T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 10 MART 2006 CUMA | ||
|
Solun veya sol adına konuşup yazanların 'imtiyazsız sınıfsız' bir kitle peşinde olduklarını, sınıflı bir toplumda yaşıyorlarsa, bütün varlıklarıyla ezilmişlerden yana tavır alacaklarını düşünürdüm. Düşüncemin yanlışlığını geç de olsa öğrendim. Uyanışım şu soruya cevap ararken oldu: "Türkiye'de görev yapan doktorlar içinde karşı cinsten hastalara bakmayan var mı; varsa hangi şehrin hangi hastanesinde?" Konuya kendiliğimden de girmiş değilim. Milliyet gazetesinde Ece Temelkuran, 'Ayıbın sınıfsallığı: Yoksul kapansın, zengin açılsın!' başlıklı yazısında seslendirdi iddiayı. Okuyalım: "Henüz kimse yüksek sesle söylemiyor. Oysa bazı hastanelerde erkek doktorlar kadın hastalara, kadın doktorlar da erkek hastalara dokunmuyor artık. Bazı 'dini bütün' hekimler günaha girmemek için hastalarını muayene etmiyor, cehenneme gideriz korkusuyla herhalde, kimi hekimler mesleklerini icra etmiyor. Oysa birçok şehrin birçok hastanesinde oluyor bu. Muhakkak siz de duymuşsunuzdur birkaç hikâye bu konuda. Ama kimse bunu açık açık konuşmuyor. Çünkü Türkiye, göze batacak şekilde değil, santim santim muhafazakârlaştırılıyor." Ece Temelkuran, 'egemenler zirvesi' diye bilinen Davos Ekonomik Forumu'na alternatif bir etkinlik olarak düzenlenen Porto Alegre'ye (Dünya Sosyal Forumu) gider ve orada görüp dinlediklerini gazetesine yansıtır. Kendisinin 'sol' çizgide olduğunu sanmam o sebeple. Milliyet'te sütunu olan birinin bu konuma 'gerçeğe saygı' duyduğu için yükseldiğini de düşünürdüm. Çok mâsum sorumu havada bırakması, buna karşılık kendi insanına sevgisizliğini belli eden öfkesi, beni kabullerim üzerinde düşünmeye sevk etti. Halbuki hakkında ne kadar nâzik cümleler kullanmıştım 'Fısıltı çetesi' başlıklı yazımda. "Ece Temelkuran 'demokrat' bir yazar olarak bilinir" demiş ve eklemiştim: "Bu sebeple, kimbilir kaçıncı kez demokrasiyi hedef alan böyle bir kampanyanın içinde yer almaktan kendisini tenzih ederim." O ise beni müthiş hayal kırıklığına uğrattı. Acaba şu satırlarını cevap olarak kabul eder misiniz: "Taha Bey, beyaz bir muhafazakâr. AKP'nin kısıtlı bir dindar kesimin değil, ortalamanın oyunu, desteğini almasını sağlayan, diyalog ve açıklık yanlısı ideologlar gibi beyaz. Beyaz, üst sınıfın rengidir aynı zamanda. Bu da pazar günü yazdığımı destekler." Çünkü, "Karşı cinsten hastalara dokunmayan hekimler listesinin yeri köşeler değil, haber sütunlarıdır" cümlesine ek olarak doğrudan konumuzla ilgili sayılabilecek satırlar sadece bunlar. Tezine destek tek unsur benim 'beyaz' olmam... Eh, ne yapalım, bu da bir şey... Beni 'beyaz' bulan ilk kişi Ece Temelkuran değil. Bundan bir süre önce, hep aynı medya grubundan yönetici ve yazarların bulunduğu, bu yüzden kendimi 'aykırı' hissettiğim bir kahvaltı masasında, dâvet sahibi, az önce başlattığı tartışmayı tamamlamak için, yabancı konuğa, "Bu masanın etrafındakileri 'beyaz Türk' sayabilirsin" deyince itiraz etmeye kalkmıştım. İşte o zaman evsahibinin ağzından "Aaa, öyle şey olur mu, tabii siz de beyaz Türk'sünüz" cümlesi beni yerli yerime oturtmuştu... 'Beyaz Türk', 'beyaz muhafazakâr'... Bunlar önemli sıfatlar; bu ülkede 'beyaz' değilseniz, ne olursanız olunuz, işiniz çok zor çünkü... Örnek mi istiyorsunuz? Dünkü Hürriyet'te Yalçın Bayer'in sütununa göz atmanız yeterli. Hürriyet yazarı, İstanbul Ticaret Üniversitesi rektörlüğüne atanan Prof. Ahmet Hayri Durmuş hakkında şunları yazıyor: "Bir öğretim üyesi telefonda 'Belirli çevrelerin mali müşaviri olarak ün yapan ve gerek Ömer Dinçer'e, gerekse Kemal Unakıtan'a yakınlığıyla tanınan Hacı Prof. Durmuş'un, vakıf dahi olsa bir üniversitenin başına rektör olarak atanmasına YÖK izin verecek mi? Sayın Teziç bunu içine sindirebilecek mi?' diye soruyor." Evet, doğru anladınız: Bir 'beyaz' öğretim üyesi, kendisi gibi 'beyaz' olduğuna inandığı bir gazeteci aracılığıyla, 'beyaz olmayan' birinin bir üniversitenin başına gelmesini yine 'beyaz' olan YÖK Başkanının içine sindirip sindiremeyeceğini soruyor... Eskiden 'sol' kalemlerin yazılarında 'sınıf' kavramıyla karşılaşınca, ona 'varsıl' ile 'yoksul' sözcüklerinde yatan anlamı yüklerdim. Ece Temelkuran'ın bana cevap verdiği yazısında 'yoksullar' ile arasının hiç de iyi olmadığı kendini hemen belli ediyor. İnsanlarımızın dünyalarına, hassasiyetlerine çok yabancı biri o; tepeden bakıyor... Şimdi yeni bir merakım var: Milliyet'te, yazarların sütunlarına taşıdıkları vahim iddiaları önceden okuyup, "Bu kast ettiklerin kimler, neredeler?" diye soran bir yönetici yok mudur? Her isteyen 'fısıltı çetesi' içinde yer alabilir mi? Nasıl gazete bu böyle?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |