T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 10 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


GÖRÜNÜR KILARAK VE AYARTARAK YOK ETMEK

Çağımızın en cins düşünürlerinden Jean Baudrillard, her şeyi görünür kılmanın, görünür alana taşımanın, insanlığın geleceğini tehdit eden en büyük sorunlardan biri olduğunu söyler. Seküler-modern ve postmodern- kültürün en temel özelliği, her şeyi önce görünür kılmak, görünür alana taşımaktır. Neden? Çünkü bir şeyi görünür kıldığınız, görünür alana taşıdığınız zaman, kontrol edebilmeniz kolaylaşır da ondan. Her şeyi görünür kılmak, dolayısıyla her şeyi kontrol etme güdüsüyle hareket etmek, iki temel sorunla karşı karşıya olunduğunu gösterir: Birincisi, insanın özgürlüğünü kaybetmesi; ikincisi de, hayatın anlamsızlaşması, esrarını yitirmesi, hiçleşmesi sorunu. Birinci sorunu kısaca şöyle açımlayabiliriz: Her şeyi görünür kılma, sonra da kontrol etme güdüsüyle hareket eden bir insan, bu dünyanın yalnızca kendisine ait olduğunu, dolayısıyla bu dünyaya hükmedecek aktörün sadece kendisi olduğunu ilan ediyor demektir. Bu, insanın tanrılaşma ve dolayısıyla tanrılaşamayacak kadar büyük zaafları olan insanın yok olma serüveninin başlaması demektir. Dolayısıyla insanın tanrı inancını ve tasavvurunu yitirmesi, bunun sonucunda da, her şeyi önce tanrılaştırması, putlaştırması; sonra da, tanrılaştırdığı her şeyin kulu-kölesi olması demektir. İşte, Peter Gay'in "modern paganizmin yükselişi" diye tarif ettiği, benimse "neo-paganizm" olarak tarif ettiğim şey budur. İkinci soruna gelince... Hayatın, önce modernlikle birlikte bu dünyaya hapsedilmesi; postmodernlikle birlikte ise, bura'ya ve şimdi'ye kilitlenmesiyle ortaya çıkan anlamsızlık ve hiçleşme, sonunda, insanın her tür ayartılma, baştan çıkarılma biçimlerine açık olması sonucunu doğuracaktır. Bütün bunların kadın sorunuyla ne alakası var? Şöyle bir alakası var: Seküler Batı kültürü, geliştirdiği her şeyi görünür kılma, kontrol edilebilir hâle getirme güdüsüyle hareket etmekle, sonuçta, her şeyi kolonize etme / sömürme ve dolayısıyla ayartarak ve baştan çıkararak yok etme sürecini hızlandırmıştır. En çok da kadın üzerinden ve kadınsılaştırılan öteki kültürler üzerinden bir tahakküm biçimi üretmiştir. Çünkü görünür kılınan her şey, kolaylıkla kontrol ve kolonize edilebilir hâle gelmekte; her türlü ayartma, baştan çıkarma mekanizmalarını kolaylıkla işletebilecek bir düzenek kurmaktadır. Bugün düşünce gündemimize, kadının yokoluş serüvenini, zaman zaman ironik bir dille işleyen Necmettin Evci'nin nefis bir yazısını alıyoruz. Kadının görünür alana taşınarak, nasıl kontrol ve kolonize edildiğini, nesneleştirildiğini, baştan çıkarıcı ve ayartıcı bir aparata dönüştürüldüğünü böylelikle görme imkânına kavuşmuş oluyoruz. Burada bir de düzeltme yapmak istiyorum. 4 Mart günü yayımlanan "Tevhid Toplumu" başlıklı yazı, Lütfü Özşahin'in e-mailinden gönderildiği için Lütfü Özşahin imzasıyla yayımlandı. Bu makale, Vedat Özcan'a aitmiş. Düzeltir, özür dilerim.

  • (YUSUF KAPLAN)


    Kadının yokoluş serüveni

    Kadın, sadece yeni kapitalist sınıfın para kazanmak uğruna hiçbir insani değer tanımayan hırsı için ezilmekle kalmamış, ayrıca kapitalizmin pazar alanına dönüşmüştür.

      NECMETTİN EVCİ
    Günleri kutlanarak kadınlar da avutuldu ve onların problemi de bir kez daha çözüldü. Çözüldü dediysek sorun; bir iki feminist gösteri, birkaç salon toplantısı, talepler, temenniler, buket buket hediye çiçekler, çelenk koymalar, ne yapıp edilip çağdaşlıkla ilişkilendirilen söylevler, ilerleme nutukları, kokteyller, bir iki ödül derken evet sorun bir sonraki kutlamaya kadar ertelendi.

    FEMİNİZMİN TAHRİBATI

    Herkesin kendine göre yonttuğu günlerimiz çoktur bizim. Kadınlar Günü de işte o yontulmalar içinde çeşit çeşit sesleri, sloganları depreştirerek sırasını savıp, bir sonraki gelişe kadar gidecek. Ne yazık ki hayat, bu geliş-gidişler sarkacında bir oyun düzenini aşamıyor.

    Kadın ve kadın haklarına yoğunlaşarak hafızamı kurcaladığımda, ne yazık ki, sadra şifa olacak ciddi açılımlar yapıldığını hatırlamakta zorlanıyorum. Kadını evinden, ailesinden koparıp, onu kendine özgü fıtratından uzaklaştırmayı çağdaşlık, özgürlük, eşitlik gibi içi aldatmalarla doldurulmuş kavramlarla kışkırtan kontrolden çıkmış birinci feminist dalga, geride telafisi imkânsız tahri- batlar bırakarak yerini ikinci dalgaya bıraktı. Tasarlandığı ölçüde toplumda karşılığını bulamayan bu dalga, zayıf düşürülmüş kimi kadınlarımızı baştan çıkarmayı başarmadı değil. Evlerinden fırlayıp gün boyu sokaklar arşınlamayı özgür hayatın icabı sayanlar, yaldızlı ha-yallerine kavuşamadan nelerini yitirdiklerini geç de olsa anladılar. Anladılar ama yürekleri anne şefkatinden yana yoksul düşmüştü. Kuruyan şefkatin yerinde hicran çoğaltan çoraklıklar uzamaktaydı. Çocuklarından ayrı veya anne olmamak için direnen kadınlar coşkusu yitirilmiş hayatların acı yalnızlığını yaşar oldular.

    KAPİTALİZM VE KADININ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YİTİRMESİ

    Üretime ayarlı modern hayat, çocuklara annesizliği, annelere çocuksuzluğu armağan etti. Kreşler, Çocuk Esirgeme Kurumları, Huzur Evleri, Kadın Barınakları modern / seküler vicdanın alttan alta intikam kaynatan canlı, sosyal sefalet anıtlarıdır. Hummalı coşkusuyla sanayi devrimi başladığında ucuz ve yoğun iş gücüne ihtiyaç duyulmuştu. İmalat hem seri, hem ucuz olmalıydı. O sıralar İngiltere ve Fransa başta olmak üzere feodal yapıdan sanayi kapitalizmine geçen Avrupa kentlerinin sokaklarını dolduran milyonlarca dilenci fabrikaların karın tokluğuna çalışan kol gücünü oluşturdular. Günde 14-16 saat durmaksızın çalışıyorlardı. Yetmedi; iş gücü açığı kapatılamadı. Bunun üzerine ev hanımları, genç kızlar, hatta çocuklar iş gücüne katıldı. Hızlı bir değişim yaşansa da az çok değerleri, belli yaşama biçimleri olan insanlar bu yeni durumu tuhaf karşıladılar ilkin. Kadının çalışma hayatına girmesi doğal olarak aile merkezli bir hayattan uzaklaşması ile ne tür sosyal, ruhsal çalkantıların, bozulmaların başlayacağı kestirilemiyor değildi. Köklü, kapsamlı değişim hayatın oturduğu temelleri derinden sarsmaya başlamıştı. Batı, her şeyini katarak yükselttiği yeni uygarlığını, önce ucuzlattığı sonra da büsbütün yıkıp yok ettiği ruhun, aklın, aşkın, sevginin üzerine inşa etti. Bu süreçte kadın, romanlara konu olacak, trajedisini yaşayacaktı.

    Uzatmayalım... Önce evlere iş vermekle kadını üretim sürecine katan girişim 'kadının ekonomik ve sosyal özgürlüğünü kazanması' feminist söylemiyle toplumu kuşattı. Özgürlüğünü kazanacak kadınlar, sabahın köründe uykularına doyamayan çocuklarını kreşe atar atmaz yüreklerindeki şefkati bastırarak, hasret acısını dindirerek koşuyorlardı fabrikalara. Fabrika, onları yutmak için ağzını açmış bekleyen obur canavar!.. Akşama kadar karın tokluğuna kol çevir, manivelaları zamanında indir, çarkları döndür, dişlileri ayarla, hızla boşalan bantlara iş yetiştir telaşesi ve kan ter içinde gün biter. Önemli olan, üretim değerlerinin ve ritminin bozulmamasıdır; kalbinizin, ruhunuzun ritmi bozulabilir. Önemli olan çalışma düzeninin aksamamasıdır; huzurunuz, aşkınız, inancınız, aile ilişkileriniz aksayabilir.

    ÖZGÜR YA DA ÖZÜRLÜ HAYAT

    "Özgür hayat" bizden fedakarlık beklemektedir. Mesai ile birlikte gün biter ama kendisi de bitmiştir. Yıllar boyu süren bu didinme içinde aşkı, sevgisi, şefkati de bitmiştir. Şimdi o güzellikler ömürde bir defa olsun doyasıya yaşayamayacağı kadar ulaşılmazdır. Hayat yorgunu bir kadındır o. Belki gerçekte olsa üretimi aksatacak yasak rüyalarında, ruhunun uzak köşesinde hâlâ var olan mutluluğa dokunmaktadır. Yeni hayatın soluk aldırmayan temposu gönlünce rüya görmeye de izin vermez çokluk. Sıcak düşleri kurulu saatin zırıltısıyla bıçak gibi kesilir. Yarım kalmış duygular ve uykularla fırlar çıkarsın. Haydi, var kılmak için nelerimizi verdiğimiz yeni kutsalımızın bizi özgür kılan düzenini kutsamaya. O yorgunlukla, o tükenişle şimdi modernliğin kendisine bahşettiği ve ne hikmetse rahatını kaçırmaksızın elde edemeyeceği özgürlüğünü kutlayabilir. Sersefil ama özgürce süren bir hayattan sonra dinlenmek mi? Ona mezarda çok vakit bulacaktır. Ayrıca "özgür kadın" güzel olmalıdır! Çünkü o sosyal bir varlıktır. Sosyal ve kültürel yönü yeni hayat tarzını buna koşut olarak yeni kadın tipini benimsemesiyle olacaktır. O bu haliyle güzel değildir. Oysa bütün gözler onun üzerindedir. Bu aşamadan sonra artık sadece eşine ve çocuklarına da ait değildir. Toplumsallaşmanın gerektirdiği görünüm, kişilik ve donanımda olmalıdır. Genel kabullere uyumsuzluk kendine ilgiyi azaltır. Bu noktada kadınsı cazibe çok önemlidir. Kadınlık bilinci öncelikle varlığının cazibesini fark etmekle mümkündür. Moda yeni hayatın beğenileriyle oluşan tarzdır. Uyumsuz olmamak için beğenileri önemsemek, öncelikleri beğenilere göre belirlemek gerekir. İşte özgür, haklarının bilincinde, güzel ve bakımlı kadın çıktı ortaya. Derken kadın, sadece yeni kapitalist sınıfın para kazanmak uğruna hiçbir insani değer tanımayan hırsı için ezilmekle kalmamış, ayrıca kapitalizmin pazar alanına dönüşmüştür.

    HAYATIN ANLAMSIZLAŞMASI

    Bugün gelinen noktada modern / seküler yaklaşım, sadece kadın için değil insan için hiçbir ontolojik izah yapamamaktadır. Kadın olsun erkek olsun insan, manasız bir hayat içinde boş hayallerle avunmaktadır. İnsan anlam derinliğini, asaletini yitirmiştir, yitirmek üzeredir.

    İlk evrede, aldatılarak sömürülen kadın, ruhunun güzelliğinden soyulmuş; ikinci evrede, çırçıplak tensel varlığı piyasaya pazarlanarak doğrudan aldatıcı bir figüre dönüştürülmüştür. Şimdi o değer olarak hiçleştirilmiş varlığıyla şehevî zevklerin tatmin aracı yapılmıştır. Kapitalizm iliklerine kadar sömürüye ve pazarlamaya elverişli hale getirdiği kadını özgürlük yalanlarıyla aldatmayı sürdürebilmektedir. Kadına son tahlilde cinsel bir obje olmanın ötesinde anlam yükleyemeyenler ona tarihinde en aşağılık muameleyi reva görmüşlerdir. Kadının maddî-manevî tüm varlığı sömürü, istismar, yağma, talan ve kazanç alanına dönüştürülerek hiçleştirilmiş, aşağılanmıştır. Kadının (ve payına düştüğü kadarıyla erkeğin) onuru ayaklar altına alınmıştır. Eğer 'kadının adı yok'sa bu sebeple ve bu gelişmeler sebebiyle yoktur. Televizyon ve gazetelerde kadınlar günü etkinlikleri gösterilerinde taşınan pankartlar bastırılmış bir ruhun açığa çıkması gibiydi. O pankartlardan bazılarında 'Evlilik izini uzatılsın', 'Çocuklarımızı emzirmek istiyoruz', 'Çocuklarımızla daha çok birlikte olmak istiyoruz' gibi sloganlar vardı. Galiba gün görmemiş kadınların vicdanı ayağa kalkıyor. Kadınlar bir anne olarak, eş olarak, "yoldaş" olarak yere düşerlerse orada uygarlık yere düşer. Çünkü kadın hayatın ana öğesi, kurucu ve koruyucu unsurdur. Kadını oyuncak haline getirerek aşağılayanlar, gerçek anlamda aşağılık olanlardır.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi