T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 1 MART 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Demirel'in 'cin'leri, 28 Şubat'ın 'pim'leri

Erbakan, krizden çıkar umanlara karşı sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapmaktaydı. Mesut Yılmaz 'Sayın Erbakan sivil mutabakat arıyor' diyerek destek vermeyeceklerini beyan etti. Sivil mutabakat aramak suç muydu?

  • NECMETTİN EVCİ
    Demirel'e göre, 60 darbesi faciaydı, 12 Eylül kötüydü ama 28 Şubat haklıydı, yerindeydi! Buyurun, çıkın işin içinden. Türk siyasetçisi ve aydını hâlâ darbeleri iyi ve kötü, benim ve senin diye ayırma bahtsızlığından zihnini kurtaramadı. Bir darbe eğer benim amaçlarıma hizmet ediyorsa iyi, rakiplerimi ezmiyor, sindirmiyor, imha etmiyorsa kötüdür. Mantık ve yaklaşım bu. Ne çirkin, ne ayıp! Toplumsal katasrofumuzun tabanında olan ahlâksızlıkların başında bu ilkesizlik de vardır.

    Oysa darbe, anayasal suçtur. Millet iradesine haksızlıktır, zulümdür. Zulüm kimden gelirse gelsin ona karşı ve mazlum kim olursa olsun ondan yana olabiliyor muyuz? Buna yüreğiniz ve tahammülünüz var mı?

    MİLLETİ ÇARPAN ÇARPIK BİR MANTIK

    Bu millete bu mantıkla yıllarca kan ağlattınız. Kimse benim düşünce ve yaşama biçimime karşı diye cezalandırılmamalı. Herkes sizin gibi olmak mecburiyetinde değil. Ancak resmi ideolojinin ödünsüz kadroları modern bir ulus inşa etmek için tek tipçi, dayatmacı tutumla; farklılıklara hususen de İslâm'a karşı son derece tahammülsüz, acımasız davrandılar.

    Bunların varlığı bir başka varlığın teminatı olmadı, olamadı. Çizgi dışı en ufak icraat ve beyanatlar karşısında banal ve vandal davranmaktan çekinilmedi. Bu beyefendiler istedikleri herzeyi yiyebilir, istedikleri tarz ve içerikte konuşabilir, meselâ halkın oylarıyla seçilmiş bir başbakana bile hakarete varan sözler sarfedebilir ancak kimse onlara 'gözünüzün üzerinde kaşınız var' diyemez. Onlar doğal olarak dokunulmazdır.

    Bir general, dönemin Başbakanı Erbakan'a hakaretler etme saygısızlığını göstermiş ve bir tahkikat bile geçirmemişti. Birileri her ne yaparsa yapsınlar "bizim mahalleden oldukları için" hiçbir şey olamazdı. Peki ya hak, hukuk? Hayır hukuk o korunmuşların aleyhine işleyeceği yerde kendiliğinden yani keyfi olarak işlemeliydi. O kimi kerametleri kendinden menkul insanların yaptıkları hiç mi hiç gerilim çıkarmazdı. Ama öbür mahalledekiler ya da evin üvey çocukları en ufak bir beyanat için bile kılı kırk yarmalıydılar. Aksi takdirde gerilim çıkabilirdi. İstenmeyen durumlar olabilirdi. Çünkü bunlar evin öz çocuklarıydı.

    GERİLİM BAHANELERİ

    Bugün de aynı jakobenliğin değişik versiyonlarını sahneleme heveslilerinin olması demokratik kazanımlar adına talihsizliktir. İyi ama bunca yıllık cumhuriyet ve demokrasi deneyimimizden sonra artık bu keyfiliklere bir son vermeli ve ilkeli olmalı değil midir? Demirel 28 Şubat'ın gerekçesini bakın nasıl anlatıyor bu söyleşide. "Kimi beyanatlar, sözler gerilimi artırmıştır. Bu gerilimi halk görmüştür." Demek kimi beyanatlar gerilim yaratmıştır? Doğrusunu herkes biliyor Sayın Cumhurbaşkanı; "gerilim için kimi beyanatlar bahane edilmiştir" deseniz gecikmiş de olsa birazcık vicdanınızı rahatlatırdınız belki.

    İşinize geldiğinde ve kendi çıkarınız ve ikbaliniz de söz konusuysa demokrasiden söz ediyorsunuz. Darbelere karşı biraz da oportünist edalarla, kimseyi de fazla rahatsız etmeden demokrasiye vurgu yapıyorsunuz. Oysa demokratik bir ortamda herkes istediğini konuşmalıdır. 'Konuşan Türkiye' mücadelesi verilmelidir. Ama işinize gelmediği noktada kimi beyanatlar rejim tehlikesi yaratır, demokrasiyi yaralar. İşte demode bir Demirel mantığı.

    Bu iktidar % 65'lik destek alamadı da geçmişte Demirel mi almıştı bu desteği? 1991 milletvekili genel seçimlerinde başında olduğunuz DYP'nin aldığı %27 oyun üstelik yarısı ödünç değil miydi? Halefi olarak makamına kurulduğunuz rahmetli Turgut Özal sizden çok daha güçlü olarak seçilmişken sana göre 'Çankaya'nın sakini' idi ve orada oturmamalıydı. Ama sıra size gelince yarısı zaten ödünç olan % 27 yeterliydi.

    ADİL OLMAYAN HUKUK, KAOS ÜRETİR

    Demek istediğimiz bu da değil. Mahkeme elbette kadıya mülk değildir. Ama bir mülk aranacaksa o da adalettedir. Adalet mülkün temelidir. Bu veciz sözün hukuk devletinin temel ilkesi olduğunu söylemeye bile gerek yok. Hukuk sana ayrı, ötekine ayrı işletilecekse, hele kimi gerilim senaryolarıyla anayasal düzen tepelenecekse, işine geldiği zaman öyle, işine gelmediği zaman böyle olacaksa, orada hukuk devletinden de, hukuk düzeninden de söz edilemez. Keyfilik ve kaos hâkim olur. İnsan elinden çıkan yasalar daha az müdahaleci veya kazuistik metinler olabilir. Her ülkenin kendi toplumsal dokularına, bünyelerine, kültür ve tarihlerine uygun anayasalarının olmasında bir tuhaflık yoktur. Tuhaflık, hukukçu olmamama karşın anlayamadığım, anlamak için de esasen hukukçu olmaya gerek olmayan gerçek şudur: İnsanlar kendi yaptıkları yasaya uydukları ölçüde şehirli, yurttaş ve medeni olurlar.

    Türkiye'nin sadece anayasa ve yasa problemi değil, ayrıca, onlara samimi olarak uyma problemi vardır. Çoğu problemler yasalara uymamaktan kaynaklanmaktadır. Zaman zaman kimi etkili ve yetkili kişi ve odakların dudaklarından çıkanlar yasaların önüne geçebilmektedir. Üstelik şu garabete bakınız ki, bu derebeyi mantıklı insanlar millete demokrasi ve çağdaşlık satmaya çalışıyorlar.

    DEVLET VE MİLLET NEREYE DÜŞER?

    Anayasalar insan hak ve özgürlüklerini devletin koruyucu teminatına almak içindir. Çünkü devletin varlık ve egemenlik alanı kişisel hak ve özgürlükleri daralta daralta genişler. Bu durumlarda devlet hak ve özgürlükleri sınırlayan giderek yok eden mekanizmaya dönüşür. Diktatörlükler işte bu toplumsal kapalılıktan, bu zafiyetten doğar. Bu yapılarda insanın varlığı, politik programlar çerçevesinde sonradan inşa edilmiş ulus ve devlet içindir.

    Bizimkiler, devletin, o resmi heyulanın devasa varlığını daha fazla genişletmek için bireysel hak ve imkanları olabildiğince daralttılar. Hem de kaç kez. Halkın siyasi iradesini temsil etme ödevini üslenmiş olanlar her düdük çaldığında şapkalarını alıp çıktılar. Bu negatif gelişmeler sadece ülkenin sosyal, ekonomik dengelerini bozmakla kalmadı. İnsanımız kitlesel incinmeler yaşar oldu. Bugün insanımızın kahır ekseriyeti kendine güvensiz kişilikteyse, korku benliklerini allak bullak etmişse, demokratik cesaretten yoksunsa, haklarını kullanmada ürkekse, başına yediği darbeler sebebiyledir biraz da. Kendisini korumak için eline silah verdiklerimiz namluyu her defasında bizim şakaklarımıza dayamışlardır. Anlaşılır gibi değil.

    Demirel, '28 Şubat dışındaki darbeler kanuna aykırıydı' diyor. 28 Şubat kanuna uygunmuş yani.. Kimi derin devlet büyüklerinin bağış ve lütuflarıyla mı yaşıyoruz? Bahşedilmiş bir hayat mı yaşadığımız, bilmek istiyorum.

    TÜRKİYE'NİN RUHUNU SATMAK, İÇİNİ BOŞALTMAK

    Asıl facia burada: İnsanımızın düşünce, inanç, yaşama hak ve özgürlükleri başta olmak üzere teşebbüs ve haber alma gibi en temel hakların gasp edilişinin kanunlaşması!.. Şu işe bakın, millete işledikleri cürümlerin hesabını vermek durumunda olanlar, dinleyeni bile utandıran sözlerle adeta milletten hesap sormaya yelteniyorlar. Dış odaklarla bağlantılı olduğu sanılan, kimi karanlık amaçlı insanlar; devletin kendilerine bu millete hizmet için verdiği makam ve imkânları milletin aleyhine kullanıyor ve bunu da kanuna uygun diye yutturmaya çalışıyorlar. Nasıl olsa onlar akıllı, millet ahmak!

    "Karanlık amaçlar" dedim. Evet; dönemin kudretli generallerinden Çevik Bir'in 'andıç' olayı diye bilinen marifetiyle bazı demokrat gazetecilere komplo kurulmaya çalışılması, ardından İsrail kaynaklı bir sözde stratejik araştırma kuruluşundan başarı ödülü alması tesadüfi gelişmeler miydi? Sadece o ödülün hangi başarıdan dolayı alındığı sorusu bile şimdiye kadar cevaplanamamıştır.

    Bu komplolar, kumpaslar, oyunlar mı kanunlara uygundu? Kimi yüksek rütbeli paşaların batırılan ya da hortumlanan bankaların, holdinglerin yönetim kurullarında yüklü maaşlarla istihdam edilmeleri, yerli sermayenin çoğunun hızla yurt dışına çıkartılması, reel anlamda % 100'leri aşan devalüasyonla ülke zenginliğinin bir gecede yarıya inmesi, Gecelik (sıkı durun) % 7500'lere varan faiz oranları, hızla artan ve toplanan tüm vergi gelirlerini ödesek bile karşılanamayan borç stokları, bunaltan zamlar, üretimde ve piyasalarda durgunluk, iflaslar, esnaf yürüyüşleri, Türkiye'nin peş peşe ortalama % 10 seviyelerinde küçülmesi, tamtakır bırakılan hazine... Bütün bunlar kanunlara uygun dediğiniz 28 Şubat askeri vesayet rejiminin sadece birkaç sonucu Sayın Demirel!

    Peki, kanunlara uygun olmayan ne idi? 54. cumhuriyet hükümetinin Başbakanı Erbakan denk bütçe yapmıştı. Kamu kurumlarının tüm gelirlerini bir ortak havuzda toplamıştı. Ve krizden çıkar umanlara karşı sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapmaktaydı. O sıralar Mesut Yılmaz 'Sayın Erbakan sivil mutabakat arıyor' diyerek destek vermeyeceklerini beyan etti. Bir siyasetçinin söyleyeceği en son söz bu olmalıydı. Sivil mutabakat aramak suç muydu?

    Yüreklerine nasıl bir korku salındıysa, demek sivil mutabakat aranmasaydı, yani sivil iradeyi vesayetleriyle sınırlayan anti-demokratik güçlere teslim olunsaydı sorun olmayacaktı. Bir siyasetçi kendini böyle bitirir işte. Siyaset zemini, seçilmiş siyasi aktörlerce daraltılmışsa orada toplum iradesi ahlâksızca çalınmış demektir.

    İRADESİZ TOPLUMUN İDARESİ

    İradesinin çalınmasına göz yuman toplum haksızlıklardan yakınma imkânını kendi eli ve isteğiyle terk etmiştir. Kendine sahip olamayan topluma sahip olacaklar çok olur.

    Sıklıkla yolu kesilen insanımız, kendine uzak hedefler koyamamakta, uzun yürüyüşlere çıkamamaktadır. Şartlı bir uyarı bekler gibi zayıflatılmış benlikler kendini adeta zamanının geldiği vehmine kaptırdıkları kesintilere hazırlanabilirler.

    Babalarımızın ömrü bunlarla heba oldu. Bizlerin, en azından büyük bir kesimimizin hayatını, umutlarını, beklentilerini katlettiler. Bunlar aşkı, sanatı, düşünceyi, imanı dize getirmek istediler. Şimdi de kalkmış bütün bu olanlarla hiç mi hiç ilgileri yokmuş gibi bize akıl satmaya, belki yeniden sahne almaya çalışıyorlar. Kimbilir kafalarının içinde kanuna daha doğru deyişle kılıfına uygun ne tür işler, planlar var?

    Kardeşlerim, sıkı durma vaktidir. Onlar, cesaretlerini bizim efendiliğimizden alıyorlar. Aslında düşünemeyeceğiniz kadar korkaktırlar. Ve kalpleri paramparçadır, bilirim. Yüreğimizi birbirimize vermeye devam edelim. Yürek yüreğe, gönül gönüle verirsek, umutlarımızı birbirine kata kata sele dönüştürürsek, gevşemezsek onlar karanlıklarını salamayacaklardır gündüzümüze. Şimdi de çocuklarımızın geleceğini karartmak isteyebilirler. Bir yeni, bir diri bilinçle yola çıkarsak, yolumuzu kesmeye cesaret edemeyeceklerdir.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi