T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

İhsan DENİZ

Birer birer çekiliyor güneşler!

Kefenini ve gerekli malzemeleri 1955 yılında hazırlamış.. Yani tam 51 yıl önce, 50 yaşındayken hazırlık yapmış ölüme! Demek ki, 51 yıldır o günü beklemiş durmuş kefen bezi; dünyanın son örtüsü olarak o soğuk bedenine sarılmak ve bir süre de olsa kabrinde ona eşlik etmek için..

Gasilhanedeki mermer üzerinde öylece upuzun boyuyla kıpırdamadan yatan, iradesi elinden alındığı için gassala teslim olmaktan başka yapacağı hiçbir şey olmayan ve bu esnada dünyanın son suyuyla yıkanan dedemin yanında kaldığım yaklaşık 45 dakika boyunca yaşadıklarını ve kendisiyle ilgili hâtıralarımı düşündüm ister istemez. Neler, neler hatırlamadım ki?

Tam 101 yıl.. Buradan bakınca koskoca bir ömür.. Kendisine sorma şansımız olsa, hiç kuşkumuz olmasın, "Göz açıp kapayıncaya kadar geçti" derdi.. Peki, ne anladın, diye sorsaydık.. Muhtemelen, şu cevabı verirdi: "Hiçbir şey!" Ömür işte böyle bir şey! Aslında kısacık, bir ân gibi.. Gelip geçiyor.. Geldi ve geçti.. Hiçbir şey anlamadan, anlaşılmadan.. Ömrün, 'ölüm' olgusu karşısında varlığı nedir ki? Yok mesabesinde! Hiç gibi!..

"Hacı dedem" Ali Kılıç, tabir caizse feleğin çemberinden geçmiş, zira büyük yokluklar görmüş, türlü sıkıntılar çekmiş ve fakat çalışma azmi ve iradesiyle bütün bunların üstesinden gelmeyi başarmış biriydi. Geçtiğimiz hafta, 101 yıldır hiç durmadan çalışan 'büyük saat', onun için son kez gongunu vurdu ve durdu..

İstanbul büyük Fatih yangınında her şeyleri yanmış-yıkılmış. Küçük yaşından itibaren çalışmak zorunda kalmış. Çıraklık, hamallık yapmış.. Zaman içinde ticarete atılmış, İnegöl'de bir dükkân açmış, ağırlıklı olarak kestane işiyle meşgul olmuş. Mersin'e mal satmış.. Ve günün birinde İnegöl'ün sayılı zenginleri arasına girmeyi başarmış. İnegöl'de bisiklete ilk o binmiş.. Eşraftan sayılır olmuş..

İş konusunda titiz bir insandı dedem. Çook yokluk gördüğünden olacak, har vurup harman savurmazdı. İktisada riayet ederdi, tutumluydu. Bu hususta, onun kayıtlara geçecek sözü şuydu: "Parayı bağlamak, deliyi bağlamaktan zordur!".. Hatta, tutumluluğunu bazen aşırı noktalara vardırır, salataya limon sıkan ev sakinlerine, "Sirke, ananıza mı sövdü?" şeklindeki lâtifelerle çıkışırdı..

Torunlarına, torunlarının çocuklarına daima dinî sualler sorar, 32 ve 52 Farz'ı saydırır, namazın farzları, vacipleri, sünnetleri hususunda onları yoklardı..

Gündelik yaşama biçimi, sıkı prensiplere bağlıydı. Örneğin, her gün sabah namazına camiye gider, kahvaltısını saat 07 sularında yapar, camide kıldığı öğle namazı ertesinde evinde yemeğini yer, akşam namazından sonra da akşam yemeğine otururdu. Örneğin, benim gibi fazla yemezdi. Erken yatar, erken kalkardı. Yürümeyi severdi. 1.90'ın üzerindeki boyuyla ince, dimdik, tığ gibi bir adamdı. Vefatına kadar sağlıklı yaşadı. Anneannemi kaybettikten sonra da kendi işini kendi gördü.

Çocukluğumun yaz tatillerinde geldiğimiz İnegöl'de, bir süre "hacı dedem"lerde de kalırdık. Şimdi yerinde yeller esen iki katlı ahşap evlerinin büyük bahçesinde oynadığımız oyunları, bazı geceler evin ikinci katından yan taraftaki okulun bahçesinde seyrettiğimiz düğünleri, asmalardan kopararak yediğimiz üzüm salkımlarını, tavuklara yem verişlerimizi... unutmam mümkün değil.. O ev, dinî bayramlarda daha da şenlikli olur, biz torunlar bir araya gelerek, kendi çapımızda hayatın tadını çıkarırdık. Anne tarafım, artık daha dağınık ve başsız.. Zira, ilk jenerasyonun son üyesi de terk-i diyar eyledi.. Allah rahmet eylesin.. Amin...

Hayat hükmünü icra ediyor! Yaşlar ilerliyor ve zaman, hayatımızda kolay doldurulamayacak, daha doğrusu hiçbir şekilde doldurulamayacak kimi boşluklar, kimi derin oyuklar, göçükler meydana getiriyor: Sevdiklerimiz, arkadaşlarımız, dostlarımız, aile üyelerimiz, akrabalarımız günü-saati gelince çekip gidiyor, yalnız ve kimsesiz bırakıyor bizi.

Geride kalanlara, biz henüz vakti gelmemişlere, biz vaktini bekleyenlere sevdiklerimizi 'saklamak' düşüyor! Evet, birer birer çekiliyor güneşler hayatımızdan!..

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi