T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 7 NİSAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Ali Murat GÜVEN

Şükürler olsun ki böyle bir ülkede yaşıyorum

Bu sayfaya rastgele değil, sürekli ve bilinçli olarak takılan okurlarımızın malûmudur.

Benim -en başından bu yana- "Homo Kovboylar" adıyla anmayı tercih ettiğim "Brokeback Mountain" (Brokeback Dağı) adlı film, önce ABD'de, ardından da İngiltere ve Kıta Avrupası'nda cürmünü kat be kat aşan ateşler çıkardıktan sonra, en sonunda 24 Mart Cuma günü ülkemiz sinemalarında da gösterime girmişti.

"Homo Kovboylar"ı Türkiye gösteriminden daha haftalar önce piyasaya düşen korsan DVD'lerinden izlemiş biri olarak, o tarihten itibaren bu filmin batıda kopardığı fırtınanın altını doldurabilecek sinemasal niteliklerden yoksun olduğunu inatla ve ısrarla vurgulamaya başladım. Yönetmen Ang Lee'nin bütün numarası, sinema dünyasındaki çok güçlü bir mitosu, "kovboy maçoluğu"na ilişkin geleneksel değerleri kendince yıkmaya çalışmaktan ibaretti. Evet, öykü derli toplu bir sinema diliyle anlatılmıştı. Temiz bir kurgusu, özenli görüntüleri, dinlendirici bir müziği ve zaman zaman da ilginç olabilen bir oyunculuk düzeyi vardı. Ancak, bütün bunlar, neredeyse her filmin teknik ve estetik açıdan çıtayı zaten fazlasıyla aşmış vaziyette izleyici karşısına çıktığı günümüz Hollywood'unda "Homo Kovboylar"ı "yüzyılın başyapıtı" yapmaya yetecek türden meziyetler değildi.

Annie Proulx adlı bir kadın yazar, 1997 yılında yazdığı kısacık bir kitapla kafasının asla basamayacağı bir dünyaya, "erkeklerin dünyası"na el atmış ve iki erkeğin eşcinsel ilişkisi üzerinden kendince bir "yıkım öyküsü" çıkarmaya çabalamıştı. Bir çekik gözlü olarak Hollywood'da tutunabilmek için elinden geleni ardına koymamaya hazır Tayvanlı Ang Lee de bu öyküyü görür ve durur mu; o da Proulx'un öyküsüne balıklama dalacak ve salt konusu itibarıyla bile yeterince sansasyonel olma potansiyeli taşıyan bu malzemeyi büyük bir hırsla beyazperdeye taşıyacaktı.

Sonuç itibarıyla da "Homo Kovboylar", sahip olduğu ve olamadığı bütün o sinemasal özellikler utanmazca bir kenara itilerek, sırf öyküsünün merkezini oluşturan "eşcinsellik" boyutundan hareketle kesinlikle hak etmediği boyutlarda iltifat, övgü ve de ödüllere boğuldu. Bunda ise zerre kadar şaşıracak bir yön yok; çünkü "gerçeğin her geçen gün biraz daha ters yüz edildiği" kaotik bir dünyada basın, moda, müzik ve sinema sektörlerini ele geçirmiş olan gizli ve açık (aynı zamanda da varlıklı) eşcinsellerin agresif desteği böyle bir filmin boyundan büyük patırtı koparmasına, dahası önde gelen festivallerdeki bir sürü ciddi ödülü silip süpürmesine yeter de artar bile. Gazetelerin, dergilerin, internet sitelerinin, radyoların ve televizyonların kültür-sanat editörleri ya da film festivallerinin jürileri gökyüzünden gönderilen "tanrısal varlıklar"dan değil, çoğunlukla onlardan oluşuyor. O yüzden de kendi "yoldaş"larını kanlarının son damlasına kadar kollayacaklardır doğal olarak...

Bu görüşlerimi "Homo Kovboylar"ın Türkiye gösteriminden önce bir kaç kez dile getirdim. Ayrıca, filmin dağıtıcı şirketini de Türkiye gibi son derece hassas toplumsal değerlere sahip bir ülkede "şartları fazla zorlamaması" için dostça uyardım. Böyle bir film, ya bazı bölümleri kesilerek ya da en azından 18 yaş sınırlamasıyla gösterime sokulmalıydı.

Ve "büyük taarruz" da işte bundan sonra başladı. Düzinelerce basın-yayın organında saldırılar, aşağılamalar, hattâ bazen de düpedüz hakaretler...

"Homo Kovboylar"ı eleştirişim ve "kral çıplak" deyişim karşısında Türkiye homo lobisinin tek kelimeyle "gözü dönmüştü". Çünkü affedilmez bir suç işlemiş ve beğenmediğim bir film hakkındaki görüşlerimi özgürce dile getirmiştim. Bu konudaki bütün laflarım ise ne yapılıp edilip tez zamanda "ağzıma tıkılmalıydı".

Beklendiği üzere, hemen kendi aralarında elektronik posta zincirleri kurup organize oldular.

Adına "Ekşi Sözlük" denilen o nihilist-komünist yatağından (ki bu grubun sanal ortamda kurduğu "Canımın istediğini döverim, canımın istediğine söverim, kimsecikler bana karışamaz" mantığındaki o kartondan krallığa ilişkin kimi ibret verici gözlem ve tecrübelerimi çok yakında bu köşede ayrıntılarıyla aktaracağım) internetteki profesyonel homo portallarına, dış parasal desteklerle finanse edildiği ortaya çıkan -amaçları şaibeli- internet sitelerinden homolara şirin gözükme derdindeki radyo-TV kanallarına dek akla hayâle gelebilecek bir sürü yerde beni tefe koymak ve şerefle taşıdığım adımı kirletebilmek için gözü kara bir mücadele başlatıldı.

Hattâ, bu azgın grubun henüz 24 yaşındaki çok bilmiş medya mensubu üyelerinden biri (şahsıma gönderdiği hakaretlerle dolu bir mesaja tek kelimelik bir "defol" cevabı yazdığım için) "gazetecilik mesleğiyle bağdaşmayan tutum ve davranışlar"da bulunduğum gerekçesiyle Basın Konseyi'ne şikayet başvurusu yaptı. Şu sıralarda karşılıklı şikayetimizin bir sonuca bağlanmasını bekliyoruz; Konsey'in kararı açıklanır açıklanmaz elbette ki bunu da sizlerle paylaşacağım. Çünkü köşemi kesintisiz takip edenlerin de gayet iyi bildiği üzere, ben bu "oyun"u başından beri çok açık oynuyorum.

Neyse… Bütün bu yaygaranın ardından, nihayet film iki hafta önce gösterime girdi. Tantanacı homolar ne demek istediğimi anlamamış olsalar da sanırım dağıtıcı şirketin yetkilileri gayet iyi anlamış olmalıydılar ki "Homo Kovboylar" hem "18 yaşından küçük izleyiciler için sakıncalı" ibaresi aldı, hem de yalnızca 7 şehirde gösterime sokuldu. Warner Bros gibi deneyimli bir firma için akıllıca olan manevra da buydu.

Ve şimdi önümde resmî bir istatistik var. 60 dolayında uluslararası ödüle sahip, uğrunda onca fırtına kopartılan ve canhıraş feryatlar edilen "Homo Kovboylar"ın, namı diğer "Brokeback Dağı"nın, iki haftalık Türkiye gösteriminde kelimenin tam anlamıyla "iki seksen yere uzanmış" durumda olduğunu görüyorum. En yüksek gişeyi yapması gereken ilk üç gündeki hasılatı toplam 20 bin 171 kişi, şimdiye kadarki toplam hasılatı ise 50 bin izleyicinin altında. Daha da Türkçesi, koyboylarımızın ölümsüz aşkı sıradan bir aksiyon ya da animasyon filminin yaptığı gişenin beşte birine bile ulaşamadı. Öyle ki Oscar'da "en iyi film" heykelciliği için kıyasıya kapıştığı ve "Türkiye'de hiç ilgi görmedi" denilen o güzeller güzeli "Çarpışma"nın bile yarı gişesini yakalayamadığını öğrendim sevinçle, gururla, keyifle... (Bu haftaki "Sine-Bulmaca"da 10 okurumuza -inadına- bu güzel filmi armağan ediyoruz)

Öte yandan, "Homo Kovboylar" yalnızca bu yönüyle de darbe almakla kalmadı; ayrıca özgür ve bağımsız yorumlarına çok güvenilen Hıncal Uluç, Selahattin Duman ve Yüksel Aytuğ gibi popüler yazarların "çevresinde kopartılan fırtına kadar da önemli bir film değilmiş" mealindeki eleştirel yazılarıyla bir başka afallamayı daha yaşadı Türk eşcinsel lobisi...

Evet, bu meslektaşlarımızın hiç kimseye borcu yoktu ve doğal olarak da perdede ne gördülerse onu yazmışlardı. "Homo Kovboylar", bir kaç yıl içinde unutulup gitmeye mahkûm, konusu hariç diğer bütün yönleriyle gayet sıradan bir filmdi. Ve onlar da yazılarında bu yalın doğruyu eğip bükmeden dile getirdiler. Filmde bırakın yüksek bir sanat değerini, homoların o çok inandıkları ve de kendilerini paralarcasına savundukları "ulvî aşk"tan bile eser yoktu. Sırf böyle bir yönünü görmüş olsaydım bile geçmiş yazılarımda söz konusu filme karşı çok daha hoşgörülü bir tutum takınırdım; ama inanın ki onu bile göremedim. Birbirlerine en kaba biçimiyle birer "cinsel haz nesnesi" olarak bakan iki tane cahil cühela koyun çobanını bizlere modern zamanların "Romeo ve Jülyet"i olarak yedirmeye çalıştılar, ama bu numara ne yazık ki yemedi.

Bu arada, öyküsünde Kur'an sûrelerine yönelik bazı atıflar içerdiği için gösterime girer girmez linç edilmek istenen "Dabbe"nin ise yarım milyona ulaşan bilet satışıyla 2005-2006 sezonunun en büyük gişe sürprizini yapmış olmasını da kendi adıma bir başka eğlenceli haber olarak keyifle karşıladım. Eleştirmenlerimiz altını çize çize, "Kesinlikle gitmeyin, çok kötü bir film" demiş, ama Türk sinemaseverleri -ulusal renkler taşıyan bir korku sinemasının temellerini atmaya aday- bu yapıta, içerdiği bütün teknik ve estetik yetersizliklere rağmen yine de gitmeyi, böylelikle küçük bir destek vermeyi tercih etmişlerdi.

Göreceksiniz, genç yönetmen Hasan Karacadağ bu başarıdan kazandığı yüksek moral ve sermaye ile pek yakında "Dabbe"den çok daha güzel eserler ortaya koyacak.

Gişede ortaya çıkan bu gibi reel rakamlar, bütün Türkiye'yi kendi küçük sosyal çevrelerinden ibaret olarak gören kimi aydıncıkların sanatsal yorumlarındaki yalnızlığı ve sefaleti ortaya koyuyor. İsteseniz de istemeseniz de er geç kabul edeceksiniz; sizler yalnızca kendinizin öyküsünü yazıyorsunuz, bu toprakların değil...

Geçtiğimiz haftalarda sonuçlanan bir kamuoyu anketinde Türk halkının tamı tamına yüzde 76'sının "eşcinsellerle birarada yaşamaktan hoşlanmadığını" belirtmesi kimi anlı şanlı yazarlarımızda gerçek bir panik duygusu uyandırdı. Bunların en ünlüsü konumunda olan, basınımızın "Amiral Gemisi"nin hayatı pek seven kaptanı, "Demek ki içinde yaşadığımız toplumsal çevre bizleri fena hâlde yanıltıyor, Türkiye'nin tamamının da aynen bizim gibi düşündüğünü sanıyoruz" diyordu malûm anketi değerlendirdiği endişeli yazısında. Ve sonra da aynen şöyle devam ediyordu: "Ama iyi ki de yanıltıyor. O zaman, daha aydınlık bir geleceğe ilerleme yolunda kimden cesaret alacağız?"

E, ahlâkî değerlere bakış konusundaki en ciddi kılavuzun Ayşe Arman bacımız olursa yanılırsın tabiî. Bu toplumda o Ayşe'den başka milyonlarca Ayşe daha var.

Ama bence kamuoyu yoklamaları ne derse desin, sizler kendinizi hiç üzmeyin ve toplumdan tamamen izole durumdaki o dev plazalarınızda yakın çevrenizin yargılarıyla hareket etmeye aynen devam edin. Bizler ise bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de adımız gibi tanıdığımız halkımızın yargılarına bakarak yolumuza devam edeceğiz.

Bu arada, "Homo Kovboylar" filmine tepki verme konusunda sergilediği yüksek bilinç düzeyiyle beni bir kez daha haklı çıkartan onurlu ve zevk sahibi halkıma da gönülden teşekkür ederim. Kültürel yıkım çabalarına karşı böylesine dirençli bir toplumun üyesi olmaktan dolayı sonsuz gurur duyuyorum.

Sizler, hiç kuşkusuz ki bundan çok daha "insanî" filmlere lâyıksınız.


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi