T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 31 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Koray DÜZGÖREN

Diyarbakır olayları ve Şemdinli iddianamesi!..

Türkiye adım adım, sanki olağanüstü hal yönetimine doğru götürülüyor.

Diyarbakır ve bölgedeki diğer illerde, ilçelerde cereyan eden son olaylara soğukkanlı bir biçimde bakılabilirse bunu görmek zor değil.

Bunu en azından bir süredir, "Böyle giderse asker artık hareketsiz kalamaz"dan başlayarak, "Bizden günah gitti" söylemine kadar değişik biçimlerde belli odakların ağzından ifade edilen bir 'malûmun ilâmı' olduğu için görmek zor değil.

Bunun en önemli sinyali Şemdinli'de verilmişti. Şemdinli'deki suikastin halk tarafından suçüstü yapılması ve onu izleyen olaylar, bütün bu gelişmeleri sanki önceden haber veren bir sinyal gibiydi.

Şemdinli iddianamesi üzerine belli odaklarda oluşan tepkiler, Silahlı Kuvvetler'in bu vesileyle Hükümet'i sıkıştırması, hepsi bu çerçevede değerlendirilmesi gereken olgular.

Sanki Türkiye adım adım bir yere doğru sürüklenmek isteniyor. İsteniyor da nereye doğru?

Şimdi tekrar olacak ama, Van Savcısı'nın Şemdinli iddianamesinde belirttiği ve Türkiye'de birçok yorumcunun da kuvvetle üzerinde durduğu tez şu:

"Devletin içinde demokratik düzene ciddi biçimde kasteden bazı güçler ya da tek bir odak var... İddianamedeki görüşlere bakılırsa, son dönemde ülkenin birçok yerindeki değişik olaylarda jandarmanın suça bulaştığının ortaya çıkması ile bu yaklaşım arasında da bir paralellik görülebiliyor. Şemdinli davası toplum tarafından ciddiyetle izlenirse, bu dava derinliğine ortaya konmamış birçok olayın ve konunun tartışılmasına yol açacak."

Şemdinli iddianamesinde şöyle bir mantık ileri sürülüyor: "Eylemler yapılacak. Halk bu eylemlere öfke duyacak. Bu eylemler bölge halkının ayrılıkçı bilincini yükseltecek, bundan da terör çıkacak ve güvenlik kuvvetleriyle yöre halkı çatışacak. Böylece Türkiye'nin güvenlik sorunu çok acil ve önemli bir soruna dönüşecek. Bu durum, merkezdeki bürokratik elitlerce sivil hükümete karşı bir iktidar, bir güç aracı olarak kullanılacak."

Değişik yorumcular savcının, merkezdeki bürokratik elitlerden 'askeri bürokrasiyi' kastettiğini söylüyor. Savcı, ''Şemdinli'nin, lokal bir olay olmadığını, merkezde planlanan, uygulamaya sokulan, emir-komuta zinciriyle yukarıdan aşağıya doğru inen bir olay olduğunu" belirtiyor. Yani: "Şemdinli olayı, bürokratik elitlerin demokratik siyaseti, özgürlükleri bastırarak, kendi iktidar alanlarını genişletme planıdır."

Kuşkusuz bu iddialar son derece ciddi hatta cüretkar iddialar.

Üzerine gidilmesi halinde bütün devlet yapısını, bürokrasiyi sarsacak, devleti suç örgütlerinden, yasadışı işleyişten kurtarıp demokratik bir anlayışla yeniden örgütlenmesini sağlayacak bir altüstlüğü öngören bu iddiaları bir savcı ileriye sürebilir mi? Sürüyorsa bu cesareti hangi çevrelerden almış olabilir? Bunlar da meselenin ayrı boyutları.

Sorun, son günlerde tırmandırılmak istenen şiddet olaylarının aynen iddianamedeki iddiaları doğrular biçimde seyrediyor olması.

Medya da geneliyle, olayların ardındaki gerçekleri örtmeye yönelik provokatif yayınlarıyla ve hiçbir kaynağa dayanmayan düzmece haberleriyle ortamı daha kızıştırıyor. (Mesela Roj TV'nin kepenk kapatma talimatı verdiği haberi. Daha önce de Şemdinli olayının Roj TV'den naklen yayınladığı söylenmişti. Bu iddiayı bizzat görevden alınan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı yalanlamıştı.)

Hükümet de Diyarbakır ziyaretinden sonra Kürt sorununa ilişkin herhangi bir adım atmayarak adeta bu kaygan ve provokatif ortamı savaşçılara terketmiş görünüyor.

Provokasyonlar üzerine Zaman'da Vahit Yazgan dün şunları yazmıştı:

"Nevruz öncesi Şanlıurfa'da bir araya gelen polis müdürlerinin çifte provokasyon endişesi hafızalarda tazeliğini koruyor. Bir tarafta terör örgütünün ölüm komandoları, diğer tarafta bölgede bildiri dağıtan TİT ( Türk İntikam Tugayları) diye ne idüğü belirsiz bir örgüt. Provokasyonun birinci hamlesi sağduyulu Diyarbakır halkı sayesinde yarım kaldı. Aynı sağduyu bölgede olağan üstü hale neden olabilecek yeni provokasyonlara karşı da dim dik durmalı."

Bu konuda Hükümete de mutlaka önemli görevler düşüyor.

Nitekim birçok kişi artık PKK'nın son zamanlarda uyguladığı, kitlesel siyasi eylemlerle Kürt meselesinin çözümü için hükümeti adım atmaya zorlayan politikasına karşı, biran önce yeni politikalar üretilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu meselenin şiddete dayalı politikalarla çözülemeyeceği gerçeğini dile getiriyor.

"Hele hele Türkiye artık sıkıyönetimi, olağanüstü hali aklına bile getirmemeli" diyorlar.

Bunlar iyi işaretler. Türkiye'nin bu zor süreçte sağduyulu ve barışçı yaklaşımlara çok ihtiyacı var.

Elbirliği ile provokasyonlara karşı çıkmak gerekiyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi