T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 MAYIS 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

Sinematografik bir "homo-islamicus" ve "homo-laikus" tasviri

Hayat kitabımız Kur'ân-ı Kerîm, başı, ortası ve sonu olan, dramatik bir şekilde "işleyen / gelişen" representasyon'a (yeniden-sunum'a) dayalı bir kitap değil; her ân yeni hakîkatlerle bizi yüzleştiren, her yüzleştiğimiz hakîkatin bizi asıl hakîkat'e ulaştırdığı, epizotlardan oluşan, her dâim kendiliğinden ve yeniden önümüze beklenmedik kapılar ve koridorlar açan, presentasyon'a (doğrudan sunum'a) dayalı, epizodik bir kitaptır, denebilir.

O yüzden, Kur'ân-ı Kerim'de bütün yönleriyle ve boyutlarıyla beyan edilen İslâm'ın sunduğu "hayat-dünya" tasavvuru da, representasyon modunu kullanan dramaya dayalı bir tasavvur değil, presentasyon modunu kullanan epizodik bir tasavvurdur, diye düşünülebilir.

İslâm'ın hayat idraki, genelde, iki "epizot"tan oluşur: Bu dünya ve öte dünya hayatı epizodları.

Seküler Batı sivilizasyonunun hayat idraki, tek epizottur; o yüzden, tek boyutludur: Her şey, bu dünyadan ibarettir; ne olacaksa bu dünyada olup bitecektir: Bu nedenle, seküler hayat idraki, antik Yunan'dan bu yana, dramatiktir: İnsan, bu dünyada, hem kendi kaderini, hem de dünyanın ve bütün varlıkların kaderini kendi eline almış, tanrısallaşmıştır: O yüzden, Nietzsche'nin deyişiyle, "hamlığının bir göstergesi" olarak tanrısallaşmaya soyunan insanın yaşadığı dramanın türlü trajik biçimlere dönüşmesi kaçınılmazdır: İnsan, sürekli bariyerlerle mücadele eder.

Onun için, seküler insan; ister pagan, isterse Hıristiyanlık-bulaşan-pagan, ister modern-pagan, isterse postmodern-pagan olsun fark etmez; sadece ân'ı, bugün'ü, bu dünya'yı yaşar: Ufku, buka/dar'dır. Hulâsâ, seküler-pagan insan, hem antik Yunan'la başlayan ama modernlikle birlikte hızlanan bir ivmeyle bu dünyaya kapatılmıştır; hem de "anything goes" / "her şey mübah" mottosunun hükümfermâ olduğu içinden geçmekte olduğumuz postmodern ân'da ise arzularının, içgüdülerinin ayartılarına muhtaç, mahkûm ve mahpus olarak kaygan zeminlerde baştan çıkarıcı bir hazla, hızla ve "gaz"la sahnelenen maskeli balolarla kendi içine ve kendi üstüne kapanmıştır.

O yüzden, hayat, seküler insan için dramatiktir; kontrol altına alınması gereken trajedilere sahne olan bir hayattır; ama hayatı kontrol altına alma kaygısı, hayat tarafından kontrol altına alınmakla sonuçlanır: Ontolojik güvensizlik duygusu yaşa/n/dığı için, hayatı teslim alma kaygısıyla çıkılan yolculuk, hayat tarafından teslim alınmakla sonuçlanan bir macerâ'ya dönüşür. Seküler insan, hayatı sürüklemez; hayat tarafından sürüklenir. Bu hayat, ruhunu çalar, yok eder seküler insanın.

Oysa İslâmî hayat idraki epizodik olduğu için, hayat, bu dünyada bitmez; bu dünyadan sonra başka bir hayat vardır; insan, o hayata hazırlanır bu dünyada. Buradan öte dünya'ya açılan bir koridordur bu dünya hayatı: Bu dünya hayatı, bizi öte dünyaya hazırlanmaya iten destansı bir varoluş mücadelesi serer önümüze.

Mümin, kendi kaderini kendi eline almış biri olmadığı ama takdir-i ilâhî'nin açtığı yeni koridorlarda kendi özgür iradesi ve ihtiyarı ile varolma kaygısı ile nefes alıp verdiği için, müminin bu dünya hayatı da, kendi içinde, bir bütünün parçaları olarak çeşitli epizotlardan ve destansı varoluş "hikâyeleri"nden / mecrâ'larından oluşur: Müminin destansı varoluş hikâyelerinden oluşan hayat epizotları, tıpkı hayatımızı her gün yenileyen gündüz-gece'nin, tıpkı hayatımızı renklendirerek bizi sünnetullahın kevnî işaretlerini seyre daldırtan ve yaşatan dört mevsim'in, tıpkı her gece farklı bir semâvî dansı sahneleyen ve bizi de çekim alanına alan ay'ın harikulâde hareketlerinde olduğu gibi, tıpkı beş vakit namaz ekseninde ulvî bir içerikle ve ruhla doldurulan günlük hayatın her dâim farklı şekillerde oluş ve varoluş hikâyelerine sahne olarak kendiliğinden akıp gitmesi gibi, su gibi her bir tarafı sulayarak, yepyeni yemişler yeşerterek, hayata, varlıklara can vererek, ruh katarak akıp gider.

Mümin, bu dünyada yaşarken, üstad Sezai Karakoç'un deyişiyle, "metafizik gerilim şartı"yla nefes alıp verdiği için, hep öte dünya hayatının çekim alanlarını da her dâim hatırda tutarak bu dünya hayatını idâme ettirir. Bir devam fikri, her ân bir oluş ve varoluş ufku ve umudu, her zaman diri ve canlıdır.

Onun için, mümin, sadece ân'ı yaşamaz; bir ân'ı yaşarken bile, bir ucu tâ öte dünyaya kadar uzanan bütün ânları hesaba katarak yaşar. Allah'ın iradesine teslim olunarak çıkılan hayat yolculuğu, hayata teslim olmakla değil, hayatı teslim almakla sonuçlanır ve öylece sürer gider. Böylelikle mümin, hayat tarafından sürüklenmez; hayatı sürükler ve ruh katar hayata.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi