T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 3 MART 2006 CUMA | ||
|
Türkiye'de medya ile siyasi iktidar arasındaki ilişkiler bütün dönemlerde sorunlu olmuştur. Bütün dünyada iktidarlar genellikle, doğası gereği eleştiriden pek hoşlanmazlar. Hiçbir zaman birbirlerinin alternatifi olmadıkları gibi, esas itibariyle birinin diğerini yok etmek gibi bir amacı da olamaz. Genel olarak, bütün dünyada medya-iktidar ilişkileri bu inişli çıkışlı hat üzerinde yürür, belki normal olanı da budur. Ancak Türkiye gibi ülkelerde, ilişkiler her zaman bu minval üzere yürümez. Bir kere, Türkiye'deki medya-sermaye ilişkileri sağlıklı değildir. Türk medyası, demokratik ülkelerdeki örneklerinin aksine, zaman zaman "iktidar alternatifi" gibi davranabilmekte, zaman zaman da manipülasyonlara açık bir pozisyonda yer alabilmektedir. Birilerinin buna hemen itiraz edeceğini biliyorum. Ama unutmayalım ki, medyamızın tarihi 'manipülasyona açık olma'nın sayısız örnekleriyle doludur. Çok uzağa gitmeye gerek yok, 9 yıl önceki '28 Şubat'la ilgili olarak hafızalarımızı tazelersek, hangi medya kurumlarının ne tür bir "manipülasyon" içinde yer aldıklarını tek tek örnekleriyle görebiliriz. Geçmişteki darbe dönemleri de dahil, özellikle 28 Şubat sürecinde Türk medyası maalesef 'temel basın ilkeleri'ni, 'medya etiği'ni rafa kaldırmış ve adeta 'sahibinin sesi' gibi davranmıştır. O günkü gazeteleri açıp baktığınızda, özellikle 'merkez medya'nın, bir gazete gibi değil, "darbe militanı" gibi davrandıklarını rahatlıkla görebilirsiniz. Şimdi görüyoruz ki, kimse o günlerdeki günahlarını hatırlamak istemiyor. Doğrusu, bugün Başbakan Tayyip Erdoğan'ın eleştirileri karşısında, "medyayı töhmet altında bırakıyor" iddiasıyla feryat edenlerin o günleri de hatırlamalarını çok isterdik. Niye hatırlasınlar ki, nasıl olsa '28 Şubat' döneminde mağdur olan onlar değildi ve o günlerde 'tetikçilik' yapmak çok ama çok hatırı sayılır bir işti. Mesela, gazeteciler "andıçlanıyor", bürokratlar "irtica" yaftasıyla mağdur ediliyor, kebapçılar, gazozcular fişleniyor ama 'merkez medya'nın birinci sayfalarında sevinç çiçekleri açıyordu. İşte bu bakımdan, özellikle 'merkez medya'nın, Başbakan Erdoğan'ın sözlerini 'medyayı töhmet altında bırakıyor' şeklinde eleştirmesini, ne yazık ki salt bir eleştiri olarak göremiyorum. Dolayısıyla, Maliye Bakanı Unakıtan eleştirilerinin de içinde 'başka hedefler'i barındıran eleştiriler olduğu kanaatindeyim. Mesela, yarın Başbakan çıksa ve Unakıtan'ı görevden alsa, 'merkez medya' memnun ve mutlu olmayacak, aksine medya için "servis edilen" hedefler için daha şiddetli vurmaya devam edecektir. Çünkü, bugün ağırlıklı olarak Unakıtan üzerinden yapılan eleştiriler kesinlikle bir 'Unakıtan eleştirisi' değildir. Mesela, geçtiğimiz aylarda yaşadığımız 'içki-cami tartışmaları' da salt bir içki tartışması değil, Türkiye'deki 'siyasi istikrar'a karşı oluşturulan 'organizasyonlar'ın bir parçasıydı. Şimdilerde, "Küre operasyonu" ile deşifre edilen 'derin hazırlıklar' da muhtemelen esas 'büyük hedef'e yönelik organizasyonun bir parçasıdır. 6 ay öncesinden başlayarak, belli aralıklarla özellikle medyaya 'servis edilen' siyasi iktidara yönelik dönemsel kampanyaları birleştirdiğimizde, esas hedefin 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi olduğunu görüyoruz. Kimler bu kampanyaların organizatörlüğünü yapıyorsa, 'siyaset-medya-sermaye' üçgeninde 2007 sonrasının 'siyaset planlaması'nı yapıyor aslında... Kanaatim odur ki, Başbakan Erdoğan bu 'plan'ı görüyor ve rotasını değiştirmemekte de kararlı. Çünkü, özellikle 'merkez medya'nın başlattığı 'muhalefet kampanyaları'nın toplumda bir karşılığı olmadığını çok iyi biliyor.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |