T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 MAYIS 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ali BAYRAMOĞLU

Susurluk ve Şemdinli'den bugüne....

Ülkede yine yer yerinden oynuyor. Sorun yine devlet şiddeti, yine hedef seçilen farklı kimlikler...

Bu bitmek bilmez oyun ne zaman ve nasıl sona erecek?

Birkaç yıl öncesine gidelim...

Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Susurluk davasının gerekçeli kararında, Susurluk'a ilişkin şu teşhisi yapıyordu:

"Emniyet teşkilatında görevli sanıkların terörle mücadele diye yola çıkıp, bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve kendi çıkarlarını gözeterek, her türlü yasadışılığı meşru sayıp, amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek, yanlarına uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsünü de alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket edip çeteleşme sürecine girmeleri..."

Merkez medyada bu teşhis pek önemsenmedi...

Hatta aynı günlerde bazı gazetelerde Korkut Eken'le yapılan, Çatlı'dan Yeşil'e methiyeler düzen söyleşiler bile yayınlandı. Susurluk davasının gerekçeli raporu, o raporda sergilenen mantığı doğrulayan Kürtçe eğitim dilekçelerine "psikolojik harekat koyma" gibi adımların gölgesinde kaldı.

Oysa Türk devlet geleneğinin en mahrem noktalarını gözler önüne seren, "derin neşter darbesi" gibi bir etki doğurmuştu Susurluk skandalı.

Ancak, asıl resmettiği Batı'daki sistem içindeki lokalize "kontrgerilla" gerçeğinin tersine, Türkiye'de sistemin "kontrgerillalaştığı" gerçeğiydi.

Hukuk dışı ve gayri meşru olanı benimseyen, doğrulayan, tüm sisteme yayan, daha doğrusu resmi devlet politikalarının özü kılan bir geleneğe tekabül ediyordu, bu gerçek.

Susurluk aracılığıyla, Türkiye, bu gelenek ve bu anlayışla alabildiğine kaba, korkutucu ve çarpıcı biçimde yüzleşti.

Ama, manivelayı harekete geçiren yine devletti.

10 bin faili meçhul cinayete ulaşan dehşet politikaları, "istenilen sonuçları" verirken, karanlık figüranların elinde kontrolü zor ve zarar verici noktalara tırmanmaya da başlamıştı. Ve Susurluk skandalı, devletin ellerini yıkama çabası olarak geldi, gündeme. Sonra, basın devreye girince, çeteler ve çeşitli devlet kurumları birbirine düşünce, iş karıştı.

Kutlu Savaş raporu "Susurluk oyunu"nda perdeyi kapatırken, sistem başlangıç noktasına geri döndü.

Rapor bir yanıyla devlet adına devlet için yapılmış, devletin yenilenmiş, istenmeyenden arındırılmış yeni resmi politikaların ana güzergahını ifade eden, devlet adına yapılan bir tür ve ilk itiraftı.

Ama itirafın mantığı da ortadaydı...

"Otorite boşluğu ile münferit hadiseler mantığı üzerine oturan, daha doğrusu münferit hadiselerin otorite boşluğu yüzünden sisteme yayıldığı ve sistemi bloke ettiğini ima eden, Susurluk skandalının devlet politikaları ve yapılanmasıyla ilgili yönünü, devlet-birey-hukuk ilişkisiyle ilgili yanını tamamen rafa kaldıran, faturayı, ölmüş olanlara, kaçaklara ve birkaç görevliye çıkaran bir mantık..."

Sonuçta Susurluk çözüldü ama çözülmedi...

Mahkumiyetler verildi, münferit suçlar cezalandırıldı, hepsi o...

Sistem gerçeği, devlet yapılanması ortada kaldı, hatta sembolik olarak pekişti.

Bu sembolik haritaya hakim olanlar, dün bazı çetelerdi, bazen birkaç siyasi parti oluyor, bazen türlü kurumlar...

Arkasına saklandığı Devlet Memurin Muhakemat Kanunu'na işaret ederek Susurluk konusunda eleştiriye tuttuğumuz Mehmet Ağar'ın bir gün havaalanında karşılaştığımızda sarfettiği şu sözleri hiç unutmayacağım: "Ali Bey yine mangalda kül bırakmamışsınız. O kanun ne zamandan kalma biliyor musunuz? Ermeni tehcirinden kalma..."

Öz hiç değişmiyor...

Hukuksuzluk, keyfilik, cebir her yerde, her kritik toplumsal sorunda hüküm sürüyor...

Bugün olanlara bakın; ne demek istediğimizi anlarsınız...

Başbakan üzerine gideceklerini söylüyor...

Üzerine gidilmesi gereken sadece yapılar, kişiler, çeteler değildir...

Zaman zaman hükümeti de kuşatan bir zihniyettir...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi