Randevu kültürü
Muaşeret adabı - Saygı kuralları
Medeni insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen bazı kurallar vardır. Bu kurallardan en önemlilerinden birisi randevu kültürüdür. Usulünce yaşamak ancak bazı prensiplere uymayı gerektirir. Adabı muaşeret kuralları bu ihtiyaçtan doğmuştur. Bu gün modern dünyada bir halkın gelişmişliği randevu kültürünün varlığıyla orantılıdır.
Kültürümüzde, bazı kimseler hiç haber vermeksizin çat kapı gelirler. Bunlara bizler Tanrı misafiri der ve hoş karşılarız. Bu tanım, insanların iyi vasıflarından birisi sayılsa da, Tanrı misafiri kavramı, göçebe kültürün bir ürünüdür.
İnsanın kısa ömründe verimliliği sağlayan şey, yaşamının her dakikasını faydalı bir iş yapmaya ayırmış olmasıdır. İşte bu da bir randevu programının olmasını gerektirir. Devlet adamlarımızın belki de en büyük kusurlarından birisi, çalışmalarını bir sisteme oturtamamış olmasıdır. AK Parti'nin en büyük zaafı da randevu kültürünün yeteri kadar gelişmemiş olmasıdır. Bu parti içerisinde bazı çatlaklar bu yüzden meydana gelmiştir. Mumcu'nun istifası, Çömez'in çıkışları bunun tipik örnekleridir. Bu iki olayın sebepleri arasında müşterek bir nokta; Başbakan'la, Bakanlarla randevu alamamaktır.
Randevu kültürünün geçmişi
Demokrat Parti zamanında Celal Bayar, Nedim Ökmen ve Samet Ağaoğlu randevulara verdikleri önem sebebiyle dikkati çekmişti. Bunlardan randevu istendiği zaman 'evet' veya 'hayır' cevabını anında alırdınız. Süleyman Demirel pek randevu vermezdi. Randevu isteyenlere, 'sen de mi randevu isteyeceksin çık gel' derdi. Hakikaten de haber vermeksizin odasına girdiğinizde bunu garip karşılamazdı. Ama odası o kadar kalabalık olurdu ki, problemlerinizi söyleyemezdiniz. Benim Turgut Özal, Tansu Çiller hakkındaki gözlemim de aynıydı. Çat kapı giderseniz garip karşılamazlar, fakat randevuyu güç alabilirdiniz. Türk olarak bu konudaki kültürümüz Batılılar tarafından da bilinir. Onlardan randevu istediğimiz zaman, 'Türk usulü mü, İngiliz usulü mü?' diye sorarlardı.
AK Parti içindeki tedirginlik
Milletvekillerini en çok tedirgin eden şey, Bakanlardan, Başbakan'dan randevu alamamaktır. Her Bakan'ın akredite birtakım dostları ve gazetecileri vardır. Bakanlara yakın olduklarını, öğünerek söylerler ve yazarlar. Bu ilişkinin, bazen nüfuz ticareti yapıldığı da görülmüştür. Siz milletvekili olarak aylardır randevu alamazken, bir köşe yazarının 'Dün gece Dışişleri Bakanı Avrupa'ya giderken gece yarısı beni uçaktan telefonla aradı' gibi haberleri okuduğunuz zaman kendinizi küçülmüş hissedersiniz. Hele bu köşe yazarı, düne kadar sizlere söven birisiyse? Bazı dönemlerde 'dün gece, benim evimde, Başbakan'la viskilerimizi yudumlarken' diye başlayan yazılar yazmaya meraklı köşe yazarlarımız vardı. Bu gün AK Parti'nin belki de en büyük problemi, milletvekillerinin Bakanlarla ve Bakanların Başbakan'la görüşememesidir. Ziyaret ettiğimiz bazı milletvekilleri odalarında asılmış bir levhanın üzerindeki 'Ebu Müslim Horasani'nin bir sözünü hatırlattılar: 'Biz dostlarımızı bizimdir diyerek uzakta tuttuk, düşmanlarımızı dost edinmek için yanımıza aldık. Düşmanlarımız dost olmadılar. Dostlarımız da düşman olup onlarla birleşince bizi yok ettiler.'
Vatandaşların değil, milletvekillerinin bile Bakanlardan randevu alamaması, bir insanın can damarlarının tıkanmasından farkı yoktur. Geçmiş iktidarlar da aynı hastalığın kurbanı olmuşlardır.
Not: Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül ile 8 sene Avrupa Konseyi'nde bulunduk. Üç yıldır randevu istiyorum ama alamadım. Bu sebeple, aynı durumda olan AK Parti'li milletvekillerinin tepkilerini çok iyi anlıyorum.
|