T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 15 MAYIS 2006 PAZARTESİ | ||
|
Bazı kelimeler vardır; birkaç anlam taşır. Örneğin; Türkçe bir sözcük olan "baş"ı, Arapça bir kelime olan "kafa" yerine her zaman kullanamayız. "Kafasız" insan ile "başsız" insanın aynı insan olduğunu söylerseniz, ya "kafadan" sakatsınızdır ya da Türkçe'yi "baştan" aşağı bilmiyorsunuz demektir. Neticede, uyuşturucuya ya da teröre bulaşan çocuğunun "başını yedikleri" için, "kafayı yiyen" pek çok insan var bu memlekette. Keza, Tayyip Erdoğan'dan "Kafabakan" diye söz edilebilir mi? (Gerçi, geçmişte bizlerle "kafabulan" pek çok başbakan da görmüştük!) Bunun gibi, Türkçe "yüz" kelimesini, Arapça bir sözcük olan "surat" yerine ikame edebilir miyiz? "Suratsız insan" ile "yüzsüz insan" aynı insan olabilir mi? Yine örneğin, "yüreksiz insan" ile "kalpsiz insan" demek aynı mıdır? Cesur olmayan bir insana yüreksiz demek dururken "kalpsiz" demek; vicdansız bir insana kalpsiz demek dururken "yüreksiz" demek, "olası" mıdır? (Şu 'olası' sözcüğüne 'oldum olası' ısınamadım. Bu kelimeyi kullananlar 'muhtemel'dir ki, 'olanaklı' demek istiyorlar. Bazı saplantılı kişilere 'imkan'ı yok 'mümkün' dedirtemezsiniz.) Neticede, yürek ile kalp aynı organdır ama aynı anlamı taşımaz. Aksi halde, sakatatçı vitrininde, "ciğer, böbrek, dalak, beyin, taşlık bulunur" yazısının yanında "kalp bulunur" ibaresi de yer alırdı. Tabii "yerseniz"! Bu uzun "giriş"ten sonra "gelişme" bölümüne geçerek "gelişme meselesine" bir fıkra ile giriş yapalım: Bir akıl hastası, "akıllandığı" gerekçesiyle taburcu olur; Sonra bir ayakkabı atölyesi açar. Başhekim, bir çift ayakkabı siparişi verir. Eski hasta yeni ayakkabıcı, başhekimin ayak ölçülerini aldıktan bir süre sonra başhekime telefon açar ve der ki: "Ayakkabınızı bitirmek üzereyim; sadece topuk kısmı kaldı. Topuk arkada mı olsun önde mi?"! İşte kimisi, fıkradaki akıl hastasının yaptığı gibi, cumhuriyeti demokrasinin önüne koyar; kimisi tabansız ayakkabı misali, tabansız siyaset ya da hukuksuz kanun yapılabileceğini zanneder. Kimisi de "çok fırkalı rejim" kavramını duyduğunda, "çok fıkralı parti"deki kadar kahkaha atar. Evet, 29 Şubat'sız yıl olur ama Fikret Bila'sız (bilâ, bir kelimeye 'sız' takısı getirdiğinden, Fikret Sız'sız da diyebilirsiniz..) 28 Şubat provası olmaz. Birinci'siz Tekel büfesi olur ama Fethi Dördüncü'süz Atatürk Anı Defteri olmaz. Bunun gibi, laik devlet olur ama laik insan olmaz. Devletin laik olması gerektiğini benimseyen ya da benimsemeyen insan olur. Örneğin ben Müslüman olduğum için Allah'ıma şükreden biri olarak Türkiye'de laiklik ilkesini benimsiyorum. Çünkü biliyorum ki, kadınların haklarını savunabilmek için kadın olmak; iyi omlet yapabilmek için tavuk olmak yani yumurtlama özelliğini taşımak gerekmiyor. Bunun gibi, temel vasfı "yumurtlamak" olan pek çok kişinin ikide bir horozlanarak "birey, laik olmalıdır" şeklinde cümle kurmasını onaylamak da gerekmiyor. Dolayısıyla, bir Müslüman, misafirlerine evinde içki ikram etmiyorsa, bunu saygı ile karşılarım. Aynı insan aynı zamanda devleti yönetiyor olup da içkiyi Türkiye'nin her tarafında yasaklıyorsa, buna saygı duymam. İşte, Başbakan Tayyip Erdoğan, içki içmemekle inancını muhafaza ediyor; içkiyi her tarafta yasaklamamakla laikliğin gereğini yerine getiriyor. O yüzden "ulema"nın "bilginler" anlamına geldiğini bilmeyen "çok bilmişler"in aklına, din deyince laiklik, laiklik deyince cumhuriyet gelir. Ama cumhuriyet deyince akıllarına, örneğin İran gelmez! Hele hele "demokrasi" deyince, akıllarına bir şey gelmez; 14 Mayıs 1950 ise hiç gelmez. "Niye gelmiyor?" diye sorulduğunda, "6 okun içinde demokrasi yok da ondan.." dememeyi ise marifet addederler!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |