dünya ülkeleriyle kapılar birbirine kapatılmış, dostluklar yerine düşmanlıklar büyütülmüş, üniversite olayları caddeleri, sokakları yaşanmaz hale getirmiş, ideolojik ayrılıklar ülkenin dirliğini birliğini bozmuş, işsizlik tahammül sınırlarını aşmış, PKK, anarşi ve terör bağımsız ve güçlü bir devlet anlayışını zedelemiş durumdaydı...

    Toplum, bu durumdan kurtulmak istiyordu. Kendisiyle ortak temas kurabilen yeni bir anlayışa yeni bir yapılanmaya acilen ihtiyaç duyuyordu. Bu, devletin güvenliği açısından, demokrasinin oturması açısından, sivil inisiyatifin güçlenmesi açısından çok önemliydi. Bir taraftan anarşi ve terörün bitmesi, ekonomik çıkmazın aşılması, sokak kavgalarına son verilmesi, içe dönük Türkiye'nin dünya devletleriyle yeniden uzlaşma, buluşma, kolektif çalışma yapmasına ihtiyaç duyuluyordu. Bir toplum bütünüyle iflas etmediği takdirde her zorluktan bir çıkış yolu bulacaktır. Hep böyle olmuştur. Yani temelde, yöneten ve yönetilen arasındaki ayrılık ve gayrılıklar ortadan kalkıp umudun ve güvenin yeniden tesis edilmesiyle toplumlar düştüğü yerden ayağa kalkmışlar ve hayat sahnesindeki rolünü ifa etmeye devam emişlerdir.

    Ekonomik zorlukların aşılması, anarşi ve terörün bitmesi, halkın istek ve arzularını sosyal açılımlara, sosyal alan ve politikalara, kültürel çalışmalara sevk edecektir.

    YENİ BİR DÖNEM

    Topluma sadece teorik bilgilerle yaklaşmak yerine bizatihi halkın hislerine, duygularına, beklentilerine cevap verecek pratik anlayışlarla yaklaşmak sosyal barışın, sosyal birlik ve dirliğin, adalet ve kalkınmanın ön koşuludur. Demokrasiyi uygularken demokrasinin temel kavramlarına ve ruhuna uygun hareket etmek gerekir. "geçmişten adam hisse kaparmış... ne masal şey! beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? "tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?" mısralarını söyleyen İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy dünden ibret alınmasını, ders çıkarılmasını, aynı hatalara tekrar düşülmemesini hatırlatıyor, lakin halkın önünde siyaset yapan siyasetçiler, dünden yeterince ders almadıklarını yaptıkları hatalarla ortaya koyuyorlar. Oysa halkın söylediği şudur: 'Ben kavga istemiyorum. İstikrar ve huzur istiyorum. Güven ortamı istiyorum. İş-aş-eş istiyorum.

    Cebimde param olsun istiyorum. Beni dinleyen, benim yüreğimden geçenleri dile getiren siyasetçiler istiyorum. Benimle barışık yaşayan, toplumu bütün renkleriyle kucaklayan, uyumlu, kaynaşmış, adaleti ve hukuku herkese eşit uygulayan siyasetçiler istiyorum.

    Oğlumun ve kızımın iyi eğitilmesini, çocuklarımın benden daha çok topluma, devlete, uygarlığa faydalı olmasını istiyorum. Bütün çocukların umutlarının çoğalmasını, gözlerinin ve yüzlerini gülmesini istiyorum. Savaş istemiyorum. Toplumun inançlarıyla, bütün etnik unsurlarıyla insanca yaşayabildiği, kaynaşabildiği bir ülke istiyorum. Benim adıma beni yöneten siyasilerin kendi çıkarlarından çok toplumun ulusun, coğrafyanın çıkarlarını düşünmesini istiyorum...'

    Halkın istekleri dün de bu gün de yarın da değişmeyecek. Dünün siyasi partileri toplumun bu nabız atışına kulak vermediğinden halk zaman zaman ortak ses ve duygu olarak kendi isteklerine cevap verebilecek oluşumları doğurmuştur. 21. yüzyılın siyaset bilimcileri Türkiye'de 2002 seçimleriyle başlayan dönemi yeni bir dönem olarak yazacaktır. Bu yeni dönemin temsilcileri halkla ne kadar buluşmuş, kaynaşmış ise ömürleri o kadar uzun olacaktır. Aksi takdirde daha önceki oluşumlar gibi ömrünü tamamlayıp tarihteki yerini alacaktır.

    Türkiye'de partiler toplum merkezli siyaset üretme Ar-Ge çalışmalarını yeterince yapmıyorlar. Cumhuriyetle yaşıt olan CHP kendisini deforme etmiş, toplumun değerleriyle çatışmış, kendisini yenileyememiş bir partidir. Buna karşın AK Parti toplumun arzu ve istekleriyle yeni teşekkül etmiş, kısa bir süre içerisinde hem yerel yönetimlerde hem de genel yönetimde iktidar olmuştur. 2002 öncesinde siyasi partilerin yaptığı hataları Ak Parti yapmamalıdır. Tarih, nerelerde hangi yanlışların yapıldığını kaydetmiştir ve kaydetmeye devam etmektedir.

    Halkın gelenek ve görenekleriyle, manevi değerleriyle çatışan, çatışmasa bile bu değerlere bağlı isteklere duyarsız kalan hareketler halk tarafından cezalandırılmaktadır. O nedenle halkın manevi değerleri maddi değerlerinin önündedir. O halde din ve vicdan özgürlüğünün, düşünce özgürlüğünün, teşebbüs özgürlüğünün, asla yara almadan yaşatılır hale getirilmesi gerekmektedir. Tarihi iyi okumak gerekir.

    Yeni anlayışın siyasal vizyonu, toplumla uzlaşma vizyonudur. 73 milyon Türkiye nüfusunun kardeş kılınması vizyonudur. Bu anlayışla sosyal politikalar oluşturmak, hedef ve projeler ortaya koymak ve toplumun manevi değerlerine destek verecek projelerle halkın kaynaşmasını sağlamak gerekiyor. Ak Parti ulusun bütününde böyle bir misyon üstlenmiştir.

    O nedenle daha az hata yaparak, tarihten dersler çıkararak, ulaşılmazlık zırhını kırarak toplumun kendisi haline gelmelidir. Başbakanın ifadesiyle "Ak Parti'yi halk kurmuştur. Yani Ak Parti halkın partisidir, Türkiye'nin partisidir." Gerçekten böyle olduğuna inanan halk, Ak Parti'ye ve başbakana ciddi krediler vermiş ve bu kredilerin çarçur edilmemesini istemiştir.

    (*) AK PARTİ Adana Milletvekili

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi