T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 29 MAYIS 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

Ne biçim insanlarsınız siz!

Hadi bakalım, mevcutları yetmiyormuş gibi, bir de nurtopu gibi bir "Mehmet Ali İrtemçelik krizimiz" oldu...

Konuyu biliyorsunuz. Başbakan Erdoğan, pasaport sorunları yaşayan bir Türk vatandaşının şikayeti üzerine, Berlin Büyükelçimiz Mehmet Ali İrtemçelik'ten olayın ne olduğunu soruyor. Büyükelçimiz de, "sorun"un genelgeden kaynaklandığını söylüyor ve mesele kapanıyor.

Hayır, mesele tam kapanmıyor. Bu arada bazı vatandaşlar, büyükelçimizi yuhalamaya başlıyor, Başbakan da (Fatih Altaylı'nın iddiasına göre) dönüp yuhalayanları azarlıyor.

Şikayete konu olan "sorun"un ne olduğunu tam anlayamadım. Bir genelgeden bahsediliyor ama, pasaporta yapıştırılacak fotoğrafı düzenleyen bir genelge olduğunu daha önce duymamıştım. Türk vatandaşının iddiasına göre, elçilikten bazı görevliler, "Başını babaannen gibi bağlayacaksın, öyle geleceksin" demişler. Bu ayrıntıyı gazetelerden ve bazı internet sitelerinden okuyoruz. Doğru mudur? Bilmiyorum.

Bu arada, dikkat ettiyseniz, "başörtülü bir kadın" değil de, "bir Türk vatandaşı" diyorum.

Niye?

Başörtülü dediğiniz an, birilerinin gözünde "ötekileştirilmiş" ve vatandaşlık hakları sakıt olmuş bir figür canlanıyor da, ondan. Başörtülüysen, sanki, her türlü kötü muameleye müstehaksın gibi...

Başörtülü de olsa, mini etek de giyse, sonuçta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve en az kendisine benzemeyenler kadar hak sahibidir. Ayrıca, burada sorun başörtüsü de değildir. Zaten böyle bir sorun olmamalıdır da.

Peki, hangi iddia doğrudur?

Başbakan İrtemçelik'i mi, yoksa İrtemçelik'i yuhalayan vatandaşları mı azarlamıştır? Ne olursa olsun, kimse kimseyi uluorta azarlayamaz, küçük düşüremez, muaheze edemez. İster Başbakan olsun, isterse herhangi bir elçilik görevlisi.

İki gündür, gazetelerde, Başbakan'ın tutumunu eleştiren yazılar okuyoruz. Çoğunluğu haklı senzenişler bunların... Haklı ama, bazen de kantarın topuzunu kaçıran serzenişler.

Mesela, "Alçakları tanıyalım" müellifi Oktay Ekşi, Başbakan'ı eleştirirken (tabii haklı olarak eleştirirken) öyle üst perdeden bir dil, öyle bir "azarlama üslubu" kullanıyor ki, insan sormadan edemiyor: "Bu ne samimiyet, bu ne senli-benli muhabbet, bu ne üst perdeden had bildirme gayretkeşliği böyle?"

Başyazara göre, Başbakan yol yordam bilmiyor. "İmam Hatip ve türban saplantılı" olduğu için bilmiyor... Yazısına koyduğu başlık da, en az söyledikleri (daha doğrusu külhan üslubu) kadar sorunlu: "İyi ki gerilim istemiyor..."

Bu yazıdan ve birçok yazıdan anladığımız şu:

Büyükelçi, hem Cumhurbaşkanı'nı, hem devleti temsil etmektedir. Büyükelçinin itibarını korumak, dolayısıyla devletin itibarını korumak anlamına gelmektedir.

Peki, o zaman şöyle bir soru soralım başyazara ve gibilerine:

Başbakan kimi temsil etmektedir? Devletin (hepimizin ihtimamla koruması gereken) bir itibarı var da, Başbakan'ın ve parlamentonun bir itibarı yok mu?

İnönü Üniversitesi Senatosu, "Cumhuriyetimizin temel niteliklerini korumak ve kollamak sorumluluğunu taşıyan tüm kişi ve kuruluşları bu sorumluluğun gereğini yerine getirmeye" davet ettiğinde, yani TSK'yı parlamentoya ve seçilmiş hükümete karşı göreve çağırdığında Oktay Ekşi neredeydi? Aynı üniversitenin rektörü Prof. Fatih Hilmioğlu, Başbakan'ı "başbayi" diye aşağıladığında Oktay Ekşi neredeydi?

Peki, Çukuorova Üniversitesi Rektörü Yalçın Kekeç'in ettiği küfürler?

Bu eğitimli ve "prof" etiketi taşıyan şahıs da, Başbakan'ı "halayık"a benzetmişti. Başbakan dilini elini karıştırıyormuş; kişinin edebi yaptığı icraatteymiş, dilini elini karıştıranların sonu belliymiş, vs... Ardından ünlü "taşlama"yı göndermişti: "Halayığı hanım eylersen kurnayı kırar tas ile/Zurnacıyı müezzin edersen minareyi yıkar tas ile..."

Hadi bunları bir kenara bırakalım... "Fethi Dede" denilerek, neredeyse her türlü sorumluluktan muaf "sevimli bir figür" haline getirilen Fethi Dördüncü'nün ettiği küfürler ne olacak? Fethi Dede de, Başbakan'a "kafir", "hırsız", "Cumhuriyet düşmanı" filan demişti

Neden Oktay Ekşi ve gibileri bu konuda tek satır yazmadı?

Neden?

Muteber olan, sadece devlet ve devletin atadığı "memurin" kadrosu mu? Halkın seçtiklerine karşı niçin bu kadar kaba, bu kadar nobran ve bu kadar hoşgörüsüzsünüz? Ne biçim insanlarsınız siz?

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi