T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 22 MART 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Çanakkale ruhu ölmedi; yaşıyor ve yaşatıyor

Çanakkale direnişi, dünyanın güç dengelerini, stratejik sömürü ve egemenlik hesaplarını alt üst eden bir savaş olmuştur.

 NECMETTİN EVCİ
"...Evet insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu, bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece bugün 1800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derce hırpalanmış Türkleri koruyan Cenab-ı Allah'larından ayırmak için başka ne yapılabilir!.."
Müttefik Orduları Başkomutanı General Hamilton

Aklıma her düştüğünde, onurlu, hüzünlü, bir heyecan fırtınası ruhumu üşütür. Kalbimde onurlu, ince bir sızı. Kendimi mensubu bulunduğum milletin omzuma yüklediği tarihsel yükü ve sorumluluğu altında takatsiz, biraz da mahcup hissederim. Sadece tarih bilgisinin "yük"ü değil, edebî okumaların sizde bıraktığı etki bile dayanılır gibi değildir.

Çanakkale sadece asil direniş, ölümüne var olma kararlılığı, centilmenlik ve strateji bakımından yüzyılın son insanlık savaşı değil, ayrıca etkileri bakımından yüzyılın akış istikametini değiştirme özelliğiyle de çok önemlidir. Çanakkale, gerçek bir destandır. Bir destan ancak bu kadar gerçek, bir gerçek ancak bu kadar destansı olabilir.

YAŞAYAN BİR DİRİLİŞ DESTANI

En kesif orduların dördü beşi ile yüklenerek yok etmek istedikleri İslâm varlığının son hamlesiyle tutuşan ateş, yüreğimizi bugün de alev alev sarmaktadır. Benzer hesaplarla İslâm topraklarına yönelen acımasız saldırılar, yaşadığımız coğrafyayı tam bir yangın ye-rine çevirmiştir. 'Çanakkale geçilmez' parolasında özetlenen kararlı, inanç dolu anlamla bir kez daha dolmak, donanmak durumundayız. Müslümanlar aynı ruhla 'Bosna geçilmez' dediler. Şimdi 'Bağdat geçilmez, Filistin geçilmez, Tahran geçilmez' kararlılığını gösterme zamanıdır. Seküler azgınlık, kendi hiçliğine doğru değiştirip dönüştürmeyi bir türlü başaramadığı medeniyetimize karşı yeniden topyekun imha operasyonu başlatmıştır. İçinden geçtiğimiz zor süreçte Çanakkale tecrübesi direniş ruhunu beslemelidir, beslemektedir.

Çanakkale'nin biz Türkler ve tüm İslâm toplumları için farklı etkileri, itkileri, sonuçları olmuştur. Her toplumun tarihsel serüvenlerinde milat sayılacak önemli kırılma ve geçiş ânları vardır. Bu anlamda Malazgirt, İstanbul'un fethi nasıl önemli aşamalarsa, Çanakkale de öyle önemli bir aşamadır. Çanakkale Türklerin gerçek anlamda 'ulus' olduklarının ve Anadolu'nun bu ulusun ebedî vatanı olduğunun hatırası, taze kanıtıdır. Türklerin 'ortak duygu ve idealler uğruna ölümüne birliği, bütünlüğü' anlamında ulus olma süreci Çanakkale ile başlamıştır denilebilir. Çanakkale direnişi, dünyanın güç dengelerini, stratejik sömürü ve egemenlik hesaplarını alt üst eden bir savaş olmuştur.

AYNI YALAN, AYNI TALAN

Çok geçmeden patlayan ikinci savaş, İslâm varlığını yok etmeyi başaramayan seküler batının global işgal ve talanı kurumsallaştırmaya dönük hesaplarından başka amaç gütmez. Bu hesap, bu hesaplaşma hiçbir zaman bitmedi. Yeni emperyalizmin sözde uygarlık temelleri üzerine inşa ettikleri söylenen; insana, hak ve özgürlüklere, bütün bir hayata saygıları olmadığı müddetçe bitecek gibi gözükmüyor.

Yalan söylüyorlar. Dün bizimle savaştırmak için dünyanın dört bir yanından toplayıp cepheye sürdükleri askerleri de bugünküne benzer yalanlarla aldatmışlardı. Çokları adımızı bile yeni duymuş gencecik insanlardı. Hepsi birer can taşıyan ana kuzularıydı. Düşmanları olan Almanlarla işbirliği yaparak varlıklarını tehdit eden 'vahşî Türkler'e hadlerini bildireceklerdi. Hem sonra, Türkler korkak ve acımasızdılar! Hıristiyanları toptan öldürüyor, kadınlara tecavüz ediyor, savaş esirlerine işkence ediyorlardı. Özellikle Anzakları savaşa katmak için, gazete manşetleri böyle atılıyordu. Propaganda makinesi zihinleri böyle kurdu.

Bütün yer küreyi sömürü alanına dönüştürmüş 'üzerinden güneş batmayan imparatorluk' böbürlenmesiyle İngiltere'nin liderliğini yaptığı ittifaka Fransa, İskoçya, İrlanda, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Rusya, Nepal ve Filistin'den Yahudiler katılmıştı. Ayrıca işgal bölgelerine Sudan'dan, Somali'den Senegal'den, Cezayir'den, Mısır'dan, Hindistan'dan çoğu Müslüman olan gencecik insanlar eklenmişti. (Bir şekilde müttefik ordusunda yer almak zorunda bırakılan Müslüman askerlerin çoğu, cephede işin gerçek yüzünü anlayınca ölümleri pahasına pasif pozisyon almışlardır.)

Çok güçlüydüler. Ölüm kusan uzun menzilli toplar, saniyede bilmem kaç mermi sayan makineliler ile donatılmış Agamemnon, Queen Elizabeth, Lord Nelson ve İntefixible gibi zırhlı muhripleri, kruvazörleri ile güçlü donanmaları karşısında "Avrupa'nın hasta adamı" ne yapabilirdi ki? Başta Anzaklar (Australian and New Zealand Army Corps/Avustralya-Yeni Zelanda Ordu Birlikleri) olmak üzere sayıları 500 bini bulan askeri güç!.. Böyle bir gücün karşısında durmak imkânsızdı. Çılgınlık, delilik ve intihardı. Tarihinin en zayıf, güçsüz dönemini yaşayan Osmanlı denizden ve karadan nefes bile alamayacak şekilde boğulacak en kısa zamanda İstanbul işgal edilecekti.

Rusya'nın acilen müttefik birliklerinin yardımına ihtiyacı vardır. Sıcak denizlere inmek, Boğazlardan güvenli geçiş yapmak Rusya için hayatî derecede önemlidir.

Osmanlı, sanki olacakları çok önceden sezmiş gibi ölüm kalım stratejisi üzerine dengeleri değiştiren dehşet siyasî ve askerî hamleler yapmış, Almanlarla ilişkilerini daha da geliştirmiştir. Abdülhamit döneminde Almanlara verilen ticari imtiyazlar 1913'de yapılan anlaşmayla stratejik dayanışmaya kadar geliştirilmiştir. Bu durum Almanların da işine yaramaktadır. Çünkü 1905 ve 1906 savaşlarında Japonlar karşısında yenilen Ruslar, Uzakdoğu denizlerinden çıkış imkânları kalmayınca Türk Boğazlarını kullanmak durumundaydı. Osmanlılar Boğaz'ı kapatma kararı alınca Rusya iyice sıkıştı. Deniz gücü yeterli seviyede değildi. Japonlar Rusların hatırı sayılır oranda deniz filosunu batırmıştı. Önemsiz oranda Baltık Denizi'nde var olan gemilerini de Alman denizaltıları sıkıştırmış, hareketsiz bırakmıştır.

Ayrıca Rus Çarı 2. Nikola'nın başı doğrudan doğruya devleti hedef alan Bolşevik hareketle derttedir. Siyasi, sosyal, ekonomik bunalım had safhadadır. Şid-detle paraya ihtiyaç vardır. Buğday sevkıyatı yapılamamaktadır. Bu arada Balkanlar'da saldırıları durdurmayı başarmış olan Osmanlı, Almanlarla birlikte hareket ederek bir yönüyle sadece Balkanlar'la Müttefiklerin bağlantısını koparmamış, Rusya ile İngiliz ve Fransız güçlerinin de arasına güçlü bir set çekmiştir. O aşamada Yunan, Bulgar ve Rumenler tarafsız kalmayı seçti-ler. Her geçen zaman, tüm hatlarıyla Anadolu'ya çekilen Osmanlı'nın toparlanıp güçlenmesine imkân verecektir. Rusya her alanda yaşadığı kriz sonucu çözülür ve "Hasta Adam" da sağlığına kavuşursa, sonuç hiç de iyi olmayacaktır. Bunun gibi birçok nedenle Çanakkale bir an önce geçilmelidir. Bu arada Türklerin Batı cephesine doğudan asker kaydırmaları durumunda Kafkasya'da Rusya'nın önü açılacaktır.

ÖLÜM NE YANA DÜŞER, HAYAT NE YANA?

Savaş başlar. Bu savaşın dehşetini çok aşan kanlı mı kanlı bir hesaplaşmadır daha çok. Toplar gürleyerek ateş kusar, akıllara ziyan yoğun makineli tüfek mermileri göğü kurşunla kaplar. Metrekareye altı bin mermi! Siperden başını çıkar çıkarabilirsen. Yaşanan bir savaş değildir de mahşerden, kıyametten canlı bir sahnedir sanki. Kıyamet bu olmalıdır. Yer, gök titrer, savrulur. Zamanları sarsan bir deprem olmaktadır. Bu deprem tarihin fay hatlarında olmaktadır. Vurulanlar, çığlıklar, Allah Allah sesleri. Tam bir can pazarıdır yaşanan. Havaya fışkıran tozlar, alevler, mermi ve şarapnel parçaları arasında kollar, bacaklar. Kafa, göz, kulak, parmak. Ölüm ne yana düşer, hayat ne yana? Şimdi ölümle hayat iç içedir, koyun koyuna. Ölümle hayat bu kadar mesafesiz olmuş mudur acaba? Deniz kan olmuş akmaktadır. Nusret'in döşediği mayınlar ve isabetli topçu atışlarıyla o çok güvendikleri zırhlılar da bir bir Boğaz'ın kızgın kanlı sularına gömülür.

Büyük Akif'in veciz deyişindeki gibi, İslâm'ı kuşatmış boğuyorken hüsran, göğsümüzde o demir çemberi kırıp parçalarken müttefiklerin menfur amaçları, kötü ve çirkin emelleri de gemileriyle birlikte batar, bahtsız askerleriyle birlikte kırılır. Ölüm Çanakkale'de bizim tertemiz alnımızdan vuruluşumuzla güzelleşti. Ve ölüm Seddülbahir'e, Kocaçimen'e, Conkbayırı sırtlarına dönüşen göğsümüzde kan çiçeği gelincikler olup açtı. Şimdi o mübarek toprakların, o topraklarda açan mübarek çiçeklerin dili olsa da söylese, 'Çanakkale Geçilmez'in ne demek olduğunu. Kalbi, gönlü açık olanlar, hangi milletten olursa olsun insanlıktan nasiplenmiş olanlar buradaki o asil, o asûde, o ruhlara ölümsüz fısıldayışlarla dirilik bahşeden sözü kimileyin âyet âyet, kimileyin türkü türkü duyarlar.

ÇANAKKALE'NİN RUHU BİZE HAYAT VERİYOR

Sizin ruhunuz sonsuzluğu, sonsuz özgürlüğü yaşar her daim. İnancımız böyledir. Siz ölmediniz. Size dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Nasıl kazılsın? Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın. Senin mezarın Peygamber'in kucağıdır. Mezarın ebediyettir. Kâbe, mezar taşındır. Senin ölümün bize can veriyor. Sen yere düştükten sonra şiddetinden Çarlık çöktü. Londra'nın düşmesine ramak kalmıştı. Düştüğün yerde yeni bir ulus, biz kalktık ayağa. Çekilip gitmekle bu iş bitecek sandılar. Ömer Muhtar olup, Muhammed İkbal olup, Abduh olup, Begoviç olup, Dudayev olup kalktın ayağa. Ruhun Filistin'de, Mısır'da, Afganistan'da, Pakistan'da, Cezayir'de, Irak'ta, Bosna'da, Çeçenistan'da insanların damarlarında akan kanı direniş ve diriliş ateşine çeviriyor. Şehadetin ölgünleşmiş ruhlara hayat aşısı.

Şimdi o üzerinden güneş batmayan imparatorluk; basit, aşağılık hesaplar için bir zamanlar sömürgesi olan ABD'nin koltuk değnekliğini yapıyor. Şeytansı yalanlarıyla dünyanın dört yanından toparladıkları gencecik askerleri, uçakları, bombalarıyla yine geliyorlar. Hileleri, propagandaları, işkenceleri, talan ve tecavüzleriyle geliyorlar. Cennette; hatırası gözünüzde titreyen o kızıl kıyamete asil duruşunuz ve onurlu direnişinizin önünde saygıyla eğiliyor, pusatlanmış bir 'geldikleri gibi giderler' bilinciyle doğruluyoruz.

Rahat uyu.

Koyun koyuna yattığın düşman askerle-rine gelince, Onlar da aldatıldıklarını anladılar. Ve bizim erişilmez insan yanımızı. Onlar da bizim kardeşlerimiz sayılır artık. Çünkü onlar bu vatanın ebediyen bizim olduğunun, insanımızınsa aslâ ve kat'â boyunduruk altına alınamayacağının canlı (!) kanıtları olarak orada yatıyorlar.

Ey şehid oğlu şehid, ruhun şad olsun! Şehadetin / tanıklığın bize ve tüm dünyaya asil bir ders ve asil bir hayat olsun!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi