T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 8 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


İSLÂM DÜŞMANLIĞINI KÖRÜKLEMEK VE...

Müslümanlar, Kur'ân'ın açık emri gereğince, tarihleri boyunca hiç kimsenin kutsallarına saldırmadılar. Hiç kimsenin dinine, inancına göre yaşama hakkını yoksaymadılar. Hiçbir zaman, başka dinleri, kültürleri ve medeniyetleri yok etme, tarumar etme, tahrif ve tahrip etme ilkelliğine ve barbarlığına soyunmadılar. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamber'in ümmeti, elbette ki, bu tür cinayetlere imza atamazdı. Bunların hepsi, büyük ölçüde Batılıların günah hanesine yazılacak cinayetlerdir. Bugün, adına yanlış bir şekilde "karikatür krizi" denen şey, Batılıların yüzyıllardır bilinçaltlarında gizli olan ve açık etmekten de çekinmedikleri İslâm düşmanlığını körüklemeyi amaçlıyor. Avrupa'da yaşayan Müslümanların haklarını daha fazla hiçe saymayı, İran'a yapılması planlanan saldırıya uygun bir zemin hazırlamayı amaçlıyor. Batılıların dünya üzerinde giriştikleri gayr-ı insanî ve gayr-ı hukukî işgalleri, sömürüleri, saldırıları meşrûlaştırmayı; bunlara "dur" deme cesaretini ve insanlığını gösteren tek coğrafya olan İslâm coğrafyasını kendi haksız hegemonyalarına boyun eğdirmeyi, talan etmeyi ve hatta uzun vadede bu coğrafyada Müslümanca yaşamakta direnen toplumları Müslümanlık'la ilişkilerini koparmaya çağırmayı amaçlıyor.

Bugün düşünce gündemine aldığımız, The Times gazetesinin eski genel yayın yönetmenlerinden ve Batı'da türü yok olmaya yüztutan "bilge yazar"lardan Simon Jenkins'in yazısını bu gerçekleri göz önünde bulundurarak okumakta yarar var.


Karikatürler, ifade özgürlüğünü korumuyor, tehdit ediyor

Danimarkalıların sözkonusu karikatürleri yayınlamakla ifade özgürlüğü-meselesine dikkat çektiklerini söylemeleri saçmadır. Bu karikatürler, rencide edicidir ve iğrençtir. Yapılması gereken en iyi şey, özür dilemek ve susmaktır.

  • SIMON JENKINS
    "Düşünüyorum, o halde varım" demişti, filozof. Peki, biz de "düşünüyorum, o hâlde aklıma geleni söylüyorum" mu, diyeceğiz? Hayır. Aslâ!

    Hiç kimse mutlak özgürlük hakkına sahip değildir. Medeniyet, insanların harmoni içinde birlikte yaşayabilmek için özgürlüğü kurban ederek gerçekleştirdikleri bir hikâyedir. Mutlak özgürlüğün yeni-doğmuş vahşilerin hakkı olduğunu söylemek için Hobbes'a ihtiyacımız yok. Gerisi, uzlaşmadır çünkü.

    SORUN, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL

    Sağcı bir Danimarka gazetesi, Muhammed'in iğrenç resimlerini yayımlamalı mıdır? Hayır. Diğer gazeteler de bu karikatürleri ard arda basmalı ve BBC, özgür ifadeden yana olduğunu ispatlamak için cezbedici bir şekilde yayınlamalı mıdır? Hayır! Çünkü burada mesele ifade özgürlüğü meselesi değildir.

    Bir gazete, dünyaya gözü kapalı; tepkilere karşı ise, kulağı sağır bir manastır değildir. Gazetede basılan her satır, yazarlarının ve gazete yönetiminin (editörlerin) görüşlerini yansıtır. Gazeteler, saldırı ile saygı, beğeni ile zevksizlik ve keyfîlik arasındaki dengeyi özenle gözetmek zorundadır. Kimin sesine izin vereceklerine, kimin sesine izin vermeyeceklerine karar verme hakkına sahiptirler. Gazeteler, yasalara, ortak değerlerle ve okuyucuların sağduyularına saygıyı eksene alarak yayın yaparlar. Gerisi, "kurmaca"dır (editing).

    İngilizler din karşısında katı tutum takınmalarına rağmen, İngiltere'deki hiçbir gazete, bombalar atan İsa Mesih'in resimlerini ya da Yahudi Soykırımı'nı makaraya saran haberleri yayınlamaz. Eğer aile fertleri görmemiş ve izin vermemişse kişilerin özel hayatları gazetelere yansıtılmaz. Özel hayata ve bireysel onura saygı duyulur. Bütün bunlar okuyucu tarafından bilinmese bile, bu kurallara uymaya özen gösterilir. Gazeteci, yönetici sıfatını bile taşısa, hazırladığı gazetenin her bir sayfası oto-sansürden geçirilir.

    Danimarkalıların sözkonusu karikatürleri yayınlamakla sansür [dolayısıyla ifade özgürlüğü-YK] meselesine dikkat çektiklerini söylemeleri saçmadır. Bu karikatürler, rencide edicidir ve iğrençtir. Yapılması gereken en iyi şey, bu karikatürlerden ötürü özür dilemek ve çeneyi kapamaktır.

    IRKÇI BİR PROVOKASYON

    Danimarkalı gazetecilerin, ifade özgürlüğü adına bu karikatürleri yayımlayarak "Avrupa ölçeğinde bir dayanışma" talebinde bulunmaları ve bu karikatürlerden rahatsız olan Müslümanları, "bütün bir Batı dünyasıyla sorunlu olan fundamentalistler" diyerek yaftalamaları ve rencide etmeleri, ırkçı bir provokasyondur. İnsanların şiddete başvurup başvurmayacaklarını test etmek için suratlarına yumruk atamayız. Dine hakaret ederek Avrupalı olduğumuzu ispatlamaya kalkışamayız.

    Pekçok kişi, çokkültürlülük balonunun ırk meselesinden çok din meselesinde patladığını görünce şaşırıp kalıyor. İslâm dünyasından gelen göçmenler, Avrupa'ya genellikle iş ve güvenlik kaygısıyla geliyorlar. Bu göçmenler, Avrupa'ya gelmelerinin bedelini, ırk ayırımcılığına ve kültürel tahakküm sorunlarına maruz kalarak ödüyorlar. Ne yazık ki, Avrupalıların kahir ekseriyeti, bu tahakkümü normal bir şey olarak kabul ediyorlar.

    BATILI GÖZLÜKLER

    Müslümanlar, Avrupa'da yaşamanın, dinlerinin alaya alınmasını hoşgörüyle karşılamalarını ve Ortadoğu'daki dindaşlarının karıştıkları şiddet olaylarının suçunu ve yükünü yüklenmeleri gerektiğini ve gerektirdiğini düşünmüyor ve beklemiyorlardı. İslâm, kadîm ve onurlu bir dindir. Tıpkı Hıristiyanlık gibi, İslâm'ın öğretisi de, farklı şekillerde yorumlanabilmekte ve kötü amaçlara hizmet için kullanılabilmektedir. Ancak İslâm, esas itibariyle, sade, incelikli, barışı ve arınmayı eksene alan bir dindir. Bu sadeliğin ve arınmanın bir boyutu, soyut bir akideye [her tür putlaştırmayı ortadan kaldıran tevhîd akidesine-YK] dayanmasından; diğer boyutu da, dînî figürlerin ve sembollerin soyutlaştırılarak tahayyül edilmesinden ve kavranmasından kaynaklanır.

    Danimarkalı ve diğer Avrupalı gazetecilerin, Allah'ı insan suretinde, Muhammet peygamberi de bir terörist olarak resmederek yayımlamanın, bütün Müslümanları öfkelendireceğini ve ayağa kaldıracağını bilmeleri gerekirdi. Böylesi bir şakanın [karikatürün] Batı hayat tarzına [dünya görüşüne-YK] uygun olduğunu düşünerek bunları yayımlamaya kalkışmak tastamam aptallıktır. Dahası, amaç ve niyeti bakımından da vahşîce bir şeydir. Ortaya çıkan şeye bakınca başka türlü düşünmek zordur. Bir Batılı için normalmiş gibi görünen bir şeyin, Müslüman için akideyi hiçe sayan anormal bir şey olarak görülmesinden daha doğal bir şey olamaz.

    KÜRESELLEŞME, DÎNÎ HASSASİYETLERİ AŞINDIRDI

    Küreselleşmenin yol açtığı kötülüklerden en fazla zararı din görmüş; sonuçta dinî hassasiyetler aşındırılmıştır. Bir gün Bağdat Havaalanı'nda, Amerikalı bir askerin "pis" köpeğini kadıncağızın yanında taşıdığı Kur'ân'ın üzerine oturtması üzerine zavallı kadıncağızın nasıl çığlık atarcasına bağırdığını hiç unutamam. Amerikalı askerin "İsa aşkına, lütfen çeneni kapar mısın?" diye çıkışması üzerine Iraklı kadıncağızın bu kez Amerikalı askerin yaptığı işi savunmak için İsa'nın adını ağzına almasına nasıl öfkelendiğini bugün gibi hatırlıyorum.

    Aynı şekilde, bir Amerikalı ya da İngiliz askerin güvenlik amacıyla devriye gezerken gece vakti bir eve, özellikle de kadınların bulunduğu odalara zorla girmesi, normalmiş gibi görünebilir bize. Ama bir Arap için, bu, son derece iğrenç ve ahlâksızca bir davranıştır.

    Bütün bunların Müslümalarda yol açtığı öfkeyi, bir Batılı'nın tam olarak anlayabilmesi zordur. Sorun, Müslümanların bizim anladığımız anlamda ifade özgürlüğüne saygı duymasını öğrenip öğrenemeyecekleri meselesi değildir. Asıl sorun, bizim, değerleri ve inançları bizden çok farklı olan insanlarla barış içinde yaşayabileceğimiz bir dünyanın kurulmasını isteyip istemediğimiz meselesidir.

    SİYASET, MEDYA VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

    İfade özgürlüğü ile başkalarının duygularına [ve inançlarına-YK] saygı arasındaki geleneksel dengeyi koruyabilmek artık gittikçe zorlaşmaktadır. Sonuçta ortaya çıkan kargaşa ve alt üst oluş, göçmenlere ve bize yabancı olan kültürlere saldırma ya da onları ülkeden sürme hakkı şeklindeki bir propagandayı beslemekten başka bir işe yaramıyor. Oysa bu, kendilerine yönelik eleştirilerde gördüğümüz gibi, hükümetlerin, ifade özgürlüğünü sınırlandırma iştihalarını kabartıyor yalnızca.

    Geçen hafta, Peygamber'in karikatürlerinin yayınlanması dolayısıyla bazı Müslüman liderler, bu karikatürlerin yayınlandığı ülkelerin hükümetlerinden Müslümanlardan özür dilemelerini ve bunların yayınlanmasının yasaklanmasını talep ettiler. Bu, İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw'un haklı olarak reddettiği bir talepti. Çünkü böylesi bir talep, bu karikatürlerin yayınlanmasına bir anlamda hükümetlerin izin verdiğini, dolayısıyla hükümetlerin bu işi durdurması gerektiğini varsayıyor. Oysa bu bir "tuzak"tır. Pekçok hükümet, bu tuzağa kolaylıkla düşebiliyor ve özür dilemek zorunda kaldıkları işleri kontrol etmenin, kontrol altına almanın yollarını araştırmaya kalkışıyor.

    Bütün özdenetim düzenlemelerinin barındırdığı tehlike, apaçık ortadadır. Eğer önemli kurumlar, -ki burada basın- öz-denetim yoluna gitmezse, onların yerine ve adına hükümetler böylesi bir işi üstlenecektir. Bir dinî inanca kötülükler atfetmek, o dinin müntesiplerini rencide etmenin emin bir yoludur. Ama böyle bir şeyi yasaklamaksa, politikacıların azınlıkların lehine hareket etmelerinin ve sonuçta otoriter eğilimlerini güçlendirmelerinin emin bir yoludur.

    MEDYA VE ÖZDENETİM

    Tıpkı zevk ve beğeninin sınırlarını hiçe saymak, nasıl sanat konusundaki tartışmaların konusuysa, hasmına saldırmak da, uzunca bir zamandır medyadaki tartışmaların konusudur. Dolayısıyla bütün bu tartışmalar hukûkî ve ahlâkî ilkeler çerçevesinde yürütülür, yürütülmek zorundadır. Bunlar, hak arama, doğru haber, cevap hakkı ve ırkî nefreti kışkırtmama gibi ilkelerdir. Ama bunların hiç biri mutlak değildir. Çünkü bunlar, iktidardakilerin kararlarına göre değişir. Çünkü bunlar demokratik ilkelere ve başkalarının duygularına hoşgörüyle yaklaşma ilkesine dayanır. Bu gerçek, Lord Clark'ın [özellikle BBC'deki özgün sanat tarihi programlarıyla tanınan ve sonradan lordluk unvanı verilen İngiliz sanat tarihçisi Kenneth Clark'ın] medeniyetin tanımlayıcı ögesini incelik / nezaket olarak tarif etmesiyle çok iyi ifade edilmiştir.

    Geçtiğimiz hafta, dünya, Avrupa'daki aptal ve antik birkaç gazetecinin ifade özgürlüğü adına gerçekleştirdikleri talihsiz girişimle çalkalandı. Oysa ifade özgürlüğünü savunmanın en iyi yolu, ifade özgürlüğü kavramının aşırılıklarını kontrol etmek ve inceliklerine saygı duymaktan geçiyor.
    Simon Jenkins, Londra'daki The Times gazetesinin eski genel yayın yönetmenidir. Jenkins'in bu makalesi, The Sunday Times gazetesinin 5 Şubat 2006 tarihli nüshasından çevrildi.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi