T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kul daralmayınca...

Türkçede güzel bir söz var: "Kul daralmayınca Hızır yetişmez..." denir. Bu, tam da Türkiye'nin bugünleri için söylenmiş olmalıdır. Daraldı Türkiye sonuna kadar. Ve arayışlar yoğunlaştı. Bir miad var, daralmanın ve arayışların hesaplaşmasına doğru ilerlediği...

FP'nin kapatılma kararı, siyasî alanı bütün makul değerlendirmeleri şaşırtacak ölçüde daraltıyor. Söz konusu Anayasa Mahkemesi kararını içtihad olarak kullanacak bir yaklaşım, siyasete nefes aldırmayabilir. "Başörtüsüne dokundun ve yandın" içtihadıdır bu. Yargı, kaygı verici bir yorumlama inisiyatifi kullanabiliyor bu karar ekseninden bakıldığında...

Ama buna mukabil, yoğun bir yapısal reform talebi ile karşı karşıya Türkiye...

Anayasa Mahkemesi Başkanı Bumin, FP kararı ile ilgili değerlendirmesinde "Elimdeki yasal statü böyle, ne yapayım" üslûbunda savunmacı bir tavır sergiliyor.

TÜSİAD bir süredir anayasa reformları için bastırıyor.

Meclis uzlaşma komisyonunun 37 anayasa maddesi üzerinde değişiklik yapılması yolunda bir mutabakatı mevcut.

Hükümet için alan daraldı ve Ulusal Program çerçevesinde anasaya değişiklikleri için Eylül'e randevu verildi.

Bu arada Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu eş başkanı Daniel Cohn Bendit'nin hazırladığı ve Ulusal Programı "muğlak ve belirsiz" bulan rapor tam bir alarm niteliğinde...

Bendit'nin raporu, bir bakıma Türkiye'de yaşanan tüm kafa karışıklıklarını not etmiş: "Ulusal Programınız, AB ile bütünleşmek için gerekli değişiklikleri yapabileceğiniz ümidini vermiyor" diyor.

Bendit'nin "İrtica ve ayrılıkçılık temaları istismar edilerek ifade özgürlüğünün engellendiği" görüşü ise dışardan bakıldığında oynadığımız demokrasi oyununun nasıl açık verdiğinin ifadesi. Bendit raporu, "siyaset üzerinde yoğun etkisi bulunduğu"nu vurguladığı MGK konusunda Ulusal Programdaki sivilleşme çerçevesini yeterli bulmuyor. "Ordunun konumu yeniden belirlenmeli" diyor.

Bütün bunlar, Türkiye'de artık sistem planında bir yeniden yapılanma talebinin ertelenemez hale geldiğinin göstergesi.

İçerde sancı var, bu, dış ilişkilerde belirleyici nitelik taşıyor.

Burada altının çizilmesi gerekli bir hususa temas etmek istiyorum.

Dikkat edilirse demokratikleşme sancılarının odaklaştığı iki alan var. Birisi toplum-din-sistem ilişkileri, diğeri Kürt meselesi...

Aslında, MGK ve TSK eksenli tüm tartışmalar da sonuçta gelip bu iki konu ile bütünleşiyor. TSK'ye ve MGK'ya olağanüstü siyasî misyon yüklenmesinin ardında, sivil siyasetin kendi başına İslâm ve Kürt meselesi üzerinde güvenlik konusunu da garanti eden bir uzlaşma sağlayamayacağı kaygısı var. TSK'yı hep devrede tutan mantık bu kaygıdan besleniyor.

Avrupa ile münasebetlerde de bu iki alanla ilgili kaygılar seslendiriliyor. Özellikle İslâm alanı'nda, Batı'daki "Fundamentalizm duyarlılığı" da istismar edilmek isteniyor. Aynı yönteme son olarak dışişleri Bakanı İsmail Cem başvurdu.

Avrupalılar, "Kürt meselesi" ile ilgili Türkiye'nin rezervlerini pek dikkate almıyorlar. Ama İslâm-toplum ilişkisinde biraz mesafeli bir tutumları gözleniyor.

Buna rağmen son Bendit raporunun, "irtica ve ayrımcılık" temalarının ifade özgürlüğünü kısıtlamak için bahane olarak kullanıldığını vurgulaması Avrupa'da bir farklı yaklaşım oluştuğunun da göstergesi olmuştur. Bu bir bakıma psikolojik harp ve andıç yönteminin inandırıcılığını yitirdiğini ortaya koymaktadır.

İslâm-toplum-devlet ilişkilerinin sancılı olması, Türkiye için siyasal istikrar ve toplumsal barış açısından da anlaşılabilir bir husus değildir.

Bu konunun sağlıklı anlaşılması, sistemin yeniden yapılanma sürecinde çok daha hayatidir.

Bu noktada, ben, özellikle yeniden yapılanma konusuna odaklanan TÜSİAD'ın "doğru değerlendirmeler"e ulaşmasını zaruri görürüm. Doğru değerlendirmelere ulaştıkları noktasında kaygılar var demektir bu. TÜSİAD, Eğitim Raporu'ndan bu yana, din-toplum-sistem ilişkileri üzerindeki değerlendirmelerinde ciddî yanlış okumalar içindedir. Yanlışlar, belki de raporlarını hazırlayan bilim adamlarının ideolojik tercihlerinden kaynaklanmaktadır. Burada "Neden din-toplum-sistem ilişkileri alanında daha bağımsız sosyologlardan, ve tabiî ki ilâhiyatçılardan yararlanmazlar?" sorusunu da sormak istiyorum. Aslında Avrupa kurumlarının bile, "Türkiye'de İslâm-toplum-sistem" ilişkilerini değerlendirirken, Müslüman sosyolog ve ilahiyatçılardan yararlanmaları gerekir.


28 Haziran 2001
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED