T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 29 MAYIS 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

İnsan haklarında yeni arayışlar

Üç gündür İstanbul'da insan hakları söylemleri alanında gerçek bir beyin fırtınası yaşanıyor. "Kim olursa olsun mazlumdan yana" ilkesini şiar edinmiş olan Mazlum Der ile çıkarmakta olduğu dergiler ve yürütmekte olduğu danışmanlık hizmetleriyle tek başına birkaç üniversitenin yapabildiği işleri fiilen yapmakta olan EDAM'ın ortaklaşa düzenledikleri "İnsan Haklarında Yeni Arayışlar" başlıklı sempozyumda Amerika'dan, Avrupa'dan ve Türkiye'den 50'nin üstünde akademisyen veya insan hakları gönüllüsü konuşmacı veya tartışmacı olarak katılıyor.

Tahsin Görgün, Michael J. Perry, Julian Saurin, Amr G. Sabet, Declan O'Sullivan, Ahmet Demirhan, Nuh Yılmaz, Talha Köse, David Busold, Bobby S. Sayyid, Berdal Aral, Yusuf Kaplan, Peter Edge ve Cihan Aktaş konuşmacılardan sadece bazıları ve her biri insan hakları kavramının gerek tarihi, gerek felsefi ve kültürel anlam ve bağlamları, gerekse de günümüzdeki kullanım biçimleri üzerine son derece ufuklu düşünceleri, canlı tartışmalarla ele alıyorlar.

İnsan hakları kavramının günümüzde anlaşıldığı şekliyle ilk ortaya çıkışında veya şekillenmesinde 1776 yılında yayımlanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin çok önemli bir yeri olduğu biliniyor. Bütün insan hakları söylemlerinin referans metinlerinden birini oluşturan ve sonradan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'ne de (1789) zemin hazırlayan bu belgede "Bütün insanlar eşit yaratılmıştır.. kendilerine Yaratıcıları tarafından asla ellerinden alınamayacak haklar bahşedilmiştir ... bunlar arasında yaşama, özgürlük, ve mutluluk arama hakları da vardır" denilir.

İlk duyuşta tabii ki itiraz edilemeyecek kadar çok güzel gelen ifadeler bunlar. Ancak bu beyannamenin yayımlandığı dönemde Amerika'da zencilerin köleliği sözkonusudur; hatta bizzat bu beyannamenin yayımlanmasına önayak olan öncü Amerikalıların her birinin yüzlerce kölesi var. Peki bu Amerikalıların basitçe inandıkları ve ilan ettikleri bazı ilkeleri yeterince yaşamadıklarını mı düşünmek lazım? Tabii ki hayır. Çünkü sebebi daha da basittir. Köle olan zenciler, insan bile sayılmıyordu. Bütün insanlar eşitti, ama tabii ki bazı insanlar daha fazla eşitti, bazıları klasmana bile giremeyecek durumdaydı.

İnsan hakları söylemlerinin en önemli handikapı, bugün hâlâ bir handikap olmaya devam eden yanı da bu: Haklara sahip olan "insan"ın kim olduğu. Zannedildiği gibi biyolojik bir tür olarak insan olanlar her zaman insan haklarından yararlanmaya hak sahibi görülmüyor. İnsan hakları söyleminin her zaman bu haklardan dışlanmaya müstehak gördüğü insanlar vardır. Geçmişte zenciler, açıkça insan sayılmıyor ve köleliğe müstehak görülüyordu. Bugün terörle mücadele adı altında ABD'nin küresel düzey sürdürdüğü mücadelede "insan" kategorisinden dışladığı Müslüman kitleler var. Irak'ta, Afganistan'da ve bir sürü başka yerde "insan hakları"nı gerçekleştirme adına her türlü haklarını yok ettiği kitleleri insan görmediği çok açık. Bugün hem Amerika'nın hem de Avrupa'nın insan kategorisinin bir Müslüman figürünü çizemediği veya göremediği de çok açık. İslam oryantalistçe kendi mensuplarını ezen totaliter ve ilkel bir din olarak görülüyor ve Müslümanlar her şeyden önce kendi dinlerinden kurtarılması gereken mazlum ve mağdur insanlar olarak resmediliyor. Bu yüzden Müslümanların İslam'la uyumlu yaşamakla ilgili talepleri insan hakları açısından değerlendirmeye bile alınmıyor, aksine bu talepleri ancak reddedilerek kendilerini zincirleyen dinden özgürleştirileceği düşünülüyor.

İnsan hakları söylemi, bu oryantalist tabiatından dolayı, en azından mevcut haliyle, Müslümanları kapsayamayan bir insan nosyonuna dayandığı için Müslümanların özgürleşimine gereken katkıyı yapamıyor. Üstelik bu ve benzeri yollarla bu söylem bir hegemonya ve iktidar aracı olarak kullanılıyor.

Aslında bu, sempozyumda tartışılan bir dizi başlıktan sadece biriydi. Bu tartışma konusunda bile bu noktada kalınmadı, insan haklarıyla ilgili duruşumuzu sadece bu eleştiriye dayandırmanın muhtemel sakıncalarına da işaret edildi tabiî.

Not: Mazlum Der yıllardır Türkiye'de insan hakları alanında faaliyet gösteren en önemli sivil toplum kurumlarından biri. Yakında büyük kongresini gerçekleştirdi. Daha önce yerini zaten çok iyi dolduran yönetimiyle Cevat Özkaya tam bir centilmenlik örneğiyle başkanlığı Ayhan Bilgen'e devretti. Empatik ve diyalog ustası kişiliği ve ince zekasıyla önemli işler gerçekleştireceği şimdiden görünen Bilgen'i tebrik eder, yeni dönemde Mazlum Der yönetimine başarılar diliyorum.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi