T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 29 MAYIS 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Hanioğlu'nun önemli tespitleri

Zaman gazetesinin "Yorum" sayfasında ayda bir (?) Şükrü Hanioğlu ile karşılaşmak bana çok iyi geliyor doğrusu... Yazarı tanıyorsunuz mutlaka; bir Amerikan üniversitesinde hocalık yapan Hanioğlu özellikle yakın siyasi tarihe ilişkin çalışmalarıyla tanınıyor. Ancak ben Hanioğlu'nu sadece, bir "siyasi tarihçi" sınırları içinde değerlendirip beğenmiyorum. Özellikle "Yorum" sayfasında takip ettiğim yazıları bana onun "siyaset bilimi", hatta "siyaset felsefesi" söz konusu olduğunda da derhal hatırlanması gereken bir düşünür olduğunu düşündürüyor. Ülkenin yakın tarihi ve bugününe ilişkin analizlerinde kullandığı kavramlar, yaptığı karşılaştırmalar alışılmış "tarih-tarihçi" alanını aşıyor. Emin değilim ama söyleyeceğim: Okuduğumuz yorumlardaki olumlu farkın oluşmasında belki de, Hanioğlu'nun bugünün Türkiyesi'ni "uzaktan" gözlüyor olmasının payı büyüktür. "Dışarıdan bakmak", ya da "makul bir mesafeyi koruyarak bakmak" hayatta hemen her zaman daha olumlu sonuç vermez mi zaten? (Bu tavrın tam zıddı da "içine düşmek" olsa gerek!)

Gelelim Hanioğlu'nun son "Yorum"una: Yazı daha başlığından itibaren bizi nerelerde dolaştıracağını açıkca haber veriyor: "Rejimimizin temelleri ve kamusal yorumları".

Yazının tamamında cevap aranan soru artık bellidir: Türk siyasetinin içinden bir türlü çıkmaya muvaffak olamadığı "kısırdöngü"nün asli nedenleri (ve de tabii bu hastalığın devası) nedir?

Hanioğlu, "kısırdöngünün asli nedenlerinden belki de en mühimi" olarak, "yaklaşık bir asırlık süre içinde rejimin temellerinin kamusal yorumu ve bunun nasıl yapılacağının üzerinde toplumsal bir uzlaşma sağlanamamış olması"na işaret ediyor. Bu kısırdöngünün başta gelen olumsuz sonucu da şudur: "...bu alanda bir tekel yaratmaya çalışma ve uzlaşmayı reddetmenin bizatihi siyaset olarak mütalâa edilmesidir."

Demek ki, "bizim" adına "siyaset" dediğimiz iş, aslında bu sözcüğün işaret ettiği kavramdan bambaşka bir şeydir. Çünkü: "Toplumun çoğunluğunun rejimin temel ilkelerinin kamusal yorumu üzerinde uzlaşmadığı bir ortamda sağlıklı, demokratik siyaset yapılmasını beklemek ciddi olduğu kadar maliyeti de yüksek bir yanılgıdır."

Demek ki, "bizdeki" rahatsızlık asıl olarak "siyaset"i yeniden -yani "kafamıza göre"- tarif etmemizden kaynaklanmaktadır.

Her toplumda -tabii ki- "rejimin temellerinin kamusal yorumunu bütünüyle reddeden marjiinal gruplar bulunur"; ama söz konusu "red" -"bizde" olduğu gibi- toplumun ciddi bir bölümünü ilgilendiriyorsa, karşı karşıya bulunulan sorunun niteleği ve ağırlığı çok farklıdır.

Hanioğlu, çizdiği bu genel çerçeveyi daha da açıklığa kavuşturuyor: "Bir rejim savunuculuğu-karşıtlığı zemininde yapıldığı ölçüde demokratik siyaset gerçek mânâsından arındırılmakta ve üzerinde anlaşılmış ilkeler çerçevesinde gerçekleştirilen bir programlar mücadelesinden ziyade ihtilâl sonrası toplumlarında görülen çatışma biçimini almaktadır." Tahmin edileceği gibi, bu nitelikte bir mücadele 1908 ve 1922 dönüşümleri sonrası için anlaşılabilir nitelektedir; peki ya bugün, yani yirmibirinci yüzyılda? "Cumhuriyet" bu alışkanlığından vazgeçmek için yeterince "yaşlı" değil midir bugün?

Siyasetin bir "rejim savunuculuğu-karşıtlığı" çerçevesine indirgenmesinin tabii sonucu siyasete olduğundan çok fazla önem atfedilerek siyasetçilere bırakılmamasıdır! Hanioğlu, varılan bu sonucun sonucunu da şöyle açıklıyor: "Bunun sonucunda ise bürokrasiden Silahlı Kuvvetler'e uzanan toplumsal aktörler kendilerini rejim koruyuculuğu çerçevesinde siyaset yapmakla yükümlü görürler."

"Siyasetin siyasetçilere bırakılamayacak derecede ehemmiyetli bir faaliyet" olduğuna karar verilmesinin bir başka tabii sonucu da, siyasetin "tözünü" oluşturan "temsil niteliği"nin küçümsenmesi ya da gözardı edilmesidir. "Dolayısıyla temsile dayanmayan kurumların yaptığı siyaset yüceltilerek rejim korunması amacıyla yapılan ulvî bir fedakârlık olarak kutsanırken, temsile dayanan siyasete memleketi nereye götüreceği belli olmayan eşhasın sergüzeşti olarak yaklaşılmaktadır."

Hanioğlu, bazı bölümlerine temas edebildiğim önemli yazısında, bir yüzyıl önce rejime ilişkin üretilen "naslar" üzerine kurulu "rejim koruma temelli siyaset" tarzından çıkış-kurtuluş yolunu da şöyle tarif ediyor: "Bu alanda yapılması gereken, kötü niyetli grupların 'içini boşaltacakları' şüphesiyle ilkelerin kamusal yorumunun tekel altına alınması ve tartışılmalarının yasaklanması değil tam tarsine bu alanda çoğulculuk aracılığıyla uzlaşma teminidir."

Ufuk açıcı bir yazı doğrusu...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi