T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 7 NİSAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hayrettin KARAMAN

"Asker, AKP ve türban"

Bu başlık, 5-Nisan tarihli Radikal'de çıkan bir köşe yazısına ait. Yazıda yer alan düşünce ve değerlendirmelerin hemen tamamı benim düşünce ve değerlendirmelerim ile taban tabana zıt; insan şöyle düşünmeden edemiyor: Bu düşüncede olanların egemen olduğu bir ülkede, insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi nasıl gerçekleşir; onlarla birlik, beraberlik, huzur, hoşgörü içinde nasıl yaşanır? Nasıl uzlaşmaya varılabilir?

Başbakan sık sık "Biz bu işi, toplumun uzlaşması ile çözeceğiz" diyor. Toplumun bir kanadı, aşağıda nakledeceğim şekilde düşünüyorsa, düşünmekle kalmıyor, farklı düşünenlere hak ve hukuk tanımıyorsa uzlaşma nasıl olacak? Ortada bir ihtilaf varsa tarafların uzlaşması, bir ortak çözüme varmaları ancak ortak ilkeler ve kurallar çerçevesinde olabilir. Adına türban dedikleri örtü konusundaki ihtilafın çözümü de insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde olabilir.

Peki bu ilkeleri benimsemiş ülkelerde "Asker, AKP ve türban" diye bir yazı başlığına rastlamak mümkün müdür?

Avrupa ve ABD'nin de orduları var; buralarda askerler, "türbanın yasaklanması veya serbest bırakılması" gibi bir konu ile ilgilenirler mi? İmam Hatip mezunlarının üniversiteye girebilmeleri, dindarların da özel okul açıp kendi inanç ve ahlak anlayışlarına uygun eğitim ve öğretim vermeleri karşısında tepki gösterir, açıklamalar yaparlar mı?

Köşe yazarı bu soruları sormak ve askere görevini hatırlatmak yerine bakın neler diyor:

"...İstanbul'da düzenlenmiş bir toplantının öğle yemeğinde, iki general ve bir amiralle, biri meslektaş üç sivil aynı masadaydık...Meslektaşım, ortamı uygun bulmuş olmalıydı. Sorularına devam etmişti: "Peki sizin orduevlerine giriş kurallarınız var. Şimdi ne olacak? Türbanlı konuklar girebilecekler mi?" Amiral yanıtlamıştı: "Orduevi yönetmelikleri değişmedikçe giremezler."

Gazeteciler ile subaylar yemek yiyorlar, dünyanın ve ülkenin yüzlerce önemli meselesi var iken gazeteciler, belki de subayların gündemlerinde olmayan türban konusunu ortaya atıyorlar, ağızlarından alacakları bir iki cümleyi allayıp pullayıp manşete çekmek için can atıyorlar. İşte demokrasiye yakışmayan budur; yoksa amiralin "yönetmelik değişmedikçe giremezler" sözü değil.

"Askeri hastaneler başta olmak üzere, kimi kamu alanı sayılan, örneğin açık ya da kapalı alanlardaki askeri törenlere başı örtülü bayanların kabul edilmesi genelde yadırganmıyor. Oralara türbanlı gelenler de, dini kurallara uymak niyetindeler ise bunları çıkarıp yerine, Anadolu'da olduğu gibi 'başörtüsü' takıyorlar. Böylece sorun çözümlenmiş oluyordu. Bu defa (dışişleri bakanının eşinin hastane ziyareti konusunda) asker tutumu sürpriz oldu. Türbanın hukuki durumunun artık tartışılacak yanı kalmadı. Kamu alanı sayılacak her yerde yasaklanmış olduğu biliniyor."

Bu cümlelerdeki Türkçe bozukluğunu ve tatsızlığı bir yana bırakalım, mantık, hukuk ve demokrasi açısından tahlil etmeye çalışalım.

Yazara göre "türbanın hukuki durumunun artık tartışılacak tarafı kalmamış, kamu alanı sayılan her yerde yasakmış".

Bu yasağın -dini emirler ve ödevler bir yana- demokrasi ve insan hakları bakımından ne kadar temelsiz ve tartışmaya açık olduğu şüphe götürmez. AİHM kararları dahil bu konuda verilmiş bütün hükümler insan haklarına ve evrensel hukuka aykırıdır ve en üst derecedeki yerli ve yabancı hukukçular tarafından tartışılmakta, tenkit edilmektedir. Hiçbir mahkemenin, "dinin emrettiği başörtüsünün bir çeşidine" türban demeye ve bunu siyasal simge saymaya, başörtüsünden ayırmaya ve yasaklamaya hakkı ve yetkisi olamaz. Hiçbir mahkemenin "dinin açık ve kesin emri olan örtünme"yi, şurada veya burada laikliğe aykırı olarak yorumlaması evrensel hukuk ve din özgürlüğü ilkesi ile bağdaşamaz ve tartışma dışı bırakılamaz. Türkçemizde "türban" kelimesinin manası belli olup "başa dolanan tülbent" demektir. Bir zamanlar sosyete yaşlılarının başlarına giydikleri ve kökeni itibariyle Batılı olan bir giysiye de türban denirdi. Bugün okumuş yazmış veya şehirli kızlarımızın başlarını örtmek için kullandıkları örtü (eşarp) nasıl örtülürse örtülsün türban değildir, başörtüsüdür; bunun, din ve hukuk bakımından başka şekillerdeki başörtüsünden ayırılması temelsizdir, keyfîdir. Başörtüsünü belli bir şekilde örtmenin siyasi simge olduğu hükmü "yetki ve gerçek dışı" olması yanında hukuka da aykırıdır; demokrasilerde siyasi simgelerin taşınmasının sakıncalı olabileceği yerler son derecede kısıtlı olup bu alanları "kamusal, kamu alanı" gibi muğlak ifadelerle tanımlamak mümkün değildir; bir bir sayılması ve kanunda yer alması gerekir.

Devam edeceğim.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi