YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Bir tören, bir program

 
312. maddenin hür bir topluma ulaşmak yolunda bir engel olduğunu düşünenler arasında olmasaydım, Üstteğmen Ahmet Yalçın hakkında suç duyurusunda bulunabilirdim

 

Milliyet birinci sayfadan vermese olaydan haberimiz olmayacaktı. Kubilay'ın anısına Menemen'de düzenlenen törende Genelkurmay Başkanı'nın mesajının okunmasının ardından iki üsteğmen ve bir asteğmen konuşmuş. Milliyet'in haberi Topçu Üsteğmen Ahmet Yalçın'ın konuşmasıyla ilgili. Ahmet Yalçın Üsteğmenim heyecanlı bir konuşma yapmış. Kendilerine emanet edilen cumhuriyeti yaşatmaya nasıl çalıştıklarını anlattıktan sonra sözü günümüze getirmiş: "Evet; günümüzde de yobazlar var ve onların Kubilay ve arkadaşlarını katledenlerden bir farkı yok. Yüce Atatürk'ün dediği gibi Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, müritler ve dervişler ülkesi olamaz. İrticaya ve yobazlara karşı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir ferdi olarak, sonuna kadar karşı duracağız. Cumhuriyete uzanan elleri kıracağız, irticacıların kellelerini kopartacağız."

Hepimiz biliyoruz ki, özellikle askeri törenlerde yapılan konuşmalarda heyecanı diri tutmak için, seçilen ifade biçimlerinin biraz abartılı olması âdettendir, yadırganmaz. Ama bu "abartı" daha çok belli birtakım genellemeler çerçevesinin dışına çıkmaz, doğrudan kimseleri işaret etmez. Ayrıca önemli olarak , eğer belli bir "düşman"a gözdağı verilmek isteniyorsa, bu işin nasıl yapılacağı ayrıntılara inilerek açıklanmaz. Oysa Ahmet Yalçın'ın konuşması bu ölçü ve ölçütlerin hiçbirisini tanımıyor. Bu genç subayın heyecanı o derece ölçüsüz ki, kendisine nasıl bir rejimde ("Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir") yaşadığını bile unutturmuş. Eller kırılacak, kelleler koparılacak! Bu konuşma karşısında şaşırmamak mümkün değil. Türk Silahlı Kuvvetleri adına yapılacak konuşmalar için bir içdenetim mekanizması yok mu? Genç subayın bu biçimde tamamen kendi dünyasını, endişe verici psikolojisini yansıtan bu konuşmayı yapmasına izin verilebilir mi? Umuyoruz ki, Ahmet Yalçın, bu konuşmasından dolayı ciddi bir biçimde uyarılmıştır. Yine umuyoruz ki, bu genç subaya Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu hatırlatılmış ve ne şimdi ne de gelecekte kimsenin elini kıramayacağı, kellesini koparamayacağı müeyyidesiyle birlikte bildirilmiştir. Şu da var: 312. maddenin hür bir topluma ulaşmak yolunda bir engel olduğunu düşünenler arasında olmasaydım, Üstteğmen Ahmet Yalçın hakkında suç duyurusunda bulunabilirdim. Ama gördüğünüz gibi yapmıyorum; "yakışıksız" da olsa, "doğrudan ve yakın tehlike" oluşturmadıktan sonra genç subayın bu sözleri sarfetmesinde de bir sakınca yok!

Biraz da televizyon programlarına göz atalım: Geçen hafta NTV'de Nuri Çolakoğlu'nun programında Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ı dinledim. Gazeteci Uğur Dündar ve Prof. Süheyl Batum da tartışmacı olarak programa yer almışlardı. Çolakoğlu'nun Vural Savaş'ı dinletmek için özel bir program tasarlamasının nedenini hâlâ anlamış değilim. Başsavcı zaten bolca yayın yaptığından, merak edilen bir düşüncenin kalmadığını sanıyorum.

Çolakoğlu'nun Başsavcı'ya soru yöneltmeleri için seçtiği tartışmacıları da yadırgadım. Daha doğrusu, Uğur Dündar için kanaatim "a priori" olarak belliyse de, Prof. Süheyl Batum'u yadırgamam "a posteriori" olarak gerçekleşti! Çolakoğlu'nun aklına Vural Savaş'a soru yöneltecek başka isim mi gelmedi?

Neyse, program başladı. Başsavcıya şimdi içeriğini ve sahibini hatırlamadığım (galiba "İnsan Hakları ve Avrupa" gibi bir şeydi) bir soru yöneltildi. Başsavcı çok hazırlıklı gelmişti ve soruyu cevaplamak için önündeki dosyalardan birisini seçti. Ve başladı okumaya... Ama ne okuma! Siz deyin 10, ben diyeyim 15 dakika. Başsavcı acaba kmin kaleme aldığı kitaptan okuyordu? Onu öğrenemedik, çünkü yazarın adını o da söylemedi. Bir tek ipucu verdi: Bu araştırma Yunus Nadi Ödülü'nü almıştı. Başsavcı elindeki kitaptan okudukça okuyordu. Programa katılan bir Allahın kulu da "Biraz uzun kaçmadı mı kalan kısmı programdan sonra okusanız olmaz mı?" diye sormadı. Zaman geçmek bilmiyordu; ben bu arada iki kez mutfağa gidip kendime çay aldım. Tam üçüncü bardak için kalkıyordum ki kıraat son buldu ve hep birlikte bir "ohh" çektik. (Unutmadan söyleyeyim, bu metin özetle, Avrupa ülkelerinin bizi nasıl parçalamak istediğinden söz ediyordu.)

Programın önemli bir bölümünü alan bu kıraattan sonra, birkaç soru/cevap teati edildi. Başsavcı tanıdığımız gibi, hiç değişmemiş. İnsan hakları konusunda Türkiye'nin yüzünün diğer ülkelere kıyasla çok daha ak olduğunu söylüyordu. İşin garibi, ne Çolakoğlu, ne de diğerleri bu iddia karşısında gülümsemediler. O gece Başsavcı'nın bence en önemli açıklaması Öcalan'ın idamıyla ilgiliydi. Başsavcı mealen şöyle konuştu: Öcalan idama mahkum edildiğine ve PKK saldırıları kesildiğine göre, biz bu durumu niçin kullanmayalım? İdamı askıya alıp, ateşkes durumunun sürmesini niçin sağlamayalım? Başsavcı açıkca Öcalan'ın "rehin alınması"nı öneriyordu. Bu akıl yürütmeyi çok yadırgadım. Çok yadırgadım, çünkü bir ülkede "rehin alma"yı herkes uygun bulsa bile, hukukçuların (Başsavcı da bir hukukçudur) böyle bir yönteme "evet" diyebilecekleri aklımdan geçmezdi.

Hiç değilse Prof. Süheyl Batum, bir anayasa hukukçusu olarak, Başsavcı'ya bu konuda bir soru yöneltseydi. Ama olmadı, o da "pas" geçti!


28 ARALIK 1999


Kağıda basmak için tıklayın.

Kürşad Bumin

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...