T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 12 TEMMUZ 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Cumhurbaşkanı, kim/in olsun?

Uzlaşı dogması, kaybedenlerin ve kazanma ümidi olmayanların çıkış noktası haline gelmiştir. Doğal olarak kaybedenlerin uzlaşmaktan başka çaresi olamaz

  • DOÇ DR. GÖKHAN BACIK(*)
    Halihazırdaki Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin dolmasına çok da uzun bir süre kalmadığı için, yerine kimin seçileceğinin şimdiden tartışılması ve hatta mümkünse belirlenmesi son derece doğal bir durumdur.

    Bütün gelişmiş dünyada izlenen yöntem, devlet başkanı olarak seçilecek kişinin en az birkaç ay öncesinden resmen kesinleştirilmesi yöntemidir. Sözgelişi, Amerikan sistemi bu açıdan oldukça ilginç ve yararlı bir örnektir. Mevcut devlet başkanının görev süresi dolmadan yaklaşık üç ay önce yeni devlet başkanının seçilmesi, fiilen işinin başına geçinceye kadar hem projelerini geliştirmesi, hem de ekibini iyi seçebilmesi ve oluşturabilmesi açısından dikkate değer bir uygulamadır. Benzer bir sistemin veya uygulamanın Türkiye'ye de uyarlanması, hem tuhaf gerilimlere yol açan, ülke idaresine, özellikle de ekonominin idaresine son derece olumsuz yansımaları olan gereksiz polemikleri ve tartışmaları ortadan kaldırabilir.

    UZLAŞMAMAKTA UZLAŞMAK!

    Ancak doğal olmayan şöyle ya da böyle ülkenin en çok toplumsal desteğine sahip bir partinin liderinin isminin aday olarak dahi telaffuz edilemez hâle gelmesidir. Bugün AK Parti'nin yakın çevresindekiler bile Tayyip Erdoğan'ın adaylığını gönül rahatlığı ile ifade edemez hale gelmiştir. Seçimlerde %1 oy almış bir partinin belediye başkanının adaylığı son derece gerçek dışı ve komik bir mantıkla büyük bir proje olarak öne sürülürken, Erdoğan'ın adaylığı düşüncesinin çevresi kriz, istikrarsızlık gibi kavramlarla çevrilmiştir.

    Oysa demokrasi teorisi açısından temel ilke en çok toplumsal desteğe sahip olanın en güçlü yerde olmasıdır. Demokrasinin bunun dışında önem vereceği sözgelimi meşruiyet, türlü ideolojik değerlendirmeler ya da başka hassasiyetler gibi kavramların varlığı dahi düşünülemez. Demokratik yapı içinde çoğunluk ilkesinden başka bir arayış bir tür üstü kapalı monarşizm anlamına gelir. Demokrasinin tanıdığı yegane meşruiyet sayısal çoğunluktur. Bütün bunlar göz önüne alındığında, halihazırdaki Anayasa'nın çerçevesi içinde en önemli makam olarak ortaya çıkan Cumhurbaşkanlığı için en uygun aday -hemen yukarıda özetlenen demokrasi teorisi bağlamında- en çok desteğe sahip olan olmalıdır. Bunun dışındaki arayışlar, uzun dönemde hem demokrasi, hem de cumhuriyet için büyük sakıncalar doğuracaktır.

    Bir kere çeşitli bürokratik çevrelerde dillendirilen "uzlaşı ile seçilmelidir" düşüncesi demokrasinin doğası ile uyuşmamaktadır. Uyuşmamaktadır çünkü burada uzlaşıdan kastedilen, çoğunluğun destek verdiği uzlaştığı bir kişi üzerinde uzlaşmamak durumudur. Halkın desteği sonucunda ortaya çıkan bir uzlaşmadan değil, bürokrasinin, seçkinlerin uzlaştığı bir uzlaşmadan sözediyoruz. Bunun adı uzlaşma değil, uzlaşıyormuş görüntüsü vererek, halk tarafından değil bürokratlarca istenilen, uygun görülen tipte kişinin dayatılmasıdır. Oysa bu uzlaşma değil, tam tersine halkın uzlaştığı isimde veya yaptığı tercihte uzlaşmamakta uzlaşmadır.

    Oysa gerçek anlamda uzlaşmak, erdemdir. Uzlaşı bir zorlama olarak çoğunluk ilkesinin önünü tıkayan bir dogma haline gelemez. Uzlaşı bir kere çoğunluk sağlamanın mümkün olmadığı zamanlarda başvurulan bir yöntemdir. Zaten toplumsal tercihlerin belirlediği bir çoğunluk varsa, ilave uzlaşı çabaları anlamını yitirir.

    DEMOKRASİDE KAYBEDEN HALK OLAMAZ

    Seçim yapmak kavram olarak evrensel olarak hep aynı duruma işaret eder. Uzlaşmak gibi olumlu bir değer ile süslenmiş halde dayatılan seçenek artık demode olmuş geçen yüzyılın kooperatifçi, bireyi reddeden toplumcu görüşüdür. Halbuki demokraside her zaman bir kaybeden olmalıdır. Sağlıklı bir demokrasi halkı ikna edemeyenlerin, onların güvenini kazanamayanların kaybettiği ve bir manada cezalandırıldığı bir düzendir.

    Kaybedenlerin, halkın güvenini kazanamayanların her şeye rağmen iyi olsun diye bir uzlaşı dogması ile ödüllendirilmesi demokrasinin tam zıddı bir durumdur. Aynı yanlış düşünce Türkiye'de dayatılmakta, seçimlerde %1 oy alamamış partiler Cumhurbaşkanı adayları açıklamaktadır.

    Dahası uzlaşı dogması, kaybedenlerin ve kazanma ümidi olmayanların çıkış noktası haline gelmiştir. Doğal olarak kaybedenlerin uzlaşmaktan başka çaresi olamaz. Kuramsal olarak kaybedenin uzlaşmak istemesi doğaldır. En çabuk uzlaşan, kaybedendir. Ne var ki, usulüne uygun seçimle halkın desteğini kazanmış tarafın uzlaşması elbette daha zordur. Bu demokrasinin doğası gereğidir.

    Nihayet, uzlaşı, sürece ait bir durumdur. Son tahlilde demokrasi sayısal çoğunluğun aranmasıdır. Bir diğer çelişki olarak uzlaşının sınırları ne/rede/dir? O zaman sadece Cumhurbaşkanı değil, neden belediye başkanları, başbakanlar velhasıl bütün makamlar uzlaşı ile seçilmiyor? Aslında uzlaşı düşüncesine bir nimet gibi sarılanlar aslında çok bilinen bir Üçüncü Dünya mitine sarılmaktan başka bir şey yapmıyor. Kendilerini demokratik olmamakla suçlayan Batılılar karşısında geri kalmış ülke liderleri geçen yüzyıldan beri aynı şeyi söylemektedir: "Bizler uzlaşı ile seçildik."

    DAYATMA MI, UZLAŞMA MI?

    Oysa sağlıklı bir demokrasi, kaybedenlerin olduğu bir düzendir. Uzlaşı miti, herkesi mutlu etmek gibi gerçek dışı bir amaç demokrasi teorisi ile taban tabana çelişmektedir.

    Uzlaşı mitinin arkasına saklanan kaybedenlere, bu kez pratikte olup bitenler açısından sorulması lazım gelen bir soru daha var: Halkın desteğini kaybetmiş bu gruplar sayısal olarak azınlık olmalarına rağmen böyle bir makama seçilme konusunda hak iddia etmektedirler. Peki aynı uzlaşı kültürünü, daha pek çok bağımsız bürokratik yapının oluşmasında neden söz konusu etmemektedirler? Acaba cumhurbaşkanlığı gibi son derece önemli bir konuda AK Parti'den uzlaşı isteyenler başka pek çok konuda bu kitleye karşı ne kadar müsamahalı olmuşlardır?

    Bugün neredeyse "Tayyip Erdoğan aday olabilir" demek eleştirilir hale gelmiştir. Tayyip Erdoğan, siyasal ve sayısal olarak Türkiye'de toplumsal desteğe en fazla sahip kişidir. Demokrasi teorisi açısından Türkiye'de yerleşik bir istikrar ve meşruiyet için onun Cumhurbaşkanlığını en doğru tercih olarak görmek gerekmektedir.

    Geçen genel seçimlerde Tayyip Erdoğan'ı Meclis dışında tutanlar, bir süre sonra neden oldukları doğal olmayan tuhaf durumu hatırlamalıdırlar. Meclis'e girmesine izin verilmeyen Erdoğan, fiilen ülke yönetiminin bir numaralı ismi haline gelmiştir. Başta AB liderleri olmak üzere uluslararası liderler, kendisini muhatap olarak görmüşlerdir. Nitekim bu hata, kısa sürede anlaşılmış ve giderilmiş, bir erken seçim yoluyla doğallaşma sağlanmıştır. Politik alanda Erdoğan gibi -kendisi aday olmayı kabul ettiği sürece- toplumsal desteği olan birisinin olduğu yerde başka birinin seçilmesi Cumhurbaşkanlığı makamını ancak daha güvensiz bir yer haline getirir. Bugün hem demokrasinin hem cumhuriyetin istikrarı için gerçekten en güçlü liderin Çankaya'ya seçilmesi bir zarurettir. Başka mülahazalar ve vehimlerle ülkenin siyasal olarak tartışmasız en güçlü ismini buradan uzak tutmak kesinlikle daha derin sorunlara yol açacaktır.

    KRİZ ÇIKAR/I/CILAR'IN/IN ŞANTAJI

    Öte yandan Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı ihtimalini büyük bir kriz olarak sunanlar sadece sayısal bir azınlıktır. Bütün siyasal partilerin baraj korkusu ile türlü ittifak ihtimallerinin peşinde koştuğu bir durumda toplumun, Erdoğan'ın adaylığını bir kriz olarak göreceği sadece bir vehimden ibarettir.

    Ayrıca demokrasi konusunda bazı çe-kinceleri olan çevreler, değişmekte olan şartlara göre kendilerini değiştirmekte ve zamana uygun enstrümanlar kullanmaktadır. Bugün demokrasi karşıtı blok medyatik ve ekonomik enstrümanları yoğun biçimde kullanmaktadır. En ilginç olanı ise bu küçük grubun Erdoğan'ın adaylığı ihtimaline karşı sürekli olarak elindeki ekonomik enstrümanları kullanma şantajıdır. Siyasal güven kaybının ekonomik maliyet doğuracağını diline dolayan bu grup, esasen toplumsal desteğe rağmen, asıl kendileri çoğunluğu kabul etmeyenler olarak sorunların kaynağıdır. Sayısal olarak azınlık oldukları halde çıkardıkları gürültü ile Türk ekonomisinin dışa karşı kırılganlığını arttıranlar da bu grubun mensuplarıdır.

    Ancak bu marjinal grubun sunduğu "Erdoğan'ın adaylığı=kriz" senaryosu hiçbir şekilde doğru değildir. Tam aksine Erdoğan'ın arkasındaki güçlü toplumsal desteği ihmal ederek başka ihtimalleri gerçekleştirmek uzun vadede büyük istikrarsızlıklara ve krizlere yol açacaktır.

    Siyaset doğal seyrinde cereyan etmek zorundadır. Doğal olarak olması lazım geleni engellemek daha büyük sorunların doğmasından başka bir şey demek değildir. Türk demokrasisi en baştan beri doğal olmayan müdahalelerin ve projelerin yüzünden bugünkü hastalıklı durumundadır. Cumhurbaşkanlığı gibi son derece önemli ve sembolik bir makamı ilgilendiren görev değişimini doğal olmayan yollarla belirlemek, demokrasinin patolojik yapısını devam ettirmek ve arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Tayyip Erdoğan aday olabilir ya da olmayabilir. Erdoğan'ın nasıl bir cumhurbaşkanlığı göstereceği de başarı ve başarısızlık açısından şimdiden kestirilemez. Ancak kuramsal tutarlılık açısından siyasi hayatın en güçlü isminin adaylığının bir tabu haline getirilmesi yanlıştır. Türkiye'deki siyasal yapının güç ilişkileri açısından en önemli yerde en güçlü kişinin olması doğal olandır.

    Tayyip Erdoğan bölünmüş siyasal yapı içinde üzerindeki bütün tartışmalara rağmen toplumsal anlamda en güçlü siyasi olarak Cumhurbaşkanı adayı olarak ilk düşünülmesi gereken kişidir. Bunun dışındaki bütün alternatifler yapay olmaktan kurtulamayacak ve siyasal yapı içinde bölünmüş güç odakları ortaya çıkaracaktır. Yüzde 1 oy almış partilerin belediye başkanlarının aday olarak sunulduğu ancak Erdoğan'ın adaylığının ise kriz olarak algılanması toplumsal karşılığı olmayan bir durumdur. Siyasetin en güçlü ismi en önemli yerde olmalıdır. Türkiye'nin geçmişinde bugün ismi dahi hatırlanmayan başbakanların olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.

    (*) Fatih Üniversitesi

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi