T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 24 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yasin DOĞAN

Terörün sebepleri ve halkı kazanmak...

Ankara'da dün başlayan "Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği" sempozyumu üst düzey bir katılımla ve ilginç konuklarla sürüyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Genelkurmay Başkanı, ana muhalefet partisi başkanı diye sıralanan devlet protokolü ve üst düzey asker-sivil bürokrasi sempozyuma atfedilen önemin bir boyutunu oluşturuyor. Diğer boyutta ise Afganistan Devlet Başkanı ve ABD başta olarak İsveç, Bulgaristan, Gürcistan ve Litvanya Genelkurmay Başkanlarının katılımı bulunuyor.

Terörle mücadele eden ve küresel teröre karşı küresel işbirliği mesajı vermekten yorgun düşen Türkiye'nin böyle bir programa evsahipliği yapması dikkate değerdir.

Genelkurmay Başkanı Özkök'ün konuşmasında vurguladığı gibi terör "yoksulluk, ümitsizlik ve çaresizlik"ten besleniyor.

Yine bugün gözlemlediğimiz terör, yerel unsurların bir kısım haksızlıklara karşı başkaldırısı olarak şekillenen amatör bir şiddet türü de olmaktan çıkmış durumda. Artık uluslararası güçlerin yönlendirdiği, bir kısım sektörlerin teşvik ettiği, gizli servislerin yol gösterdiği, bir kısım menfaat ilişkileriyle kurumsallaşan daha profesyonel bir şiddet yapılanmasından bahsedebiliriz.

Direnişçi ya da özgürlük savaşçısı ile terörist arasındaki ayrım yalnızca tanımlayanların konumlarındaki farklılıklarla izah edilemez halde.

Uluslararası baskı, dayatma ve sömürü mekanizmalarının, dini ve etnik ayrımcılık yapan siyasal sistemlerin ürettikleri tahammülsüzlük ve dışlayıcılığın sebep olduğu direniş kalıpları bugün yeni dışlama, dayatma ve tahammülsüzlük yapıları üretmiştir.

Adalet, refah ve eşitlik sağlayamayan, demokratik özgürlükleri tesis edemeyen ülkelerin baskı ve çaresizlik ortamlarının sebep oldukları karşı şiddet hareketleri yine bu sistemlerin yanlışlıklarını aratmayan anlayışlarla benzer bir canavara dönüşmüştür.

Olan ise halkın baskıcı sistemler ve baskıcı örgütler arasında her halükarda terörden çeker durumda kalmasıdır.

Afganistan'da Sovyetler Birliği'ne karşı özgürlük mücadelesi veren silahlı örgütlerin kurdukları siyasal sistemin de benzer bir baskıcı yapı sunması, silaha alışmış hareketlerin halkın beklentilerini karşılayabilecek bir özgürlük ve adalet sistemini kuramadıklarını göstermiştir.

Özkök'ün vurguladığı gibi terör bir "toplumsal hastalık ve bu hastalığa bağlı bir çatışma ideolojisi"dir.

O halde yapılması gereken nedir? Terörü üreten toplumsal yapıyı hastalıklı halden kurtarmak ve çatışma ideolojilerine karşı "uzlaşma kültürü"nü geliştirmektir. Bunun yolu ise terör ve şiddeti dışlayan bir toplumsal kültüre ve değerler sistemine sahip olabilmek; her türlü katılıma olanak sağlayan bir tahammül duygusunu geliştirerek diyalog ve uzlaşı kültürünü hayatın her alanında geçerli kılacak bir siyasal sistemi başarabilmektir.

Terör örgütlerinin tahammülsüzlüğü, farklılığa kapalı oluşu, özgürlük ortamlarını varlığı için tehlike olarak görmesi, ekonomik ve sosyal sorunların çözülüşünü beslenme kaynağının kuruması olarak kabul etmesi gözden uzak tutulmamalıdır.

Her zaman söylediğimiz gibi demokratik hak ve özgürlükler terörü arttıran tavizler değil, terörün varoluş zeminini ortadan kaldıran ve açığa düşüren adımlardır.

Halk ile terör örgütleri arasına kalın duvarlar çekebilmenin yolu, halk ile aynı safta durduğumuzu belli ederek halkı kazanmak, terörün halkın bugününü ve geleceğini karartan lanetli yüzünü göstermektir.

Sempozyumun çarpıcı bir yanı da Karzai'nin Afganistan İslam Cumhuriyeti Devlet Başkanı olarak yaptığı konuşmada İslam'ı savunan, aşırılıkları ve radikalizmi eleştiren bakış açısıydı. Türkiye'de iki tehditten biri ve "yıkıcı unsur" olarak tanımlanan dini unsurlar nazara alındığında aşırı ve radikal silahlı örgütler ile dini değerlerine bağlı halk kitlelerini birbirinden ayırmanın ne kadar önemli olduğu da daha iyi anlaşılır.

PKK'ya karşı Kürt kökenli vatandaşları, marjinal dinci terör gruplarına karşı dini değerleri içtenlikle yaşamaya çalışan insanları birbirinden ayırmanın, hem halkı kazanmak, hem de illegal şiddet oluşumlarıyla mücadele etmek açısından ne kadar hayati olduğu da anlaşılmalıdır.

Türkiye'nin stratejik ortağı olan ABD'nin Genelkurmay Başkanı'nın terörle mücadelede işbirliği mesajlarının verildiği böyle bir sempozyumda Kuzey Irak'taki PKK'ya niçin sessiz kaldıkları sorusuna nasıl cevap vereceği de merak konusudur.

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi