T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
Yasin AKTAY

Abant, Ortadoğu ve petrol politikaları

Abant Platformu giderek kazanımları biriken, yerleşen bir kurumsal kimliğe bürünüyor. Bir platform olmanın anlamı yapılan her toplantı dolayısıyla somut muhtevasını buluyor. Katılımcılar böyle bir toplantıda nelerin başarılıp nelerin başarılamayacağı konusunda giderek daha mütevazı beklentiler içinde geliyorlar. İlk toplantılarda çok fazla öngörülemeyen sonuçları bu toplantılar gelenekselleştikçe ortaya çıkıyor. Farklı kesimlerden insanların bir araya gelerek tartışmaları, iki üç gün beraber geçirmeleri, her şeyden önce entelektüel planda içinde bulunduğumuz iletişimsizlikten kaynaklanan dağınıklığı ortaya çıkarıyor. Aynı alanlarda yıllardır çalıştığı halde birbirlerinin ismini duymamış insanların ilk kez bu tür ortamlarda tanışması çok ilginç. Bu habersizliği, bu iletişimsizliği gidermeye bir nebze katkıda bulunuyor Platform. Bunun toplantı ve tartışma kültürümüze çok önemli bir katkı sağladığı kesin. Bu sefer Mısır, İsrail, Lübnan ve İran'dan katılanlarla birlikte toplantı kriz bölgesinin önemli ülkelerine de temsil imkânı sunan bir uluslar arası hüviyet kazandı.

Toplantıda sunulan 12 tebliğin her biri tartışılacak bir çok tez içeriyordu. Burada sadece açılış oturumunda Enerji Bakanı Hilmi Güler'in Ortadoğu sorununun petrol ve doğal gazla ilişkisi boyutunu, Türkiye'nin enerji politikası bağlamında anlatan ufuk açıcı konuşmasına değinmek istiyorum. Doğrusu Güler'in konuşmasını izleyenlerin büyük çoğunluğu, şu âna kadar enerji alanında geçerli olan politikasızlık görüntüsünün giderek kaybolmaya yüz tuttuğunu heyecanla dinlediler.

Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının açılışının aslında devrim niteliğindeki önemi bugünlerde çok ehemmiyetsiz olayların manşetlerde gezmesi dolayısıyla resmen sabote edilmiş durumda. Zamanla Samsun-Ceyhan boru hattının da devreye girmesiyle hem Boğazlardaki güvenlik sorununun giderileceğinden hem de Türkiye'nin enerji koridoru niteliğinin güçlendirileceğinden söz etti Güler. Bu koridora bir de Azerbeycan'dan Avrupa'ya uzanan Nabucco hattının da eklenmesiyle asıl hedefin koridor olmaktan bir terminal olmaya doğru değişmeye doğru hızla kaydığını ifade etti.

2030 yılına kadar dünyanın petrol ihtiyacında iki katı bir artış beklenirken, doğal gaz ihtiyacında üç katı bir artış olması bekleniyor. Dolayısıyla geleceğin enerji kralı petrol değil doğal gaz. Dünya gaz rezervinin yüzde yetmişi Türkiye'nin doğusundayken, buna olan ihtiyacın yüzde yetmişi de Türkiye'nin batısında bulunuyor. Türkiye petrol veya doğal gaza kaynak olamadığından enerji politikasını tek seçeneği olan geçiş noktası olmayı en iyi şekilde değerlendirmeye dayandırmak durumundadır. Bunu da en iyi noktaya taşımasının yolu koridor olmakla da yetinmeyip bir enerji terminali olmaya doğru stratejiler geliştirmesidir. Türkiye son zamanlarda arayışlarını sadece enerjiye transit geçiş imkânı sağlayan pasif bir rolden öteye, aynı zamanda geçen petrolün işlenerek tekrar satıldığı, dolayısıyla geçen enerjiden maksimum kârın sağlanmasına yoğunlaştırmış bulunuyor. Güler'in anlattıklarının insanı heyecanlandırmaması imkânsızdı. Ancak Güler'in anlattıklarının Arap ülkelerine petrolün kadrini bilme doğrultusunda içerdiği zımnî mesajlar, Arap ülkelerinin politikalarında çok bağımsız ve özerk davranabildiklerini varsayıyor ki, bu çok tartışılır bir şey.

Doğrusu, Ortadoğu'nun birileri için bir sorunun adını oluşturması, ilk bakışta burada bir türlü istenen dikişin tutturulamamasıdır. Ancak giderek görülüyor ki buraların bir sorun alanı oluşturması dünyadaki bir ekonominin, bir uluslar arası siyasal düzenin dikişinin tutturulabilmesi için gerekli. Ünlü siyaset bilimci Timotyh Mitchell'in iddiaları (Birikim dergisi Sayı: 169) Ortadoğu'nun petrolden kaynaklı soruna bakışları değiştirecek nitelikte. Mitchell'e göre Ortadoğu sorunu petrol arzının azlığından değil, aksine petrolün fazlalığından kaynaklanıyor. Ortadoğu petrolünün gereğinden az miktarda arz edilmesi değil, çok miktarda arz edilme ihtimali sorun oluşturuyor. Çünkü dünya petrole dayalı bir ekonomiye alternatifini ikame etmeye henüz hazır değil. Alternatif enerji arayışlarına petrol lobilerinin engel olması bir yana, petrol rezervlerinden maksimum kâr sağlanması bu lobilerin en önemli stratejisidir. Bölgedeki çalkantıların, savaşların çoğu hem arzını belli bir sınırda tutarak petrolün devalüe olmasını engellemek, hem de petrole dayalı ekonominin ömrünü uzatmak gibi bir stratejiye dayanıyor. Şu ana kadar ABD bir yolunu bulup bölgede çıkan petrole hep el koydu zaten. Irak işgalinin petrolle ilgili boyutu bu açıdan petrole el koymaktan ziyade petrol arzını kontrol etmeye devam etmektir. Petrol fiyatlarının Amerika'da da artmasından kaynaklanan iç-siyaset sorunları zaten Ortadoğu sorunu bahane edilerek geçiştiriliyor.

Kısacası neresinden bakarsanız, Ortadoğu sorunu kimlik boyutunun yanı sıra çok verimli bir ekonomik kaynak.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi