T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 31 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Ali Murat GÜVEN

Rüzgâr eken, fırtına biçer

"Ali ağabey, ben bir lise 3'üncü sınıf öğrencisiyim. Şiddet dolu dizilerin ve filmlerin gençliğe verdiği zararlarla ilgili olarak bugüne kadar yazdıkların inan o kadar doğru ki. Çünkü olayların içinde bir genç olarak senin yazdıklarının doğruluğunu bizzat yaşayarak, kendi gözlerimle görmekteyim. 'Kurtlar Vadisi' dizisini eleştirmenden sonra başına gelenleri çok iyi hatırlıyorum, ama emin ol o zaman az bile yazmıştın. Bu dizinin Türk gençliğine verdiği zararları bugüne kadar kadar başka hiç bir film vermemiştir. Benim okulum bir fen lisesi ve diğerlerine göre çok daha disiplinli. Ama özellikle düz liseler ve meslek liselerinde okula artık belinde bıçakla gelmeyen çocuk yok gibi. Öğrenciler bunun yanısıra yanlarında daha bir sürü yaralayıcı alet-edevat da taşıyorlar. Sırf Polat Alemdar sigara içiyor diye son bir-iki yıldır kaç kişinin sigaraya başladığını tahmin bile edemezsin. Parası olanlar arasında esrar ve hap kullanımı da bir hayli revaçta. Çevremdeki pek çok arkadaşım tamamen bu tür kahramanların havasına bürünmüş durumdalar. 3-4 kişi bir araya gelip çete kurmalar mı dersin, sokakta siyah takım elbiselerle dolaşmalar mı dersin. Anlayacağın, bu konuda çok doluyum. Ülkemizin bu son neslini sigara, uyuşturucu ve şiddete kurban vermek üzereyiz. Ağabey, senden bir kardeşin olarak ricam, bu konuda ne kadar tepki görürsen gör, lütfen ama lütfen sonuna kadar benzer konulara değin. Bırak millet istediğini konuşsun, sen doğruları yazıyorsun. Kolay gelsin."

Eskişehirli Mehmet'in yukarıya bir miktar özetleyerek aldığım mektubu, geçen hafta boyunca elektronik posta kutuma düşen mesajların hiç kuşkusuz ki en anlamlısıydı. Bunu kendisine de yazdım, olabildiğince kalbini ferahlatmaya çalıştım ve mektubunu -soyadını gizlemek kaydıyla- köşemde yayınlamak için izin istedim. Sağolsun o da bu izni verdi.

Gazetecilikte meslektaşları geride bırakıp "atlatma haber" yapmak ya da herhangi bir toplumsal gelişmeye ilişkin olarak ortaya konulan öngörülerde isabet kaydetmek, genelde oldukça keyifli bir durumdur. Eğer ki böyle bir başarıya imza atmışsanız günlerce mutlu olur ve o başarınızın hazzını yaşarsınız.

Pekiyi, her geçen gün biraz daha fazla şiddete ve cinsellik istismarına gömülen bu hastalıklı toplum içinde, iki kız çocuğu babası olarak ben neye sevineceğim? Kendi çocuklarımın da diğer milyonlarcasıyla birlikte avucumun içinden kayıp gidişini önceden bütün korkunçluğuyla görüyor olmama mı?

Hayır değerli okurlar, bu kez sevinecek ve böbürlenecek bir durum yok ortada. Aksine, genişçe bir meydana toplanıp hep birlikte hüngür hüngür ağlamamız gereken bir manzarayla karşı karşıyayız. (Bu topluluğa Pana Film'in senaryo ekibi ve onların ürettiklerine hangi iltifatları sıralayacağını şaşıran, bu arada bana aylarca küfür edip duran Polat Alemdar hayranları da dahil olmalı.)

Hadi ben yalancıydım, olayları abartıyordum, damarlarında bir damla milliyetçi kan bile dolaşmayan, vatanseverce temaları işleyen böylesi değerli yapımların gizli düşmanı olan çok kötü bir adamdım. Pekiyi, her geçen gün benim gibi düşünmeye başlayan milyonlarca insan da mı vatan haini ilan edilecek şimdi? Konu artık kahvehane sohbeti olmaktan çıkıp hükûmetin gündemine taşınmış durumda. Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e de bu yöndeki filmleri eleştirdiği ve yapımcıları akıllarını başlarına toplamaya davet ettiği için küfür mektupları mı göndereceksiniz?

Gerek okullarımızda gerekse de gündelik hayatın diğer cephelerinde olsun, son yıllarda bütün ülkede kan gövdeyi götürüyor. Durumun geçmişe göre tek farkı şu; artık yetişkinlerin ve gençlerin yanısıra küçük çocuklar da birbirlerini öldürmeye başladı.

Bir taksi şoförünü soymaya kalktığınızda üzerinden kaç para çıkar? Herkes iyi bilir ki taksi şoförleri bu toplumun en gariban üyeleridir; her türlü sosyal güvenceden yoksun ve tamamen günübirlik yaşarlar. Tepetaklak edip silkelesiniz, üzerlerinden kocaman anteni olan eski model bir cep telefonu ile en fazla 40-50 lira para dökülür. Buna rağmen neredeyse her gün bir taksi şoförü gasp ediliyor; gasp edilmekle de kalmayıp ardından âdeta zevk için boğazlanıyor.

Kardeşini evlendirmek için otomobilini satmaya çalışan, (ve de bir benzerinin yetişmesi en az yirmi yıl alan) gencecik uçak mühendisleri bir kaç bin liralık kullanılmış bir otomobil için diri diri toprağa gömülüyor. Üstelik de onu toprağa gömen çetenin lideri yakalandığında televizyon kameraları önünde zerre kadar nedamet getirmek şöyle dursun, "Benimle konuşmanın bir bedeli var, röportaj yapmak istiyorsanız karşılığını öderseniz" diyebiliyor.

Üniversite öğrencisi genç kızlar asansörlerde hunharca dövülüp komaya sokuluyor, hemşirelerin ırzına geçiliyor, ülkenin her şehrindeki her ara sokakta neredeyse dakikada bir soygun oluyor.

Profesyonel caniler dünyasında manzara buyken, okul önlerinde "Grease" filmindekilere rahmet okutan çeteler de profesyonel bir geleceğe doğru emin adımlarla ilerlemekteler. Daha bıyıkları bile terlememiş olan çocuklar en sudan bahanelerle sıra arkadaşlarını bıçaklıyor. Uğruna milletin birbirini doğradığı öğrenci kızlar ise bir başka âlem. Çoğu ağızlarında şakırdattıkları çikletleri, okulun kapısından çıkar çıkmaz ortaya çıkan baştan çıkarıcı giysileri ve kimi dizi kahramanlarının patentini taşıyan o "tiki" konuşmalarıyla görmüş geçirmiş birer "vamp kadın" edâsındalar...

Batı şehirlerindeki caddeler büyük bir hızla travestilerle doluyor. Onların yarattığı ahlâkî kirlilik ve şiddet ile onlara yönelik karşı şiddet de apayrı bir felaket...

Kısacası, hızla "çürüyoruz".

Hayatım boyunca hiç bir zaman, Türk ulusunun motivasyonunu artıracak, gençliğe yasaların üstünlüğü fikrini aşılayacak nitelikteki "üstün kahraman" filmlerine karşı çıkmadım. Aksine böyle filmleri çocukluğumdan beri hep sevdim ve sinema yazarlığımda da genç kuşaklara sevdirmeye çalıştım. Ama ben sinemada da televizyonda da devlet karşısındaki pozisyonu ve yetkileri apaçık belli bir "yasal bir kahraman"dan söz ediyorum. Güvenlik görevlisi mi, gizli ajan mı, yoksa mafya kabadayısı mı olduğu belli olmayan yumurta topuklu, psikopat bakışlı tiplerin 500 kişiye yargısız infaz uyguladıktan sonra yine devlet eliyle serbest bırakıldıkları Abdullah Çatlı devşirmesi öykülerden değil...

İnsanlara örnek olarak böyle derme-çatma tipleri sunarsanız, elde edeceğiniz hasat da ancak bu olur.

Şimdiye kadar hiç bir öngörümün doğru çıkmaya başlamasından bu kadar rahatsızlık duymamıştım.

Allah sonumuzu hayretsin.


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi