YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Dün dündür, bugün bugün

 
Süleyman Demirel, düzenlediği basın toplantısında 28 Şubat'ın devam ettiğini söyledi. 28 Şubat, bir vesayet rejiminin adıdır. Bu vesayet rejimi, basını yönlendiren askerlerin, kamuoyunu etkilemeleri sayesinde vücut bulmuştur. Eğer bir Anayasa değişikliği ile Demirel'in süresi uzayacaksa, 28 Şubat'ın adayı olarak ortaya çıkacaktır. Bu yüzden, mazisini inkâr edercesine, başörtüsünü, cumhuriyet düşmanlığının sembolü olarak ilân edebiliyor.

 

Süleyman Demirel, düzenlediği basın toplantısında 28 Şubat'ın devam ettiğini söyledi. Milli Güvenlik Kurulu'nun o tarihte kabul ettiği 18 maddenin herkes tarafından benimsenebileceğini belirterek, vesayetin başladığı 28 Şubat'ın, tabii karşılanması gereği üzerinde durdu. Diğer üç askeri darbeyi kötülerken, 28 Şubat'a sahip çıkması, acaba bu defa, vesayet rejiminin bizzat içinde yer almasından mı kaynaklanıyor? Demek, diğer seferlerde Demirel'in itirazı, vesayete değil, "vasi"ye imiş.

18 şart

18 şartın bir kaçını şöyle sıraladı Cumhurbaşkanı.

Laiklik korunmalı... Buna itiraz eden var mı? Yok

Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmeli. Buralarda, din istismarına dayalı... zihinler yıkanıyor. İddia bu. O zaman bu yurtlar, Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetimine girmeli.

Din adamı ihtiyaç kadar yetişmeli.

8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli (ki geçildi)

Kıyafetle ilgili kurallar uygulanmalı. Bildiğiniz meşhur türban hadisesi bunun içinde. İstanbul'da bilhassa; Anadolu'da filan türbana karışan yok. Kıyafet bir cumhuriyet düşmanlığının simgesi haline getiriliyorsa, o zaman, o kıyafet olmaktan çıkıyor, cumhuriyet düşmanlarının işareti oluyor. Bu da gayet tabii devleti rahatsız eder.

Çoğulculuk

Demirel'in yanlışlarını sıralayalım:

"Bir ülkede, oruç tutuluyor, namaz kılınıyor, fitre zekât veriliyor ve hacca gidiliyorsa, o ülkede din ve vicdan hürriyeti mevcuttur" diyor Cumhurbaşkanı.

Oysa, Avrupa Birliği'nin öngördüğü çok kültürlü, çok kimlikli düzende, bireyler, farklılıklarıyla kamu alanında faaliyet gösterme hakkına sahip. Çoğulculuk bunu icap ettiriyor.

Orada, hiç kimse, eşi başörtülü olan bir askeri, re'sen emekliye sevketmiyor. "Evinde tablo var mı, hangi gazeteyi okuyor, harem selamlık mı oturuyor" diye, kimse kimseyi takibe almıyor.

Batı Çalışma Grubu'nun sivil uzantısı olan Başbakanlık Takip Kurulu gibi bir müessese, hangi kaymakam el sıkıyor, kim Cuma'ya gidiyor, diye insanları fişlemiyor.

Batı'da, başörtüsü taktığı gerekçesiyle genç kızların eğitim hakkı elinden alınmıyor.

Başörtüsü düşmanlığı

Demirel, başörtüsü düşmanlığını, ilk defa, pervasızca, bu kadar açık bir biçimde sergiledi. Kemal Gürüz'ü YÖK Başkanlığı'na atamak suretiyle zaten yerini belli etmiş, ilk işareti vermişti.

Eğer bir Anayasa değişikliği ile süresi uzayacaksa, 28 Şubat'ın adayı olarak ortaya çıkacak. Bu yüzden, mazisini inkâr edercesine, başörtüsünü, cumhuriyet düşmanlığının sembolü olarak ilân edebiliyor.

Sanki, daha önceki senelerde, üniversitelere alınmayan başörtülü kızları savunan o değilmiş gibi.

Tarikat yurtlarından bahsediyor. Sanki Süleymancılar'ın lideri Kemal Kacar'ı, Adalet Partisi'nden milletvekili yapan o değilmiş gibi.

"Din adamı ihtiyaç ölçüsünde yetişmeli" sözleri de ona ait.

Sanki, bir zamanlar, en fazla İmam Hatip Okulu açmış olmakla övünmüyormuş gibi.

Kesintisiz eğitim

8 yıllık kesintisiz eğitimi de savunuyor Demirel.

Anadolu Liseleri'nin orta kısmını kapatmak suretiyle, Anadolu çocuklarının önünü kesen, köy çocuklarını 8 yıl köye mahkûm eden kesintisiz eğitimi, çağdaşlığın bir gereği olarak takdim ediyor.

Hep anlatıyorum: Eğer kesintisiz eğitim engeli İslamköylü Çoban Sülü'nun önüne çıksaydı, o, beşinci sınıftan sonra, Afyon Lisesi'ne gidip daha seviyeli bir eğitim alamayacaktı. 8 yıl köyde kalan bir gencin, şehirli gençlerle yarışması çok daha zor olduğundan, büyük ihtimalle İstanbul Teknik Üniversitesi'ni kazanamayacak; siyasette zirveye tırmanamayacak, başbakan veyahut cumhurbaşkanı da olamayacaktı.

İslamköylü bir Cumhurbaşkanı'nın, Anadolu çocuklarının önünü kesen kesintisiz eğitime karşı çıkması gerekirdi.

Peki Demirel, kesintisiz eğitimin, sırf İmam Hatipler'in orta kısımlarının kapatılması amacıyla getirildiğinin farkında değil mi?

Din ve vicdan hürriyetinden söz eden Cumhurbaşkanı, 12 yaşından küçüklere din eğitimini yasaklayan bir Batı ülkesi gösterebilir mi?

Vatandaşların çoğunluğunun dinini ve mezhebini tehlike sayan, acaba dünyada medeni bir ülke mevcut mu?

Vesayet rejimi

28 Şubat, bir vesayet rejiminin adıdır. Bu vesayet rejimi, basını yönlendiren askerlerin, kamuoyunu etkilemeleri sayesinde vücut bulmuştur. Bugün şartlar çok farklı. Gözler, hayali tehlikelerden ziyade, Avrupa Birliği'ne bakıyor. Ama anlaşılıyor ki, Demirel vesayet rejiminden fevkâlade memnun. Zira, askerlerle, sivillerin arasını buluyorum, onları birbirleriyle kavga ettirmiyorum gerekçesiyle iktidarını pekiştiriyor.

Bir yanda Avrupa Birliği, öte yanda 28 Şubat vesayet rejimi.

Birbirleriyle çelişen bu iki veriden hareketle, Anayasa değişikliği ve 5 yıl daha Cumhurbaşkanlığı imkânı çıkarabilmek için, ancak Demirel kadar mahir bir politikacı olmak gerek.

Dün dündü

Peki bu mahir polikitacı, dün nasıl konuşuyordu.

İşte örnekler:

"Son 35 yıl zarfında zaman zaman ortaya atılan 'irtica' iddiaları olay, zaman ve mekan boyutlarına bağlanmadan sürdürülmüştür. Ne normal, ne de askeri müdahale devirlerinde, sözü edilen bu tehlikenin, olması lâzım gelen sanıklarının yakasına yapışılmamış, ama 'irtica tehlikesi' iddiası sürmüştür."

"Aşağı yukarı son 150 senelik Osmanlı tarihine baktığımız zaman, çöküşün hep doğrudan, prensiplerden, İslam'ın gösterdiği istikametten uzaklaşmakla başladığını görürüz. 'Efendim, biz Batı'dan koptuk, Batı bizden ileri gitti' Niye ileri gitti Batı? Kimileri dini, ilerlemenin ayak bağı saymış; geri kalmanın sebebi saymış. Bu görüş entellektüellerimize yerleşmiş. Açıkçası din düşmanlığı, dinsizlik, ilerlemenin şartı sayılmış."

"Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na ters düşüyor diye İmam Hatipler'den ve Kur'an kurslarından vazgeçmek mümkün değil. Tevhid-i Tedrisat Kanunu tek başına bir muta değildir. Eğer din eğitimini dışında bırakan bir Tevhid-i Tedrisat Kanunu varsa orta yerde, doğru olmayan o zaten. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na ters düşüyor diye din eğitiminden mi vazgeçilecek? Böyle diyenler, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu, ne ise o kanunun esasları, din eğitimini de içine alacak şekilde düzenlemeleri lâzımdır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değil ki. Şayet Kur'an kursları veya din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'dur."

"İmam Hatip okullarının gayesi sadece din adamı yetiştirmek değildir. Dini bilen Türk vatandaşları, doktor, mühendis, hakim olsa daha iyi değil mi?"

"Mütedeyyin insanların, dindar insanların toplumun rahat ve huzuru için bir teminat olduğu kanaatindeyim. Allah'ı bilen, Kur'an'ı bilen, Peygamber'i bilen insanlardan kötülük gelmez."

"İslam'da kötülük yoktur. İslam'ın içinde irtica aramak yanlıştır. Din ve dindarlardan korkmak yanlıştır. Hele devletin din ve dindarlardan korkmasını anlamak mümkün değildir."

Bu çelişkiyi, aynı basın toplantısında Demirel izah etti: "Dün dündür, bugün bugün" diyerek, işin içinden sıyrılabilen başka hangi politikacı var?


28 ARALIK 1999


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...