T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 14 TEMMUZ 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
Ali Murat GÜVEN

Atatürk, Yunanlılara bu kadar bayılmanıza ne derdi acaba?

"Kurtuluş Savaşı" denilince aklıma gelen ilk imgelerden biri de Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, henüz küçücük bir çocukken okuduğum kısa ama oldukça hüzünlü bir öyküsüdür. "Teslim! Teslim!" adlı bu öykü, işgal yılları sırasında Ege'de bir yerlerde, evinin samanlığına saklanmış olan bir kız çocuğunun köyünü işgal eden Yunan askerlerini gördüğündeki o yürek burucu tepkisiyle sona erer. Küçük kız, vaktiyle çevresindeki büyüklerden "Teslim" sözcüğünü öğrenmiştir; o sözün kendisini koruyacağına yönelik sarsılmaz bir inançla samanlıktan çıkar ve "Teslim! Teslim!" diye bağırarak düşman askerlerine doğru yürür. Çocuk kahramanımızın cılız ve narin bedeni kanlar içinde yere yuvarlandığında, bu sözün ancak "anlayan" için bir anlam ifade ettiğini de bize gözlerimizi yaşartarak hatırlatır Karaosmanoğlu...

Geçtiğimiz günlerde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde Çankaya Köşkü'nde beslediği bir köpeğe "Trikopis" adını verdiği ortaya çıktı ve tanınmış bir yazar Radikal gazetesindeki köşesinde Gazi'nin bu davranışını "garipsediğine" dair bir yazı kaleme aldı.

Atatürk'ün nerede "ödünsüz bir barış savunucusu", nerede "ülkesinin düşmanlarına karşı öfkesini ilelebet zinde tutan bir yurtsever" olduğunu yeterince doğru kavradığına inanan biri olarak, ben ise asıl bu garipsemeyi garipsedim. İngiliz tayfalarının mühimmat indirdikleri gemilere dişlerini gıcırdatarak bakarken "Geldikleri gibi giderler" diyen bir Osmanlı Paşası olarak, onun Anadolu'nun dört bir tarafını yakıp yıkan, kadınların ırzına geçen, çocukların bedenlerinin üstüste yığıldığı ceset dağları oluşturan Yunan birlikleri hakkında ne düşünmesini bekliyordunuz ki saygıdeğer beyler? Trablusgarp'tan Sina'ya Gelibolu'dan Büyük Taarruz'a kadar o savaştı, binlerce parçalanmış Türk'ün cesedini onun gözleri gördü. Dolayısıyla, bırakın da "düşman" sözcüğünün ne anlama geldiğini sizden daha iyi bilsin. Görüşlerini hemen her konuda tartışılmaz kabul ettiğiniz bir liderin, ülkesini işgal etmek isteyen hırslı bir komutana duyduğu derin öfke söz konusu olduğunda neden kıvırıp geri adım atıyorsunuz?

Köpeğine "Trikopis" adını veren, 15 yıllık cumhurbaşkanlığı süresince hiç bir düşmanının ayağına gitmeyen ve hepsini kendi ayağına getirten Atatürk, şu anda yaşıyor olsaydı, hiç kuşkusuz ki son yıllarda "Türk kızını seven Yunanlı genç" ya da "Kurtuluş Savaşı sırasında hiç bir kabahati olmamasına rağmen savaş ortamında sıkıp kalan sevimli Yunanlılar"a ilişkin televizyon ve sinema dizilerini izlediği takdirde, beslediği diğer köpeklerine de inadına çok daha başka isimler verirdi. Ki bu isimler arasında, Yunanlılara yalakalık yapmaya pek bir meraklı bazı Türk sinemacılarının isimlerinin olacağı da kesin...

Kadim bir düşmana yönelik barışçıl yaklaşımlar, ancak ve ancak muhatabın da aynı dili kullanması durumunda anlam kazanabilen adımlardır. Tıpkı, 2000'lerde -seve seve ya da sevmeye sevmeye- Türkiye ile ilişkilerinde yeni bir diplomatik dil geliştiren Suriye Devleti'nde olduğu gibi. Yoksa, karşınızdaki siz ona zeytin dalı uzattıkça öküz trene bakar gibi bakıyorsa, bu tutumun adı Atatürk'ün jargonuyla "gaflet, dalâlet ve hıyanet" olur.

Şimdi de muhatabımıza dönüp, onu biraz daha yakından inceleyelim...

Yunanistan, AB üyeleri arasında ve bütün bir Avrupa'da, başkentinde cami bulunmayan tek ülkedir. Bu durum, 2004 yaz olimpiyatları sırasında öylesine ciddi bir soruna dönüştü ki İslâm ülkeleri sporcularının şikayetlerinden bunalan Atina Belediyesi, yakın zamanda "şehrin dışında" bir cami yapacağına dair taahhütte bulunmak zorunda kaldı. Ama aradan iki yıl geçmesine karşın, ortada henüz laftan başka bir şey yok. Bir de İstanbul'a (ayrıca Anadolu'nun Hıristiyan yurttaşların yaşadığı diğer kentlerine) dönüp bir bakın bakalım, kaç adet kilise göreceksiniz.

Aynı Yunanistan, kültürel simgelerin kaynakları konusunda da son derece saygısız ve pervasızdır. Bu tavırlarını da -Anadolu'da sahiplenmedikleri hiç bir şey bırakmadıkları gibi- 2004 olimpiyatlarının açılışı sırasında "Hacivat ve Karagöz"ü dünyaya "Yunan ulusal gölge oyunu karakterleri" olarak sunmaya kadar götürmüşlerdir. Adları bile Türk olan bu iki masalsı adamı "Karagosi" ve "Hacivati" falan diye eğip bükerek tarih bilimi karşısında komik duruma düşmelerini hiç mi hiç dert etmezler; onlar için önemli olan tek şey "Türklere gol atmak"tır. Tıpkı "Geceyarısı Ekspresi"nden bu yana, Türkler aleyhine öğeler içeren hemen her filme ev sahipliği yaptıkları ve finansal destek sağladıkları gibi...

Bunların -sivil, asker, polis, sporcu, sanatçı ya da politikacı- dilini kesseniz, yine de sözlü ya da yazılı bir hitapta hiç birine "İstanbul" dedirtemezsiniz; ama üzerinde "Selanik" yazan gariban bir Türk köylüsünün mektubunu, "Yunanistan'da Selanik adlı bir şehir yoktur. Thessaloniki yazıp yeniden gönderin" diyerek iade edecek kadar da isim konusunda faşisttirler. O Selanik ki Atatürk'ün doğup büyüdüğü, ancak sonradan kendisi için "yabancı bir ülke"ye dönüşen memleketidir.

Türklere yönelik yoğun alerji ve antipati, bunların çektikleri televizyon dizileri ve sinema filmlerine de aynen yansır. Bir kere, kendileri "erkek millet"tir ya, senaryolarında hep Türk kızları Yunanlı çocuklara âşık olur. Ama kötü kalpli Müslümanlar bu aşkı engellemekte hiç gecikmezler. Eğer ki kazara bunun tersini yaparlarsa, bu kez de Yunanlı kızları seven Türk karakterler öyle pek matah tipler olarak sunulmazlar. Sözgelimi, şu sıralarda gösterime giren yeni bir dizideki Türk aşık tam bir gözü dönmüş psikopat portresi çiziyor.

Batı Trakyalı bir arkadaşım, "Yunan gencinin Türk kızına aşık olduğu" melodram tarzı dizileri Yunanistan'da yalnızca Yunanlıların izlediğini, batı Trakya'da bir tek Allah'ın kulunun bu diziler başladığında televizyonlarının karşısına geçmediğini söylemişti. Camiye girip çıkarken bile ajanların aralarından yürümek zorunda kalan, Türkiye'den aldıkları diplomaların denkliği kabul edilmeyen, kendilerini "Türk asıllı" diye nitelendirmeleri bile yasaklanmış bir cemaat olarak, onlar böyle ucuz duygusallık gösterilerini bizden çok daha lâyıkıyla değerlendirmekteler hiç kuşkusuz...

Karşı kıyıda bunlar olup biterken, Türkiye ekranları ise 2000'lerin başlarından bu yana "Yunan yalakası" dizilerle dolup taşıyor. Aynı şekilde, bu akımın sinemadaki uzantıları ise "Zavallı Karadenizli Pontuslar, vaktiyle onları ne kadar da kötü kesmişiz" diye ağlaşan projeler... Yaşadıkları toprakların Yunan birlikleri tarafından işgal edilmesine Türklerle birlikte ağlayan, bağımsızlığa ise Türklerle birlikte sevinen, kırık ama sevimli aksanlı, pamuk helva kıvamında Rum karakterlerden geçilmiyor bu hastalıklı Kurtuluş Savaşı dizileri. Sanırsınız ki 19. yüzyıldan yirmi yüzyıl başlarına kadar onca etnik ihanetle Osmanlı değil Mozambikliler uğraştı! O kadar Müslüman kanı da hayâlî bir ülkede döküldü!

Yunanlılar, Türkiye'de çekilen böyle dizilere ve filmlere bayılıyor doğal olarak; kısa süre önce "üzerinde çokça çalışılması gereken uluslararası bir dâvâ" kabul edip -tıpkı Ermeni soykırımı gibi- yaygınlaştırma kararı aldıkları "Pontus olayı"nın bizzat Türkler eliyle filmleştirilmesi komşularımızın ekmeğine katmerli cinsten yağ sürüyor. Adamlar, yarın öbür gün, uluslararası bir mahkemede bu tür film ve dizileri kanıt olarak rahatça masaya koyabilir; "Türkiye'nin aydın tabakası bile Karadeniz'de olup biten her şeyi deklare ediyor, o halde Türk hükûmetinin bu çırpınışları niye?" diye sorabilir. O zaman da Dışişleri Bakanlığı avukatlarımızın başlarının önlerine eğilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Tebâsının ihanetine uğrayıp dört bir tarafından kuşatılmış can çekişen bir devletin, kendisini savunmak için verdiği her türlü silahlı mücadele ve sürgün kararı, uluslararası savaş hukukuna göre yasaldır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de ister Rum, ister Ermeni, isterse de başka bir etnik grup olsun, yakın tarihte bütün isyancı unsurlara karşı verilen silahlı çatışmalar ve bunların sonuçlarını bu bağlamda savunmaya mecbur ve mahkûmdur. Bu konudaki inisiyatif -cumhurbaşkanı ve başbakan da dahil- hiç kimsenin kişisel tercihine bırakılamaz; yapılacak uluslararası savunmanın yönünü ve içeriğini 1910-1923 arası dönemde verilmiş olan yarım milyon Müslüman kayıp çoktan belirlemiştir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenler varsa, İsrail'in bugünlerde bir tek rehin askeri için Filistin topraklarında yaptığı eylemlere başvurabilirler.

Son olarak, basit bir araştırma konusu veriyorum bu "Yunan yalakaları"na... İnceleyin bakalım; Yunan sinemacılık ve televizyonculuk tarihinde, Kurtuluş Savaşı'nda ya da 1960-1974 arası dönemde Kıbrıs adasında Türkleri nasıl kestiklerini ve toplu mezarlara nasıl gömdüklerini anlatan bir tek dizi film ya da sinema film yapılmış mı? Bu içerikte olup da devletinden çekim desteği almış bir tek proje var mı?

Ben sizi istediğiniz kadar beklerim. Rahat olun, iyice araştırın, ama bilin ki yıllarca araştırsanız da hiç bir örnek bulamayacaksınız. Sinema-TV sektöründeki bu yabancılaşma, bu aşağılık kompleksi, bu özgüven eksikliği ve yurduna karşı bu iflah olmaz nefret, yalnızca Türkiye'ye özgü bir hastalıktır çünkü...

Bodrum Müzesi'ndeki uyduruk bir duvar yazısı sahte olduğu tespit edilip uzmanlar kararıyla silinirken bile âzami düzeyde laik ve Atatürkçü olmayı, dahası böylesine ilgisiz bir durumdan vazife çıkarmayı pek iyi biliyorsunuz; o halde "Atatürk'ün köpeği"nin adından da bazı vazifeler çıkarmayı denesenize...


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi