T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 27 HAZİRAN 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Davut DURSUN

Volga'da Sakarya türküsü

Ne zaman "Volga" adını duysam ortaokul yıllarında okuduğum Saadet Bektöre'nin Volga Kızıl Akarken (Ankara, 1965) adında hatırat/anlatı türündeki eserini hatırlarım. Hatırlayabildiğim kadarıyla Şevki Bektöre'nin anlattıklarından oluşan kitapta Sovyetler Birliğinde yapılan mezalimleri çok çarpıcı şekilde anlatıyor ve dökülen kanların Volga nehri sularını kızıla boyadığına dikkat çekiyordu.

Biliyorsunuz Volga, Rusya'nın en önemli nehirlerinden biri. Moskova yakınlarında muhtelif akarsuların birleşmesinden oluşmakta ve Avrupa'nın en uzun akarsuyu olarak 3500 kilometrelik bir uzunluğa sahip bulunmaktadır. Sularını Hazar Denizine boşaltan Volga'nın Rjev'den itibaren ulaşıma elverişli olması ve yer yer genişliğinin birkaç kilometreyi bulması bir nehirden çok deniz görüntüsü vermektedir.

Bir gezi münasebetiyle bir grup arkadaşla Tataristan'ın başkenti Kazan'ı ziyaretimde Volga nehri ile karşılaşmam bende değişik duyguların uyanmasına vesile oldu. Bininci yılını geçen yıl kutlayan Kazan, Volga nehri kıyısında kurulmuş pek çok şehirden sadece birisi, fakat bölgenin en güzel şehri olduğunda hiç şüphe yok. Volga kızıl akmıyorsa da saf ve temiz aktığı da iddia edilemez.

Tataristan Rusya Federasyonu içerisinde bir özerk cumhuriyet. Tarihi çok gerilere kadar gitmekte. 7. yüzyılda bölgeye yerleşen Tatarlar 922 yılında Müslümanlıkla tanışmışlardır. Altınorda devletinin hakimiyeti altında varlıklarını sürdüren Tatarlar, bu devletin dağılması üzerine kurulan Kırım, Kasım, Astırahan, Sibir ve Kazan hanlıkları arasında dağılmışlar. Kazan Hanlığı, Ruslarla girişilen mücadeleyi kaybetmeleri üzerine 1522'de Rusların hakimiyetine girmiş. O gün bugündür bölgede Rusların hakimiyeti devam etmektedir.

Tatarlar, Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine bağımsızlıklarını ilan etmeye yöneldilerse de bunun imkansızlığı anlaşıldığından Rusya Federasyonu içinde özerkliklerini güçlendirerek mevcut durumu korumayı tercih ettiler. Bugün Rusya'nın en güçlü özerk cumhuriyetlerinden biri olup kendi hükümetleri, cumhurbaşkanları, parlamentoları ve siyasi kurumları var. Rusya'nın en kalkınmış yerlerinden biri olup ülkenin büyük ve önemli sanayi kuruluşları burada bulunmaktadır. Özerk cumhuriyette nüfusun yarısını (% 51) Tatarlar, yarıdan azını (% 41) Ruslar ve geriye kalanını da diğer etnik unsurlar oluşturmaktadır.

Kama ve Volga (İdil) nehirlerinin birleştiği yerde kurulu olan Kazan, muhtemelen dünyanın en güzel şehirlerinden biri olsa gerek. Sovyet döneminin planlı ve geniş caddeli şehri son yıllarda öylesine büyük bir yenilenme ve gelişme içerisinde ki her taraf tam bir şantiye görünümünde. Göğe doğru yükselen büyük binaların Türk müteahhitlerin elinden çıkması ayrı bir iftihar vesilesi. Şehirde her ne kadar eski doku muhafaza edilmekteyse de Kazan'ın İslami kimliğinin Sovyet döneminde uğradığı yıkım gözden kaçmıyor. Mesela UNESCO tarafından dünya kültür mirasına alınan Kazan Kremlin'inde bulunan görkemli Ortodoks kilisesi, Rusların burayı ele geçirdikleri 1522'den sonra burada bulunduğu söylenen Kul Şerif camisinin yıkılması üzerine yerine inşa edilmiş. Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında, Kremlin içerisinde Kul Şerif camisinin inşa edilmesine gidilmiş ve İslam ülkelerinin de destek ve yardımlarıyla aynı adla muhteşem bir cami inşa edilmiş. Anlatıldığına göre Sovyetler Birliği döneminde şehirde sadece bir cami bırakılmıştı. Bugün camilerin sayısı onlara yaklaşmış. Ne var ki hala camilerde açıktan dışarıya yönelik olarak ezan okunmamaktadır.

Kazan ziyaretimizin pek çok ilgi çekici yanı var. Bunlardan en önemlisi herhalde Volga nehrinde yaptığımız gemi seyahati ve nehir kıyısındaki piknik olmalıdır. Volga'da seyir halinde iken ziyaretçiler arasından şiir ve edebiyat dostu bir değerli arkadaşımızın Sakarya Türküsü'nü okumasının ayrı bir anlamı ve coşkusu vardı. Volga'da Sakarya Türküsünü dinlemek başka bir duygudur. Volga'nın suları kızıl akmıyorsa da mahzun, melül, tüm havzadaki sanayinin atıklarıyla yüklü, yorgun ve üzüntülü olduğu kesin. Aynen bölge insanları gibi...

Durgun Volga'nın içimize oturan hüzünlü haline inat, son yıllarda büyük bir hızla gelişme gösteren Türk-Tatar ilişkileri ve dostluğunun geleceği son derece parlak ve umut vaat ediyor. Bunda emeği geçenleri alkışlarken daha yapılacak çok şeyin olduğunu hatırlatmak gerekiyor.

Neler yapılabileceğini gelecek yazıda ele alalım.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi